Gülçin Avşar
Reklam Festivali biterken: Apolitik siyasetin DEM kaygısı
Hem iktidar partilerine hem muhalefet partilerine “Benim kendi siyasetim var” demek, suçlanma aracına dönüşüyor. Üstelik bu taktikler o kadar anlık değişiyor ki Mayıs seçimlerinde de muhalif birlikteliğe destek olmak kabahat sayılıyordu. Billboardlardan, şarkılardan, pankartlardan öteye geçip politik taleplerin tartışıldığı, partilerin hangi esaslı sebeplerle birbirlerinden ayrı oldukları ortaya konulamadığından, siyasi partilerin otoriter iktidarın bahçesinde birbiriyle “aldım-verdim” oyunları oynaması bekleniyor. Oysa tehlike burada başlıyor: Koskoca Türkiye siyaseti, sadece Erdoğan’a mı bırakılmalı?
Otoriterlikten çıkışın formülü İstanbul mu?
Muhaliflerdeki genel duygu hâli, İmamoğlu’nun Erdoğan otoriterizmini sınırlandırma gücüne sahip yegâne kişi olarak düşünülmesinden kaynaklanıyor. Peki, İstanbul’u bir kenara bıraktığımızda bu gerçekten bizim için siyaseten “faydalı” ve “iyi” olan mı? Muhalefetin; siyasetsizlik, politikasızlık, gelecek tahayyülü sunamama düzleminde iktidarla yarışmak için bulduğu tek formül “Erdoğan’ın hakkından gelebilecek kişi” seviyesinde gözüküyor. Siyasi kültürün tekçiliğe yönelmesi bunun köprüden önce son çıkış olmasına sebep olmuyor. Bu kültür devam ettikçe bütün çıkışlar dönüp yeniden aynı köprüye bağlanıyor.
Alakart Anayasa
Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi kararı, 1994’ü yeniden yaşamamızı sağladı. Tek farkla; bugün Can Atalay, haksız olduğu iki kere Anayasa Mahkemesi tarafından ilan edilmiş bir kararla zaten cezaevinde. 1994’teki utancı silen iktidar, bugün bize bunları yaşatan aynı zamanda.
“Bunun benim başıma gelebileceği aklımdan bile geçmezdi”
Fabien Toulme’nin “Hakim’in Yolculuğu” isimli 3 ciltlik foto-roman serisi, ülkesi Suriye’de ailesi ve arkadaşlarıyla güzel bir hayat yaşayan Hakim’in Lübnan, Ürdün, Türkiye, Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Macaristan, Avusturya, İsviçre, Fransa hattındaki gerçek mültecilik öyküsü: “Bunun benim başıma gelebileceği aklımdan bile geçmezdi. Anlıyorum ki her insan bir gün ‘mülteci’ olabilir. Bunun için ülkenin çökmesi yeterli. Ya sen de onunla çökersin ya o diyardan gidersin…”
Derdin, tasanın her türlü günahın sorumlusu ah şu “Yetmez Ama Evet”
12 Eylül 2010 referandumunun üzerinden 11 sene geçti. Ne var ki 11 sene geçmesine rağmen bir mahallenin en sevdiği küfür hâlâ “Yetmez ama evetçi.” (Örgüt adı gibi kısaltılmış versiyonu dahi var YAEci) Ben o gün “yetmez ama evet” dedim ve hatta Adalet Ağaoğlu’nun da bulunduğu şu meşhur yumurtalı, boyalı toplantıdaki sanırım en genç konuşmacıydım. Şimdi dönüp baktığımda “yetmez”in ne olduğunun daha çok görülmesini beklerdim. Ama öyle olmadı.
ANALİZ – Cinsel suçlarda artık ‘kuvvetli şüphe’ yetmeyecek, ‘somut delil’ aranacak
Dördüncü yargı paketi, içinde çocuk cinsel istismarı, tecavüz ve cinsel saldırı suçlarının da yer aldığı katalog suçlarda tutuklama için mevcut uygulamada olduğu gibi “kuvvetli şüphe”yi yeterli görmüyor, “somut delil” istiyor. Yasa böyle geçerse bu suçlarda tutuklama istisna haline gelecek.
ANALİZ – Vahim bir ‘reform’ girişimi daha
Yargı Reformu kapsamındaki dördüncü pakette "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürecek somut delillerin bulunması" halinde, avukatın müvekkiliyle görüşmesinin "bekletilmesi" öngörülüyor. Böyle bir şey, savunma hakkının ve dolayısıyla adil yargılanma hakkının tamamen yok sayılmasından başka bir anlama gelmez.
Siyasetin ‘İYİ’si ve ‘KÖTÜ’sü
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, 1 Nisan günü Twitter hesabından bir video paylaştı. Videoda bir vatandaş, iktidara olan öfkesini Suriyelilere yapılan yardım ile izah ediyor, Meral Akşener yanlış olduğu defalarca ortaya konulmuş bu izahı dinliyor; hatayı düzeltmiyor ve üstelik bu videoyu sosyal medya hesabından matah bir şeymiş gibi paylaşıyor.
2021’de Magna Carta beyannamesini ‘reform’ saymak!
Magna Carta ile neredeyse bin sene evvel güvence altına alınmış hakları “temel ilke” olarak 2021 yılında yeniden telaffuz etmek insan hakları reformu sayılamaz. Halihazırda anayasal güvenceyle teminat altına alınmış hakları ihlal eden bir yargı mekanizması var. Ülkenin yarısının terör örgütü propagandası yaptığını düşünen bir yürütme zihniyeti var.
ANALİZ – Erdoğan’ın ‘Türkiye bir hukuk devleti değildir’ açıklaması
Türkiye Cumhuriyeti devletinin hiçbir yetkilisi “AİHM’nin kararı bizim için bağlayıcı değildir” diyemez. Böyle bir iddianın dile getirilmesi Anayasa’yı açıkça ihlal etmek ve hukuk devleti ilkesinden de tamamen vazgeçmek anlamına gelir.
ANALİZ – Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘ama’lı yargı bağımsızlığı…
“Yargının işine müdahale etmek tabii benim haddime değil. Ama şunu herkesin bilmesi lazım ki (…) bizim yargımız Demirtaş gibi bir teröriste böyle bir imkân hazırlamaz. Biz ne gerekiyorsa sonuna kadar bunun mücadelesini veririz, böyle bir teröristin önünün açılmasına yol vermeyiz.”
Küçük ortakların büyük ortakta tecessümü
26 sene önce Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak’ın Meclisten yaka paça gözaltına alınmasının görüntüleri, en başta da söylediğim gibi hâlâ hafızamızda. Önceki gün bu hafızamız seçimle görev başına gelmişlerin yine kelepçeli fotoğraflarıyla tazelendi.
AK Parti’nin “Sessiz Devrim”i çocuklarını yerken
Recep Tayyip Erdoğan tarafından kendi eseri gibi gururla imzalanarak dağıtılan kitap raflardan kaldırıldı. Adına açılmış internet sitesi kapatıldı. Ne ki biz kimliklerimizi yaşayabileceğimizi zannederek çoktan deşifre olmuştuk! Her konuda, evrensel standartlara uygun olarak fikrimizi beyan edebileceğimizi, örgütlenme özgürlüğüne sahip olduğumuzu, hukukun birey haklarından yana olduğunu zannederek yaşamaya başlamıştık.
AK Parti’nin “24 Nisan 1915” serüveni
AK Parti her kritik dönemeçte MHP’lileşme sürecinde emin adımlarla ilerlediğini deklare ediyor. Geçmişin acılarını samimiyetle tartışmak, konuşmak ve buna bağlı olarak kalıcı adımlar atmak hedefini dillendiren ilk parti iken, artık bir yandan da ASALA’nın cinayetleri ile Ermenilere devlet tarafından uygulanan tehcir ve imha politikalarını eşitleyen eski söyleme geri dönüyor.