Gürbüz Özaltınlı

Tarafsız ‘Demokratlar’

Darbeye karşı salalarla tekbir getirerek meydanlara koşanlar demokrasi aşığı olmayabilir. Haklısınız. Ama rejimi onlar kurtardı. Sizin “modern” cicili bicili sloganlarınız vardır; biliyoruz. Fakat “yüksek politik bilinciniz” sizi kötürüm etmekten başka bir şeye yaramadı.

Düşünme zamanı

Şunu teslim etmeliyiz: Meydanlara koşanların ezici çoğunluğu Erdoğan’a bağlılık duyan kesimlerdi. Onlar Erdoğan’ı teslim etmemek için canlarını ortaya koydular. Bunlara MHP taraftarları da eşlik etti. Ve meydanlar darbeyi püskürttü…

En uzun gece ve Türkiye’nin aydınlık yüzü

Çok daha fazla kan dökülebilirdi. Kalkışma uzayabilir; hatta başarılı da olabilirdi. Akıl almaz bir kaosa, kitlesel sivil ölümlere, bölünmüş çatışan bir orduya, şehir savaşlarına tanık olabilirdik.

Toplumsal ruh halimiz üzerine

Toplumun yorulmuş olması kendi içinde barışma hevesi taşıdığını göstermiyor. Böyle bir varsayıma sıçramak ikna edici değil. Ciddi kimliksel yabancılaşma ve kopuş hükmünü sürdürüyor. Karşısındakini dinleme, anlama, uzlaşma isteği yok. Seküler sosyolojide umutsuzluk, içe kapanma egemen.

İnsan ve korkuları

Başkaları masumiyet duyguları güçlü olduğu için mi hatalara düşmeyi önemsemiyorlar o kadar? Hatalara düşmeyi önemsemedikleri için mi kolay karar veriyorlar; katılaşıyorlar; etkilenmelere kapalı bir etkileyicilik rolünü seçiyorlar? “Mükemmeliyetçiler” kendi iç dünyalarının suçluluk duygularına teslim olurken (yani, aslında kendileri için yaşarken) diğerleri, dış dünyaya daha mı duyarlılar?

Değişiyoruz, o halde varız

Bu yazının konusu değişimin “içeriğini” tartışmak değil. Burada dikkat çekmeye çalıştığım şey, değişimin anlaşılabilir, olağan bir insan gerçekliği olduğu.

Ormanlarla birlikte içi yanan bir hayalperest üzerine

Tapuyu aldıktan sonra, bahçesinde havuz inşaatına başlanan kaldığım pansiyonun sahibine “Bu havuzu yapıyorsun ama en fazla bir yıl içinde buralar yıkılacak zarar göreceksin” dediğimi iyi hatırlıyorum. Kayıtsız gözlerle o bildik cevabı vermişti. “Burası Türkiye Beyim”…

Türkiye’nin en uzun yılı

Madımak’ın anıldığı günde “YAKANLARI AFFETMİYORUZ! AK’LAYANLARI DA” sloganı dolaştı sosyal medyada. ‘AK’ın üstüne atılmış küçük bir apostrofla, tarihin en ağır katliamlarından birisinin yükü bugünün iktidarına yıkılırken gerçek failler yine konuşulmadı.

Danışmanlar iktidarın iradesini yansıtıyorsa…

Danışmanların yaklaşımında büyük bir tehlike daha var. Genel çerçevelerine baktığınızda, Türkiye’nin çıkarlarını “yükselen Doğu ekseninde” yer almakta gördüklerini; Avrupa ve ABD’yi bu güç kaymasını engellemeye çalışan taraflar olarak tanımladıklarını anlıyorsunuz.

Muhalefet sorunu

Siyasetin gerektirdiği vizyonerliğe; makul bir “doğru”, “yanlış” cetveline; iktidar politikalarına seçici yaklaşmaya; yanlış bulduğunu eleştiren, gerektiğinde destekleyen esnekliğe izin vermeyen bir duygusal katılık ve akli çölleşmeyle karşı karşıyayız.

Dünya mı bize düşman, yoksa biz mi dünyaya?

Batı çöküyor "müjdesi”; İslam yükseliyor hayalleri; gerçeklik ve akılla aramızda açılan duygusal uçurumdan başka bir şeyin habercisi değildir.

İktidarın aydınları

Neden aralarından, Erdoğan’ın tasfiye etmeye yöneldiği isimleri kollayan tek bir ses bile çıkmadı? Neden, tam tersine o operasyonlara meşruiyet kazandırma yolunda işledi kalemleri? Evet; ben bu sorunun peşindeyim. Hangi politik sürecin sonunda bu tür bir aydın tipolojisi doğdu; bunu tartışmaya çalışıyorum.

Türkler ve Kürtler neyin bedelini ödüyor?

Tarih, halklar için “iyi olan”ın siyaset yapıcılar için “zor” olabildiğini gösteren paradoksal örneklerle doludur. Savaşın bedelini her zaman halkların ödediğinden herhalde hiçbirimizin kuşkusu olamaz. Oysa barış, bazen siyasetçilerin bedel ödemesine yol açabilir. Türkler için de, Kürtler için de geçerli bu…

Klişeler ve gerçekler

Hayat size, hiç de ideal olmayan bir güçle “kıyamete kadar savaşmak ve kaotik bir çürümeyi seçmek” ile “onunla kontrollü, dönüştürücü bir yakınlaşma; siyaset planlarını kazan-kazan yönünde uyuma zorlama” arasında bir seçim sunuyorsa gerisi sizin politik okumanıza ve iradenize kalmış demektir.

Evet Suriye’de bir fırsat kaçtı

Sonuçta, bugün Türkiye, Kürtlerle ittifakın gerektirdiği tarihi paradigma değişikliğini; Kürt taleplerini karşılama maliyetini göze alamadığı için seçtiği yolda, korktuğundan daha ağır bir tablonun eşiğinde. Çünkü kontrolünü yitirdi ve üstünlük kurmak için elindeki tek araç silah…

Devrimin kaderi ve muhafazakârlar

Türkiye’de demokrasi ve barış, ancak muhafazakârların ikna olduğu; içinde etkin rol aldığı ölçüde hayat bulabilir.

Her tür milliyetçilik ayaklar altına alınmamış mıydı?

Bilmiyoruz, çünkü 1918’in aklı devleti yönetmeye başlayınca değişti. Reel politik korkular tarihin üstünü örttü. Devlet anlattı, biz dinledik ve bunu “bilgi” zannettik. Kim bilir belki de işimize geldi.

‘Dava’ söylemi

Ortalık entelektüelite adına bu mistisizmi üzerimize boca etmeye çalışanlardan geçilmiyor. İçeride bunca tartışmalı pratik yaşanırken; Ortadoğu’daki tıkanma ortadayken, “Sayın Erdoğan”a tek bir eleştiri; mahcup bir itiraz; bir küçük uyarı duymadığımız “aydınlar” köşelerde oturuyor. Hep “dava”ya çağırıyorlar bizi.

Bir fani olarak Erdoğan

Evet, bence Erdoğan siyasetin bir güç mücadelesi olduğunu; gücü maksimize etmek için her enstrümanın kullanılabileceğini düşünen; gerçekçi, pragmatik bir siyasetçi. İdeoloji de, içinden geldiği dünyanın ona armağan ettiği doğal bir enstrüman.

Kürt sorununda şiddeti aşmak için…

Hiç kimse şiddete sarılmış güçlü bir merkezin karşısında, barışçı bir siyasi damarın başarı garantisini veremez. Etkisiz kalabilirler. Ama vizyoner bir siyasi akıl, bize bu yolun ısrarla ve ısrarla denenmesini söyler.

PKK Türkiye’de neden silah bırakmıyor?

Bir Kürt iç savaşı yaşanmadan bu sosyolojiden PKK devleti çıkmaz. PKK bunu görüyor. Varacağımız sonuç şudur: PKK entegrasyona mecbur edilmedikçe Türkiye’de silahsızlanmaz.

Barış, demokrasi ve ‘Türkiyeleşme’ diye diye…

Dokunulmazlık oylamasında 367 sınırı aşıldı. Dokunulmazlıklar referanduma gitmeden kaldırılabildi. Ve ben, hem Anayasa’ya aykırı, hem de siyaseten irrasyanel bulduğum bu sonuca sevindim.

Büyük açmaz

“Hukuk Devleti”, klişe bir masaldan gerçeğe dönüşmedikçe, biz sorumsuzca savrulan “kan” nutuklarını daha çok dinleriz.

‘Farklı okumalar’ üzerine

Aslında sanki, yazar da, tarafların farklılaşmasını “demokratik zihniyet” üzerinden okumanın mümkün olduğunu görüyor. Bize; ”buna fazla takılmayın; sıraladığım başlıkları içeren temelli bir değişim gerçekleşecekse zaten demokratikleşme sorunu çözülür. Bu yönde yürürken seçilen radikal yöntemler demokratiklikle çelişebilir. Önemli olan hedeflerdir” demek istiyor gibi bir hali var.

‘Organik lider’ demokrasinin teminatı mı?

Sonuçta demokrasi, “organik lider”le belli bir toplumsal kesimin yaptığı hayali sözleşmelere inanarak iradenin ona terk edilmesiyle elde edilebilecek bir rejim değil.

Lider ve toplum

Kısacası Davutoğlu’nun tasfiyesi nedensiz ya da olağan değildi. Evet izlenen yöntem ürkütücüydü. Ama daha ürkütücü olan ise “lider toplumuna” gidişimize işaret etmesiydi.

Davutoğlu deneyimi

Ben, bu kırılmanın demokratik inşaya hizmet etmeyeceği, AKP ve ülke için tehlike yarattığı düşüncesindeyim.

‘Demokrasi cephemiz’ hayırlı olsun

AKP’nin yıllardır seçimleri neden eze eze kazandığını daha iyi anlamak istiyorsanız bu cepheden gözünüzü ayırmayın…

Normalleşmede iktidarın sorumluluğu

Normalleşmenin; toplum olabilmenin yolu, demokratikleşmeden, şiddetten arınmaktan, herkesin kendisini medeni yolla ifade edebilmesinden, aradaki korku ve nefret duvarlarının aşılabilmesinden geçiyor.

Kutuplaşma gerçek mi, yapay mı?

Özetle; kutuplaşma, toplumun toplam %70-80’ini içine alan bir Türkiye realitesidir. Yapay bir sorun değildir.