Etyen Mahçupyan

Sivil toplumun ‘gerçek’ işlevi

Siyaseti her ne pahasına olursa olsun iktidara sahip olma ve bu iktidarı kalıcı kılma çabası olarak gelenekselleştirmiş ülkelerde, STK’ların kendi normlarından ve doğrularından ziyade, siyasetin gereklerini referans alması ve mümkünse siyasetin yakın çevresinde konumlanması şaşırtıcı değil.

‘Yeni’ AK Parti’de gerçeklik sorunu

Karşımızda laik kesimden bazılarının sandığı üzere, gizli ajandalı bir iktidar yok… Aksine bütün yanlışlarını samimiyetle anlatan ve onlara sahip çıkan şeffaf bir iktidar var. Tek sorun kendi algılarındaki gerçekliğin gerçek olmaması…

Deizm niçin yaygınlaşacak?

Bu açıdan bakıldığında dinlerin esas rakibinin deizm olduğu söylenebilir. Ateizm ise Allah’ın varlığını inkar ederken, aynen onun niteliklerini bildiğini varsayan dinler kadar iddialıdır ve dolayısıyla bir tür din olarak işlevselleşir. Bu nedenle de ateizm ilahi dinler için hiçbir zaman bir alternatif, rakip ya da tehdit oluşturmaz. Deizm ise insanı kendi zihninin sınırlılığını kabullenmeye davet eder... İlahi dinlerden farklı olarak insanın bilebileceği ile yetinir ve gerçekliğin açıklanamayan kısmı karşısında tevazu gösterir.

STK’lar ‘yandaşlaşma’ sürecinde

Bugün siyasi anlam ve işlevi olan sivil toplum faaliyetleri için gerçek bir hareket alanı kalmamış gözüküyor. STK’lar siyasi iktidarın hoşlanmadığı işleri yapmama baskısı altındalar. Bir alternatif seslerini kısmaları, sütre gerisine çekilmeleri, suya sabuna dokunmayan işlerle bu dönemin geçmesini beklemeleri… İktidarca desteklenen diğer alternatif ise ‘yandaş’ STK’lara dönüşerek, yönetimin ihtiyaç duyduğu alanlarda yine yönetimin hoşlanacağı çözümlemeler yapıp öneriler sunmaları.

Ekonomide seçim ‘istikrarı’

Türkiye son dönemde gayet istikrarlı bir çizgi tutturmuş durumda. Ne yazık ki bu ‘istikrar’ olumlu bir anlama sahip değil… ‘Olumsuz’ yöne, tıkanmaya doğru istikrarlı şekilde ilerliyoruz. Ekonominin dengelerini bozma pahasına büyüme peşinde koştuğunuzda elinizde ‘şişirilmiş’, ileride patlayacağı kesin, ama o noktaya kadar ‘istikrarlı’ bir kontrolsüzlük kalıyor.

Doğru davranışın zamanı?

Konuya ilişkin ilk yazıda söylediğim üzere, kuruluşundan gelen sorunları hala taşımakta olan ülkeler bu hasleti sergilemekte zorlanabiliyorlar. Kendisini ‘Türk’ olarak görenlerin de bugün İsrail’in ardına saklanmaması beklenir. ‘Doğru’ davranış budur… ‘Doğru’ zamanlama da budur… Bugün bir başkasının yaptığı yanlış, bize geçmişteki kendi yanlışımızı ister istemez hatırlatır. Soru olayın üstünü örtmeyi mi, yoksa bu fırsatı kullanıp yüzeye çıkarmayı mı tercih ettiğimizdir.

Seçimlerde ne olacak?

Siyasi nedenlerden biri belki de ilk kez herkesin oy verebileceği bir cumhurbaşkanı adayının ve siyasi partinin seçimlere giriyor olması. AK Parti, CHP, HDP, İyi Parti, MHP, SP, BP ve VP… Tüm siyasi yelpazeyi kuşattığı gibi, her siyasi eğilim de şu an için sahip olduğu en güçlü adayla sahnede. Dolayısıyla kutuplaşmayı da dikkate alırsak protesto oylarının çok düşük, katılımın ise her zamankinden yüksek olması beklenebilir. Bu durumda karşımıza ilginç bir soru çıkıyor: Acaba geçmiş seçimlerde oy vermemiş ve bu seçimde oy verecek olanlar kim? Hangi eğilimdeler?

Tarihe nesnel bakmak zor değil

Eğer serinkanlı bir duruşunuz varsa tarih son derece öğretici ve keyifli bir alan. Hiçbir ırk, millet veya toplumun kategorik olarak iyi ya da kötü olmadığını, hiçbir tarihsel olgunun basite indirgenemeyeceğini, bu karmaşıklığın bize insanı anlattığı ölçüde değerli olduğunu hatırlatıyor.

Milli tarihte nesnellik sorunu

1915 diye sembolize edilen tarihsel olgu, son derece karmaşık ve çok yönlü bir siyasi/toplumsal mesele. Ama daha önemlisi insani ve ahlaki bir mesele… ‘Soykırım mı değil mi’ söyleminin ötesine geçememek, bu endişe ile tarihi eğip bükmek Türkiye’yi bir zihinsel bataklığa doğru çekiyor. İşin garibi bu tezi savunanlar öylesine ideolojik ve bilimsel açıdan yetersiz ki, o yönde ortaya konan her gayret aksi tezi güçlendiriyor.

Medeniyet halleri

Bizler için söylemesi kolay olmayabilir ama bütün dinler barış dini olmakla birlikte, her din gibi İslam da savaş için araçsallaştırılabilir özelliklere sahip. Mesele dine hangi zihniyetin içinden baktığımız… Öte yandan her dinin mensupları arasında inancı kötüye kullanmak isteyenler olacaktır. Mesele dindarlığı kuşatan bir demokratik kültüre sahip olup olmadığımız…

İktidarın dili

İktidarın kendi ittifakına güzellemeler yapıp, oyunun kuralına uyarak bir araya gelen muhalefet ittifakına bu tavır ve kelimelerle saldırması, herhalde “Türkiye’nin ihtiyacı” olduğu söylenen sağlıklı siyasi ortamın oluşmasına hizmet etmiyor… Belki iktidar ortakları seçimi kazanmak açısından muhalefeti gayrı meşru ilan etmenin yararlı olduğunu düşünüyorlar ama siyasi tarihimiz bunun çoğu zaman ters teptiğini söylüyor.

Muhalefetin şansı

Son 16 yılda hiçbir seçimde muhalefet bu kadar ‘şanslı’ olmamıştı… Yapılacak şey kısa vadede ekonomiyi ‘normalleştirecek’ ve uzun vadede kapasitesini geliştirecek bir orta vadeli akılcı strateji önermekten ibaret. Muhalefetin en büyük avantajı basit ve sıradan bir programla bile vatandaşa güven verebilecek olması.

Devletin seçilme manifestosu

Böylece iktidar üretebildiği ve büyütebildiği bir beka meselesinin karşısına, ‘kişilikli’ bir Türkiye koymaya ve seçmeni bunun cazibesine inandırmaya çalışıyor. Tabii ki seçmenin hem tehdidin varlığına ve büyüklüğüne hem de iktidarın ülke sorunlarını çözmede becerikliliğine inanması gerekiyor.

Bir sonraki erken seçime doğru

Çok geç olmadan cumhurbaşkanlığı çevresinin ekonomi yönetimi ile her türlü ilişkisinin kesilmesi ve hükümetin ekonomiden anlayan, küresel piyasaları bilen, yatırımcı zihniyetini tanıyan insanlarının bir koordinasyon içinde yetkilerini serbestçe kullanmalarının sağlanması lazım. Yoksa önümüzdeki seçimden sonra iki yıla kalmadan bir erken seçimin daha eşiğine gelinir ve o ortamı ‘diriliş’ muhabbeti de kesmez.

İktidarın üst aklı konuştu

Nurlu ufuklar tablosu çizerek seçimi kazanmayı hedefleyen AK Parti’nin, bu nurlu ufka bir adım daha yaklaştığını sandığı her momentte, Bahçeli’nin çok yönlü tahakkümü artıyor ve daha da işlevsel hale geliyor. Öyle ki sanki AK Parti son hedefine ulaştığında Bahçeli’nin iktidar üzerindeki tahakkümü de en tepeye, azamisine çıkmış olacak.

Kendi düşen ağlamaz

Mesele şu ki, eğer diğer cenahın tüm insanlarını aynı kaba koyarak mahkum etme eğiliminiz varsa, emin olun karşı taraf da sizle ilgili aynı kanaati taşıyacak ve bu nedenle iki taraf birbirine blok olarak yaklaşacaktır. Böylece çoğunluk olan muhafazakar cenahta laiklere en karşı duran, kendi kimliğini en abartan, en kavgacı, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı kişiler siyasetin liderliğine yükselecektir. Kısacası çoğunluk oldukları için iktidara gelecek muhafazakarlar, laik kesimin yaşam alanını daraltmaktan çekinmeyecek, hatta bunu demokrasiye dayandırarak meşru bile kılacaklardır.

Rüzgar gülü müjdesi

Siyasi açıdan ise soru şu: Seçimlerde ciddi rakibinin kalmadığını ve zaten büyük oranda muhalefetin önünde gittiğini düşünen bir iktidar, acaba son anda böylesine ‘kör gözüm parmağına’ popülizme niçin ihtiyaç duyar? Üstelik kendi ekonomiden sorumlu bakanı enflasyon ve öngörülemezlikle ilgili uyarıda bulunmuşken…

Abdullah Gül ne dedi?

Gül’ün geniş mutabakat isteğinin altında muhtemelen siyaset üstü konumda kalma, AK Parti içi bir siyasetin parçası haline gelmeme isteği vardı. Nitekim iktidarda bugün AK Parti değil, onun MHP ile bütünleşmiş ve böylece kuruluş ilkelerinin uzağına düşmüş bir versiyonu var. Buna karşılık eksik bir mutabakata dayanıldığında, kendisini özne kılan, kariyerist bir tavır sergilemiş olacağını öngörmüş olabilir…

Ayıp ve ötesi…

Gül aday olmasın diye defalarca heyet gönderen iktidar sahiplerinin, kamuoyu önünde FETÖ/PKK çeşitlemeleri eşliğinde tavsiye kılığında tehditler savurması, izana ve saygıya sığmayan bel altı hamleleri yapması halk vicdanında kaçınılmaz olarak yer edecek… Bu noktadan sonra kazansanız ne olacak? İktidarı can simidi olarak gören bir bağımlılık düşkünlüğünden bu ülkeye ne hayır gelebilir?

Zihin açıcı beyanlar

Ülkenin basit gerçeğini görmek bu kişilere zor geliyor… İktidara öylesine vasat bir yönetim aklı ve özgürlük alanlarını daraltan bir ideoloji hakim olmuş durumda ki, muhalefette farklı insanları buluşturmak için ilave bir çabaya ihtiyaç yok. İktidar muhalefet bloğunu bizzat kendi tutumu, söylemi ve uygulamaları ile yaratıyor, derinleştiriyor ve tahkim ediyor.

İktidarın haklı endişesi

Bahçeli’nin ‘ikbal arayışı’, ‘hülle ve hile’ lafları, AK Parti sözcülerinin ‘onursuzluk’ ve ‘ahlaksızlık’ ithamları, maalesef bizzat kendilerinin de katkıda bulunduğu siyasi ortam nedeniyle fazlasıyla abartılı kaçıyor. Hele muhalefetin adımını ‘FETÖ siyasi mühendisliğine’ veya ‘PKK terörünü perdeleyen siyasi uzantılara’ yormak, toplumun aklını küçümsemeye, veya toplumun aklını kullanmayan kısmına hitap etmeye çalışıldığına delalet ediyor…

Herkesin bildiği sır

Muhalefetin ortak adayda anlaşması halinde, bu seçimlerin ‘keyfi otoriterleşme’ ile ‘kurumsal demokratikleşme’ arasındaki tercihi ifade edeceğini söyleyebiliriz. Böyle bir durumda AK Parti’nin ‘reisçi kültüre’ mesafeli kesiminin sağduyulu davranması kimseye şaşırtıcı gelmeyecektir

Meğer asıl iktidar kimmiş!

Bahçeli’nin ve cumhurbaşkanlığı sistemini kotarıp Erdoğan’a sunanların istediği oldu… AK Parti koalisyonun küçük ortağı olarak onların isteğine uydu ve alınmış kararı bir miktar kendi ihtiyacına uydurdu. Proaktif olan, hedeflerini hayata geçiren, ortağını uyum göstermek zorunda bırakan Bahçeli idi… Bu da gerçek iktidarın kim olduğunu ortaya koyarken, bu denge ve ilişki biçiminin seçimden sonra da devamı halinde Türkiye’nin kimin iktidarında olacağını gözler önüne serdi.

Fransa’da OHAL yok mu?

Batının gelişmiş ülkelerini gereksiz yüceltmenin de anlamı yok. Ama onlarla aramızda apaçık bir fark var… Onların çapası toplum ve demokratik teamüller… Bizdeki çapa devlet ve otokratik teamüller. O nedenle OHAL oralarda hasar bırakmıyor, bizde ise sistemi tümüyle laçka hale getirebiliyor.

Bahçeli rüyasında kimi gördü?

Devletle Erdoğan arasındaki ilişki açısından bakıldığında birçok kişi seçimlerden sonra Erdoğan’ın kazanması halinde çok daha güçlenip her şeye hakim olacağı değerlendirmesini yapıyor. Oysa devlet kanadı Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını kazanmasına muhtaç… Dolayısıyla öncesinde pazarlık güçleri zayıf… Oysa seçim sonrasında mesele yönetmeye geldiğinde zaten olay, konu ve kurum bazında bir pazarlık alanına giriliyor ve burada bürokrasinin eli çok daha güçlü.

Türkiye İran olur mu?

Bu iki ülkenin kaderini küresel piyasalardan ayrıştıran ortak özellikler bulunabilir. Ama herhalde Türkiye’nin de onlarla aynı kabın içinde yer alması ve olumsuz yönde savrulması fazlasıyla umut kırıcı bir durum. Ne var ki Türkiye’ye ilişkin beklentiler o denli bozulmuş durumda ki, Merkez Bankası’nın ‘radikal’ bir hamle yapmaması halinde, ekonominin dengeleri piyasanın insafına kalmış gözüküyor.

Adil şahitler

"Toplumun çoğunluğu, zaten meşru yönetimi desteklemektedir. Darbe teşebbüsüyle ortaya çıkan tehdit, bu desteğin gücüyle belki biraz geç ama mutlaka bertaraf edilebilir. Bu nedenle halk tarafından engellenen bir darbenin ardından yaşananların ‘başarılı’ olmuş bir darbe sonrasında yaşananlardan farklı olması gerekir.”

12 Eylül, 28 Şubat ve bugün

Eğer cemaatçiliği aşan bir toplumsal normalleşmeyi olumlu algılıyorsak, dindar cenahtaki bu basiretli yaklaşımın kıymetini bilmekte yarar var. Bu topraklarda en az bulunan hasletlerden biri nesnellik çünkü... Ne tarihe bakarken, ne diğer kimliklere yaklaşırken, ne de kendi özelliklerimizi irdelerken nesnel olabiliyor, çünkü gerçeklerden korkuyoruz.

Beka meselesi

Türkiye güçlü potansiyelleri olan ama zayıf bir ülke… Öte yandan bu zayıflıkla yüzleşebildiği takdirde, onu alt edebilecek esneklik ve birikime de sahip. Ne var ki siyaset alanının toplumsal dinamikleri iğdiş etme gücü devam ederken, bugün o siyaset alanının bizatihi yozlaşması ve kurumsal yapının iflası tehlikesi ile karşı karşıyayız.

Diriliş ihtiyacı

Erdoğan’ın dünyasında 2019 bu ülkenin ve milletin yeniden doğuş anını simgeliyor. Bu an tarihsel bir boşlukta yer almıyor… Herkes ‘bizim kim olduğumuzu… nereden gelip nereye gittiğimizi anlayacak’ derken ezeli ve ebedi bir tarihsel özneye atıfta bulunuyor. Sanki Türkler efsunlanmış, uyutulmuş şekilde yüzyıllarca kaldıktan sonra, şimdi Erdoğan ve onun vizyonu sayesinde ‘dirilip’ tarih ve siyaset sahnesindeki ‘gerçek’ hüviyetlerini cümle aleme kanıtlamanın eşiğindeler.