Ana SayfaYazarlarDiyarbekir’de Kürt ulusçuluğu (*)

Diyarbekir’de Kürt ulusçuluğu (*)

 

Malmîsanij Yirminci Yüzyılın Başında Diyarbekir’de Kürt Ulusçuluğu (Vate Yayınları, 2010 İstanbul) başlıklı kitabında, 1990-1920 yılları arasında Diyarbekir’e hâkim olan siyasi iklimi anlatıyor. Dönemin yazılı kaynakları ve belgelerinden istifade ile Diyarbekir’de mücadele eden güçlerin durumunu irdeliyor ve Kürt ulusçuluğunun izlediği fikrî seyrin izlerini sürüyor.

 

Yazara göre, Kürt ulusçuluğunun beslendiği üç kaynak var. İlki, Ermeni ulusal hareketidir. İkincisi, Osmanlı’nın ve Rusya’nın Kürtleri ve Ermenileri birbirine karşı kullanma siyasetidir. Üçüncüsü de II. Abdülhamit’e karşı gelişen muhalefettir.

 

“Sonradan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne dönüşecek olan İttihad-i Osmani Cemiyeti’nin kurucularından Dr. Abdullah Cevdet, 1894-1895’te bir süre Diyarbekir’de doktor olarak çalışır. Buradayken Ziya Gökalp’i Cemiyet’e alır. İTC Diyarbekir şubesinin tohumları böylece atılır. Ziya Gökalp, İstanbul’a gidince İttihad-i Osmani’nin diğer kurucu üyelerinden İbrahim Temo ve Diyarbekirli Dr. İshak Sukuti, onun Cemiyet’e kesin kaydını yaparlar.” (s. 11-12)    

 

Kültürel ulusçuluk

 

Diyarbekir, 20. yüzyılın ilk yirmi yılında, İstanbul’dan sonra Kürt ulusal çalışmalarının en yoğun yapıldığı şehirdir. Malmîsanij, bu dönemdeki çalışmaları dört aşamada inceler. II. Meşrutiyet’ten önceki yılları kapsayan ilk aşamada, kültürel ulusçuluk çabaları öne çıkar. Döneme damgasını vuran, Kürdistan’ın Azm-i Kavi Cemiyeti’dir. Cemiyete mensup kişilerin üç önemli ortak özelliği vardır.

 

İlki, 1908’den önce Kürtçe eserler yazarak ve yayınlayarak Kürt diline ve edebiyatına hizmet etmeleridir. Meselâ Ahmed Ramiz, hem Kürtçe kitapların basılmasına öncülük eder hem de muhalif Türkçe kitaplar yayımlar. Bu nedenle 1912’de İstanbul’dan sürgün edilir.

 

İkincisi,  medrese eğitimi görmüş din adamları ya da dindar kişiler olmalarıdır. Yirminci yüzyılın başına kadar Kürtlerde etnik kimlikten ziyade aşiret kimliğinin ve dini kimliğin ağırlığı vardır. Fakat bu cemiyetin üyeleri, etnik kimliklerini de kuşanırlar. Dolayısıyla:

 

“Bu kişilerin dinsel kimlikle birlikte etnik kimliğe de sahip çıkan bir geçiş aşamasını temsil ettikleri söylenebilir. Bu dönemde Kürt din adamları arasında Kürtçe ve Kürtlük konusunda nispeten duyarlı bir dinsel elit ortaya çıkmaktadır.” (s. 21)   

 

Üçüncüsü de, bu cemiyette — diğer cemiyetlerin aksine — bey, paşa, eşraf, şeyh gibi nüfuz sahibi kişilerin veya onların çocuklarının değil, kırsal kesimden gelen kişilerin etkin olmasıdır.

 

“Demokratik ve politik mücadelenin ilk adımları”

 

1908’de II. Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte, Kürt ulusçuluğunun ikinci aşaması olan yasal örgütlenme dönemi başlar. Birçok Kürt aydını sürgünden İstanbul’a döner. Meşrutiyeti açıkça destekleyen bu aydınlardan bir kısmı, ilk legal Kürt örgütü olarak bilinen Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’ni (KTTC) kurarlar. Cemiyet, Kürdistan’da bazı idari reform çalışmalarının yapılması, Kürtçe eğitim ve yayın yapılması gibi mutedil görüşlerin taşıyıcılığını yapar. İTC’nin Türkçü karakterinin henüz baskın olmadığı bu dönemde Cemiyet, İTC’nin politik programını da kabul eder.

 

Cemiyetin merkezi İstanbul’dadır. Üyeleri arasında Âyân Meclisi üyesi Seyid Abdülkadir, Emin Ali Bedirhan, Ferik Şerif Paşa, Damat Müşir Ahmet Zülkif Paşa ve Bağdat milletvekili Babanzade İsmail Hakkı Bey gibi asker ve sivil bürokratlar ile şeyh ve bey ailelerinden gelen kişiler vardır. KTTC’nin Diyarbekir şubesi 1908’in sonlarına doğru açılır; şubenin başkanı Diyarbekir Müftüsü Subhi Efendi olur. Malmîsanij, KTTC’nin Kürt ulusçuluğundaki önemine değinirken, bu cemiyetin ön açıcı niteliğinin altını çizer: 

 

“KTTC, Kürdistan’da şubeleri açılan ilk çağdaş ve legal Kürt örgütü olarak Kürdistan’da demokratik ve politik mücadelenin ilk adımlarının atılmasına ön ayak olmuş, Kürtlerin ulusal hak ve talepleri uğruna daha sonraki çalışmaların yapılabilmesi için bir başlangıç olmuştur. En önemlisi de Kürtler KTTC ile çağdaş örgütlenme aşamasına geçmişler, ilk kez Osmanlılardan ayrı, Kürt kimlikli legal bir örgüt oluşturmuşlar, ilk kez örgütsel yayın organına sahip olmuşlardır.” (s. 25)   

 

“Kürdistan serâpâ harâbezârdır”

 

Meşrutiyet’in ilânından sonra Diyarbekir’de KTTC’den başka İTC’nin şubesi ve sosyal yardımlaşma amaçlı Fukaraperver Cemiyeti de açılır. O dönemde KTTC’nin yayın organı olan Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi’nde çıkan bazı yazılarda Kürt dili ve tarihi üzerinde hassasiyetle durulur. Örneğin hem KTTC’nin üyelerinden biri olan ve hem de İTC’nin İstanbul merkez yönetiminde yer alan Süleymaniyeli Babanzade İsmail Hakkı, Kürtlere seslenirken dilin ne denli kıymetli olduğuna dikkat çeker:

 

“Kürd yurttaşlarıma her şeyden önce düzgün bir dile sahip olmalarını büyük bir önemle tavsiye ederim. Önce bu dilin bir dilbilgisi kitabı, bir de sözlüğü yapılsın. Ondan sonra da Kürd halkının bir tarihi kaleme alınsın. Daha sonra da, ne kadar dağınık ve yazılmamış şiirler edebî eserler varsa, hepsi derlenip yazılsın. Dilin temeli böylece atıldıktan sonra, gelişme ve ilerleme kuşu, büyük bir istekle bize iyilikseverlik kanatlarını açacaktır.

 

“Özetçe, milletin selâmetinin birinci temeli eğitim ve öğretimdir; eğitim ve öğretimin anahtarı ise dildir. Uygarlığın kapısı ise bu anahtarla açılır. Himmetli ve gücü yeten insanlarımızdan, bu önemli noktayı şimdiden önlerine koymalarını rica ederim.”  (s. 33-34)   

 

Bu yazı yayınlandıktan sonra KTTC genel merkezi, Kürtlerin ve Kürdistan’ın tarihi üzerinde çalışmak ve Kürtlerin ulusal edebiyatını derleyip yayınlamak yönünde bir karar alır. Ancak bu kararı yerine getirmek mümkün olmaz. Zira yine cemiyetin gazetesindeki bir yazıda söylendiği gibi “Kürdistan serâpâ harâbezârdır ve dünyanın ne kadre vahşet ve mezalimi var ise hepsi bu viranede haşr oluyor (toplanıyor).”(s.34)    

 

“Hêvî’nin saçtığı tohumlar”

 

Ilımlı bir siyaset izlemesine rağmen KTTC, 1909’da İTC iktidarı tarafından kapatılır. Oniki muhafazakâr kişi, İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesine sevk edilir ve cezalandırılır. Böylece zaten çok güçlü olmayan Diyarbekir’deki Kürt ulusçuluğu ciddi bir darbe alır ve sessizliğe gömülür.

 

Üçüncü aşamaya tekabül eden bu dönemde, Diyarbekir’de Birinci Dünya Savaşı’na kadar hiçbir örgüt kurulmaz. Ancak savaş başlamadan önce İstanbul’da birkaç Kürt örgütü kurulur. Bunlardan en önemlisi, kısaca Hêvî ismiyle bilinen Kürt Talebe Hêvî Cemiyeti’dir. Yüksek öğrenim görmekte olan Kürt öğrenciler tarafından kurulan bu cemiyet, ilk legal Kürt öğrenci derneği ve ilk Kürt gençlik örgütüdür.

 

Malmîsanij, bu cemiyetin tespit edebildiği otuzbir üyesinden onikisinin Diyarbekirli olduğunu belirtir. Bu oniki kişiden altısı da Cemilpaşazade ailesindendir. Kürdistan’da okuma-yazma oranın çok düşük olduğu bir zamanda, bu aileden en az onüç kişi İstanbul’da öğrenim görmektedir. Genç Cemilpaşazadelerin Kürtçülüğünde, İstanbul’daki öğrencilik yılları belirleyici olur.

 

Hêvî, Diyarbekir’de herhangi bir çalışma yapmaz. Ancak cemiyetin üyelerinin bir kısmı eğitimlerini tamamladıktan sonra Diyarbekir’e döner. 1913’te Hêvi’nin Lozan’da bir şubesi açılır ve başkanlığı da Ekrem Cemilpaşa üstlenir. Böylece ilk kez bir Kürt örgütünün Osmanlı devleti sınırları dışında bir şubesi açılmış olur. 1920’lerde Kürt siyasetinde önemli yerlerde bulunan hemen herkesin yolu bir şekilde Hêvi’den geçer. Hêvî’nin genel sekreterliğini yapmış olan Memduh Selim, cemiyetin değerini şu sözlerle ifade eder

 

“Onbeş seneden beri hiçbir Kürd vâkıası olmamışdır ki onda Hêvî’nin mebde’lerinden derinden derine bir iz bulunmasın. Kürd Teâli Cemiyeti, Kürd Tam’mim-i Maârif ve Neşriyyât Cemiyeti, Kürd Millet Fırkası, Kürd Teşkîlat-ı İçtimâiyye Cemiyeti, Hêvîcilerin imanlarından birer âbidedir. Kurdistan mecmuası, Jîn gazetesi de — Roji Kurd ve Hetawî Kurd’den sonra — Hêvî’nin saçdığı tohumların yakın mâzîdeki mahsulleridir.” (s. 43)           

 

Hêvî’nin 1913’te yapılan kongresinin akabinde yöneticileri mahkemeye verilir. Dâvâları devam ederken Birinci Dünya Savaşı patlar. Derneğin yönetim kurulu üyeleri ile aktif üyelerinin askere alınmasıyla birlikte Kürt ulusçuluğuna ilişkin çalışmalar durur.

 

Savaş, her yerde olduğu gibi Diyarbekir’de çok ağır bir tablo yaratır. Kürdistan’ın demografik yapısı kökten bir değişime uğrar. Savaş koşullarından yararlanan İTC, yüzbinlerce Kürdü zorunlu göçe tabi tutup, gönderildikleri yerde nüfusun yüzde 5’ini aşmayacakları şekilde Anadolu illerine yerleştirir.  Bir milyondan fazla Ermeni tehcir edilir, katledilir. Başta Pirinççizadeler olmak üzere, Diyarbekir’de İTC mensupları bu katliamda önemli bir fonksiyon icra ederler.

 

“1919 yılı başında Osmanlı Padişahı, Ermeni tehciri ve katliamı suçlularını yargılamak üzere özel mahkemeler kurdurunca, adı geçen kişilerden bir kısmı tutuklanır, bir kısmı cezalandırılır. Diyarbekirli Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Pirinççizade Feyzi ve Zülfü (Tigrel) bunlardandır. Burada adı geçen kişilerin hepsi, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Mustafa Kemal yönetimiyle işbirliği yapacaklardır. Diyarbekir Valisi Dr. Mehmet Reşit ise aynı suçtan dolayı firarda iken 6 Mart 1919’da polisler tarafından yakalanacağı sırada intihar eder.” (s. 48)  

 

Kürt Kulübü

 

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Hêvi’nin yöneticileri radikalleşir. Önceleri Osmanlı sınırları içinde yaşamak düşüncesi ile bir sorunu olmayan ve Kürtlerin demokratik haklarını kazanmak için uğraşan bu kişiler, giderek bağımsızlıkçı bir perspektifin savunucularına dönüşür. Artık salt demokratik haklar yeterli görülmemekte, daha büyük hedeflerin peşinde koşulmaktadır. Memduh Selim görüşlerinin değişmesinde Wilson Prensiplerinin etkisine vurgu yapar:

 

“Büyük Savaş’ın baş göstermesine kadar ve Büyük Savaş sırasında en önemli iş olmak üzere kültür ve hayır işleriyle uğraşanlar, artık dünyanın kabul ettiği maddeleri de Kürdlerin ‘yaşam programı’na aldılar. Çünkü meydanda bir ‘Wilson Prensipleri’ vardı ve çünkü her büyük devlet, özgür olmak ve özgür olarak yükselmek isteyen her ulus, hak tanımak ve hakla yönetim yapmak iddiasını güden her hükümet ve Osmanlı Hükümeti de, bu prensipleri esas kabul edip açıkladılar. Madem ki bu yüzyıla kadar varlığını sürdürmüş ve bu yüzyılda da gözümüzün önünde pek açık olarak diliyle, karakteristik özellikleriyle, gelenekleriyle, gereksinimleriyle, çevresiyle başkalarına benzemeyen bir ırk vardı ve buna göre ister istemez ‘bir Kürd ulusu vardır’ demek zorunluluğu vardı. O halde öteki ulusların, komşu ve aynı düzeyde olan toplulukların yararlandıkları bir hakkı elde etmeye çalışmak onun da hakkıydı.” (s. 53-54)       

 

1918 yılının sonunda “Kürtlerin genel çıkarlarının sağlanması ve gelişimlerinin kolaylaştırılması için” İstanbul’da Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) kurulur. Kısa sürede Kürtlerin yaşadığı yerlerde cemiyetin toplam 19 şubesi açılır. En etkin şube Diyarbekir’dedir. Kürt ulusçularının 1900-1920 döneminde en yoğun çalışmalarını bu dernek bünyesi altında yaptıkları söylenebilir. Yörede daha çok Kürt Kulübü ismiyle bilinen Diyarbekir Kürt Teali Cemiyeti’nin (DKTC) başını Cemilpaşazadeler çeker.

 

Cemiyetin üyeleri arasında din bilginleri, tüccarlar ve şehrin etkili ailelerinden bazılarının üyeleri bulunur. DKTC Gazî (Çağrı) adında bir gazete yayınlar. Kasaba ve köylere ‘mürşidler’ gönderir. Dernek binasında sık sık konferanslar verilir. Kürtçe mevlit okutulur.  Derneğin en aktif üyesi olan Ekrem Cemilpaşa ve birkaç arkadaşı, Türk yöneticilerinden bir korkularının olmadığını göstermek ve şehir halkına cesaret vermek için bir yıldan uzun bir süre “şal û şapik” denen Kürt kıyafetleriyle dolaşırlar. Hatta Ekrem Bey, vali ve askeri komutanlarla bile, üzerinde bu kıyafeti ve kuşağında da tabancası ile hançerini taşıyarak görüşür. 

 

DKTC’nin halkta karşılık bulan faaliyetleri devleti harekete geçirir. Kentteki bazı nüfuzlu aileler ile İTC mensupları DKTC’nin karşısında konumlanır. Malmîsanij’e göre bunun nedeni, bu kişilerin — özellikle İTC’lilerin — daha önce Ermeni katliamında rol oynamaları ve Ermeni talanından aldıkları payı yitirmek istememeleridir. Hem malı mülkü korumak hem de yerel Kürt rakiplerine karşı üstünlük sağlamak için bu kişiler sırtlarını devlete dayar. (s. 58)      

 

“Selanikli Mustafa, Diyarbekirli Mustafa’yı kolaylıkla kazandı”

 

Diyarbekir’de görevli askeri kumandanların “Kürtçülüğün yükseldiğini” rapor etmeleri, merkezi birtakım tedbirler almaya yöneltir. Mustafa Kemal, önceden tanıdığı kişilere telgraflar göndererek onları yanına çekmek ister. DKTC’nin başkanı olan Cemilpaşazade Kasım, Mustafa Kemal’e olumlu yanıt vermez. Ama ailenin reisi olan Mustafa, Kasım’ı kontrol altına alır. Ekrem Cemilpaşa, amcası Mustafa’nın “kuru sofu ve Mustafa Kemal'in mehdi olduğuna iman etmiş bir biri” olduğunu not eder.

 

“Bu nedenle de Selanikli Mustafa, Diyarbekirli Mustafa’yı kolaylıkla kazanmıştı. Cemilpaşazade Mustafa’nın Mustafa Kemal’i desteklemesi DKTC karşıtlarının çok işine yaramıştı.” (s. 61)   

 

Mustafa Kemal yönetimi, kuvvetlenen Kürtçülüğün önünü kesmek için üç taktiğe başvurur. Birincisi, Ermeni korkusunun işlenmesidir. Ermenilerin bölgeyi ele geçireceği ve Kürdistan’ın Ermenistan olacağı yönündeki etkili söylem, Kürtlerin devlete yanaşmalarında önemli bir faktördür.  Kazım Karabekir, Mayıs 1919’da bunu açıklıkla dile getirir:

 

“Dikkat edeceğimiz mühim bir mesele de Kürtlük cereyanıdır. (…) Kürdistan’ın Ermenistan olacağını anlatmakla mesele kolay hallolur.” (s. 63)  

 

İkincisi, halifelik ve din vurgusudur. Mustafa Kemal, tanınmış Kürt aşiret reislerine, şeyhlerine ve ağalarına samimi ve saygılı bir dille yazdığı mektuplarda, “yüce halifelik ve sultanlık makamının” zor durumda bulunuşundan ve ülkede bir Ermenistan kurulması tehlikesinden bahisle onlardan yardım ve destek ister. Kazım Karabekir de, o günlerde Kürtler arasında dini ön plana çıkaran bir propagandayı benimser:

 

“Buna mukabil benim mütemadi propagandam: Kürtlerin de eski dağlı Türkler olduğu ve bilhassa eski milli birlikle beraber yüzlerce senelik din ve vatan birliğidir… Kürtleri bize bağlayan ana kuvvet, dindir.” (s.69)

 

Üçüncüsü ise zoru göstermek, göz korkutmaktır. DKTC’nin geniş katılımlı bir toplantısından sonra Binbaşı Halit, İçkale’de şehre hâkim olan bir tepeye dörtlü bir top bataryası yerleştirir. Toplardan birinin ağzını da DKTC’nin başkanı Cemilpaşazade Kasım ile oğlu Ekrem’in oturdukları eve çevirir. Sokaklarda askerleri devriyeye çıkartır. Şehrin giriş ve çıkışlarına nöbetçiler diker. Tedbirlerin büyüklüğü halkı ürkütür. Şehrin ileri gelenleri toplanarak Binbaşı Halit’e gidip endişelerini dile getirir ve devlete bağlı olduklarını söyler. Böylece Binbaşı amacına ulaşır.

 

“Diyarbakır, civar vilâyetlerin siyasî fikirlerinin merkezi sayıldığından, buranın sükûnet ve sadakati derhal çevresine de tesir edebilirdi. Nitekim öyle olmuştu; kısmen korku ve kısmen irşat neticesi olarak, Diyarbakır’ın nüfuzlu aileleri ve Kürtçüler de sadakat göstermeye başlamışlardı. (…) Polis, Osman Beğ emrinde faaliyete geçerek müfrit Kürtçüleri takibe başlamıştı. (…) Gün gelmişti ki Kürt kelimesi bile ağza alınmaz ve kullanılamaz olmuştu.” (s. 65)       

 

“Kürtçülüğün Kâbesi”

 

DKTC 4 Haziran 1919’da kapatılır; emniyet güçleri dernek binasını basar, eşyalara el koyar ve bazı yöneticileri tutuklar. Siirt ve Elâzığ’daki dernek şubeleri de kapatılır. 1920’de Kürt Teali Cemiyeti ikiye bölünür. Bağımsızlık taraftarları Kürt Teşkilât-ı İçtimaiye Cemiyeti’ni kurar. İlk kez Kürt ulusal bayrağının renk ve biçimini tespit eden bu örgütün kurulmasından sonra Jîn dergisi de bu örgütün yayın organı olarak günlük gazete şeklinde çıkmaya başlar.   Hülâsa:

 

“Diyarbekir’de yirminci yüzyılın başında Kürt dili ve kültürü hakkında yapılan çalışmalarla başlayıp gelişen ve zamanla örgütlü bir biçimde yürütülen Kürt ulusal hareketi, 1920’lerin başında bağımsızlıkçı taleplerle en üst noktasına varır. Ancak bu amaçları gerçekleştirecek yeterli program ve kadroya sahip olmayan bu örgütler, o günün güç koşulları altında halkı yanına çekemeyince devleti ele geçiren Kemalist yönetimin askeri gücü karşısında bağımlılığa uğrarlar.” (s. 78) 

 

Diyarbekir, Osmanlı İmparatorluğu döneminde farklı din ve etnisitelere mensup kişilerin birlikte yaşadıkları, hem ticari hem de siyasi bakımdan büyük öneme sahip bir merkezdi. Kürt meselesiyle bağlantılı talepler gündeme geldiğinde gözler hep Diyarbekir’e çevrildi. Alacağı tavır, vereceği reaksiyon siyasi hareketlerin güzergâhının ve kaderinin tayininde belirleyici oldu. Onun için bugün de varlığını sürdüren Kürt meselesini anlamak ve bunun etrafında hareket eden siyasi aktörleri anlamak için, Kürtlerin paytext (başkent), 1919-1920’lerde orada görev yapan Binbaşı Halit’in ise “Kürtçülüğün Kâbesi” olarak tanımladığı Diyarbekir’in geçmişine bakmak gerekir.

 

 

(*) Independent Türkçe, 12. 01.2020

- Advertisment -