Vahap Coşkun

Yeni bir oyun ve Öcalan’ın rolü (*)

Öcalan’ın kendisinden beklenen rolü oynayıp oynayamayacağını tâyin edecek iki faktör var. Biri, devletin alacağı tavırdır. Diğeri ise, Kandil’in Öcalan’a nasıl mukabele edeceğidir. Kandil’den gelen ilk tepkiler, Öcalan’ı destekler mahiyette değil. Meselâ KCK Yürütme Kurulu Üyesi Duran Kalkan’a göre, Öcalan ve HDP yeni bir barış ve çözüm umudu yaratmaya çalışsa da, savaşın sürmesi en güçlü olasılık olmaya devam ediyor.

Zor zamanlarda özgürlüğe kapı aralamak (*)

Zor zamanlarda devletin yaptığı ikinci şey, düşman tanımının esnekleştirilmesi ve düşman kategorisinin genişletilmesidir. Böyle dönemlerde hedef tahtasındakiler sadece düşmanlar değildir. Özgürlük kısıtlamalarına ve baskı politikalarına karşı çıkanlar da atış menziline alınır. Hattâ denebilir ki, devletin özgürlük savunusu yapanlara duyduğu öfke düşmana duyduğundan daha fazladır.

Bambaşka bir AK Parti (*)

AK Parti’de ilk yola çıkan kadro ile mevcut kadro arasında bugün dağlar kadar fark var. Kadrolar hallaç pamuğu gibi atıldı, gidenlerin ve gönderilenlerin yerleri aynı evsafta kişilerce doldurulamadı, istişare mekanizmaları fiilen ortadan kaldırıldı. Partinin kurumsal kimliği tuzla buz oldu ve parti bütünüyle Erdoğan’a bağlı hale geldi.

Hukukun dışına çıkılarak devlet korunamaz (*)

Bildirinin, devlet aleyhine menfi bir algı yaratmak gayesiyle kalem alındığı iddia edilebilir. Toplumun çoğunluğu buna inanabilir. İddia sahipleri bunu bildirinin imzacıları ile çeşitli platformlarda tartışabilir. Medyada, akademide, kamuoyunda farklı görüşler dillendirebilirler. Ama mahkemeler somut delil olmadan bu tür iddialara itibar edip cezalandırma gerekçesi olarak kullanamaz.

23 Haziran’dan sonra CHP (*)

Eskiye dönmenin imkânı yok! Çatlak bazı sesler çıkabilir ama CHP’nin, meselâ, artık bir başörtüsü karşıtlığı ve irtica gündemi olmayacaktır. Tersine, şimdiye kadar yeterince irtibat kurulamamış, hakir görülmüş veya en azından gözardı edilmiş gruplarla ve onların sorunlarıyla daha fazla hemhal olunacaktır. Muhafazakârlarla, milliyetçilerle ve Kürtlerle daha sıkı bağlar kurulmaya çalışılacaktır.

Topyekûn körlük: AYM’nin gördüğünü hâkimler neden görmez? (*)

Baskıya verilen destekle şekillenen bir atmosfer bütün toplumsal kesimleri etkiler. Yargı da toplumun dışında değildir; hukukçular bir laboratuvar ortamında yaşamaz. Baskı politikalarına verilen popüler destek, hâkimlerin de üzerine çöker ve onların kararlarını yönlendirir. Böyle bir vasatta, iktidarın hassasiyet gösterdiği bir mevzuda hukuk ve vicdana uygun ve doğru bir karar vermek, bireysel bir fedakârlığa dönüşür.

Kürt fobisi (*)

Irak Kürdistanı’ndan Uzungöl’e tatile gelen Kürtler, üzerinde Kürdistan yazılı atkı taşıdıkları için linçe uğruyor. Can Yayınları, Paulo Coelho’nun bir kitabında geçen Kürdistan sözünü sansürlüyor. Yapı Kredi Yayınları, Evliya Çelebi için ekmek kadar, su kadar doğal olan Kürdistan kelimesi yerine “Kürt diyarı” diyor. Resmi Kürdistan bayrağı, haber kanalları tarafından buzlanarak veriliyor.

Fabrika ayarları (*)

2002’den bu yana tablo tamamen değişti. Başörtüsü sorunu aşıldı. Asker bir vesayet makamı olmaktan çıktı. Keza bürokrasi baştan aşağı yeniden tanzim edildi ve bürokratik vesayetin yerini de partizanlaşmış bir bürokrasi aldı. Köprünün altından çok sular aktı. Bu meyanda, “yeni” olmak iddiasındaki bir siyasi hareketin yapabileceği en büyük hatâ, sırf eski AK Partililerden müteşekkil bir görünüm arz etmesi olur.

23 Haziran’dan sonra AK Parti (*)

AK Parti’yi en çok zorlayacak olan husus, AK Parti’de baş gösteren çözülme belirtisidir. Gerek Gül-Babacan ve gerekse Davutoğlu, bir vakittir AK Parti ile aralarına mesafe koymuşlar ve ayrı bir yol tutturmaya dair niyetlerini belli etmişlerdi. 23 Haziran her iki aktörün de arayışlarına ivme kattı. Erdoğan ise geçmişteki gibi oyun kuramıyor ve sorunları çözme performansı giderek düşüş gösteriyor.

Reisi yanıltmak

Erdoğan’ın çevresi geçmişle kıyaslandığında “kötü” olabilir, ama bu ona dayatılmış ya da onun arzusu hilâfına oluşturulmuş bir çevre değil. Dün olduğu gibi bugün de, çalıştığı kadro Erdoğan’ın kendi seçimi. Eğer ekibin bir başarısı varsa, bu, liderin hanesine artı olarak işler. Yok, eğer ekip başarısız olmuşsa bunun sorumluluğunu da yine liderin göğüslemesi gerekir.

Demokrasiye esaslı katkı (*)

AK Parti psikolojik üstünlüğünü kaybetti. Erdoğan büyüsünü yitirdi. Onun her koşulda seçimi kazanacağı, kaybetmesinin mümkün olmadığı düşüncesi yerle yeksan oldu. Artık muhalefetin karşısında, tabanında çözülme başlamış ve özellikle 31 Mart’taki iptalin ardından ahlâkî meşruiyet debisi daralmış, “mağlup edilebilir bir Erdoğan” var.

O sandığa dokunmayacaksın!

23 Haziran, herkesin bildiği ya da bilmesi gereken bazı hususları bizlere tekrar hatırlattı.

Dağ fare doğurdu(*)

Erdoğan ile Baykal’ın 2002’de Uğur Dündar’ın yönetiminde katıldığı program, Türkiye’deki son siyasi kapışma oldu. İktidarı kazanan Erdoğan, o günden sonra kimseyle halkın önünde tartışmadı. Gücünü tahkim ettikçe diğer parti liderleriyle bir araya gelip konuşma fikrinden uzaklaştı. Rakiplerinden gelen bu yönlü bütün teklifleri geri çevirdi. Seçim zamanlarında hep tek başına sahneye çıktı.

Kürdistan’a dönüş (*)

Şimdi AK Parti, dilini ve söylemini keskin bir şekilde değiştirerek, Kürtlerle arasında oluşan soğukluğu kırmaya ve en azından onların oyuna talip olabileceği bir zemini oluşturmaya çabalıyor. Lâkin bu hamlelerin Kürt seçmenlerin tercihlerinde radikal bir değişikliğe sebebiyet vereceğini düşünmüyorum.

Bayramlar aynı, tadı kaçan biziz (*)

Dolayısıyla evimiz kadar sokağımız da temiz olmalı ve güzel kokmalıydı. Az buz bir olay değildi bu; herkesin bir ucundan tutması lâzımdı. Ayrıca eğlenceliydi de. Sokağın veletleri sağa-sola koşturarak mevzuyu hemen oyuna çevirirdi. Delikanlılar ve genç kızlar bakışır, iş görmek bahanesiyle birbirlerine yakınlaşırdı.

Yeni siyasal arayışlar ve Kürtler (2) aktörler (*)

Katılımcıların nerdeyse tamamı, daha güçlü bir siyasi alternatif oluşturulabilmesi için bu iki grubun birlikte hareket etmesinin şart olduğunu ifade ediyor. Çoğunlukla aynı kaynaktan beslenecek olan bu iki grubun birleşmemesi halinde, iki farklı partinin etkisinin sınırlı kalacağını belirtiyorlar. Bütün kapıların zorlanmasına rağmen eğer iki grup ortaklaşmaz ise, Gül-Babacan merkezli oluşumun başarı şansı daha fazla bulunuyor.

Yeni siyasal arayışlar ve Kürtler (1) genel eğilimler (*)

Kürtler arasında, yeni bir partiye ihtiyaç duyulduğuna dair genel bir kanaat var. Bahse konu ihtiyacı temellendiren faktörlerin başında, ekonomik göstergelerin kötüleşmesi geliyor. Bunun yanı sıra Batı ile kavgalı görüntü, aşırı merkezileşme ve bütün yetkilerin tek elde toplanması gibi hususların da altı çiziliyor. Normalleşme isteği ağır basıyor; “sürekli bir olağanüstü hal” içinde yaşamak insanları yormuş bulunuyor.

Ayrılık rüzgarı (*)

Hiç kuşkusuz bu vurgunun adresi Erdoğan’dı. Kürdistan referandumu sırasında Erdoğan’ın kullandığı “Vanaları kapattığımızda yiyecek ekmek bulamazlar” mealindeki sözlere karşı çıkışı simgeliyordu. Bir başka ifadeyle Davutoğlu, Cumhur İttifakı’nda anti-Kürt bir hüviyete bürünen bölgesel Kürt siyasetini doğru bulmadığını ve karşıt bir konumda yer aldığını çarpıcı bir biçimde dile getirdi.

Zemin kayıyor (*)

Ekinci, Star gazetesinden Fadime Özkan’a konuştu. Partisinin üzerinde siyaset yaptığı tabanın değiştiğini söyledi. Ekinci’nin sözleri hem muhalefet hem de AK Parti tabanında ilgi uyandırınca Star telâşa kapıldı, kendine bir sansür uyguladı ve kendi yazarının yaptığı röportajı sitesinden kaldırdı. Bu da pek akıllıca bir hareket sayılamaz.

250 sayfalık olmayan gerekçe

Ezcümle ortada bir “gerekçe” falan yok. Muhalefet şerhleri, gerekçe diye sunulan argümanın ipliğini pazara çıkarıyor ve aslında onun bir gerekçe olmadığını, olamayacağını gözler önüne seriyor.

Kader seçiminde Kürtler (*)

Ulusalcı özellikleriyle maruf bazı gruplar, Kürtlerin akıldan mahrum olduğunu düşünüyor. Onların sürekli komutlarla hareket ettiklerini ve birileri onlara bir yön gösterdiğinde hemen oraya meyledeceklerini varsayıyor. Bu nedenle, Kürtlerin bir tuşa basıldığında koşup CHP’ye ama diğer bir tuşa basıldığında ise dönüp AK Parti’ye oy vereceklerinden şüphe duymuyorlar.

Erdoğan’ın büyük kumarı (*)

Artık hiç kimse İmamoğlu’nun rakibi olarak Yıldırım’ı görmüyor. Halkın algısında seçimlere Yıldırım değil Erdoğan giriyor. “Beka” siyaseti 31 Mart döneminde son zerresine kadar kullanılıp tüketildi. İktidar bu söylemle varılabilecek en son noktaya geldi; bundan ötesine geçmesi zor. 23 Haziran’da İmamoğlu’na yenilmesi halinde Erdoğan’ın bu yükün altından kalkması kolay olmayacak.

Mutfakta pişen bir şey var (*)

Öcalan’ın uzun bir aradan sonra kamuoyunun önüne çıkarılması da, Türkiye ile SDG arasında bir temasın varlığı da önemli. Fakat bunlardan hareketle peşin hükümlerden kaçınılmalı. “Yeni bir süreç başladı” veya “İstanbul seçimlerinde Kürtlerin oyunu almak için iktidar ile PKK ve HDP anlaştı” gibi iddialı ama temelsiz yorumlara bir değer atfedilmemeli.

Çöküşü hızlandırmak

Yaşanan bir kurt-kuzu öyküsüydü. Ancak kafasına kuzuyu yemeyi koyan kurdun bahanelerinden bile daha saçma gerekçelerle seçimi yeniletmek, AK Parti’deki krizi önlemeye yetmez. Evet, AK Parti İstanbul’u bir “beka meselesi” olarak görüyor. Tamam, altın yumurtlayan tavuğu elden kaçırmamak için her şeyi yapıyor. Bir vakitler kendisine karşı yapılanı şimdi kendisi rakiplerine aynen tatbik etmekten kaçınmıyor. Hukuku rafa kaldırıyor.

İpler koparken (*)

“Son yıllarda partimizin insan-odaklı, insan haklarına dayalı, özgürlükçü, reformcu, kuşatıcı, kendinden ve geleceğinden emin siyasi söyleminin yerini devletçi, güvenlikçi, statükocu ve salt beka endişelerine dayalı bir söylem almıştır.”

Kendi altındaki halıyı çekmek

Bütün bunlar, üzerinde siyaset yapılan zemini aşındırır. Siyasetin dışında tutulması gereken güçler, bu ve benzeri olayları bahane ederek siyasal alana müdahale edebilir. Bir müdahale olduğunda ise -- bugün memnuniyet ifade edenler de dâhil -- herkes bunun altında kalır. Görmek isteyenler için yakın Türkiye tarihinde birçok örnek mevcuttur.

İnkârın içindeki ikrar

Süleyman Soylu, zücaciye dükkânına girmiş fil gibi, demokratik siyasete dair ne varsa ezip geçiyor. Hakkı hukuku takmıyor, devletin hukukla irtibatını kuran son köprüleri yakıp yıkıyor. Bir ülkede İçişleri Bakanı, Meclisin ikinci ve üçüncü büyük partilerinin temsilcilerini açıktan tehdit eder ve hedef gösterirse, o ülkede hiç kimse güvende olamaz.

31 Mart dersleri (*)

Halk yeni bir sayfa açtı. Ne kadar karizmatik ve kudretli olursa olsun hiç kimsenin Türkiye’yi kendi ideolojik rengine boyayamayacağını gösterdi. Zaten son üç seçimde Cumhur İttifakı’nın devletin bütün gücünü seferber etmesine karşın bunu başaramaması, kimsenin Türkiye’ye kendi ideolojik kılıfını dayatamayacağının açık bir göstergesidir.

İlk okumalar – 3 (*)

Büyük bir ihtimalle 15 Temmuz siyasetinin sonuna gelindi. Darbe girişiminden sonra iktidarın kurduğu 15 Temmuz söylemi, siyasal alanı tanzim etmede gücünü kaybetti. İktidar bloku, bu sermayeyi 31 Mart’ta son kez kullandı. Dolayısıyla iktidar ortaklarının, bundan sonraki süreçte siyaseti şekillendirmek için yeni bir dile ihtiyacı olacak.

İlk okumalar – 2 (*)

Erdoğan’a cumhurbaşkanlığını kazandıran ittifak, AK Parti’ye kaybettirdi. AK Parti seçmeninin bir kısmı için MHP’ye oy vermek doğallaştı. Erdoğan ve partisi için bu vaziyetin tehlike arzettiği aşikâr; dolayısıyla ilerleyen günlerde Cumhur İttifakının sorgulanması da kaçınılmaz. İttifak aritmetiğinin iki taraflı sorgulanacağını düşünüyorum.