Vahap Coşkun
Suruç (1) Medyanın ölümcül günahları
Suruç’ta medya, karşı karşıya gelen iki siyasi taraftan birinin kimliğine büründü. İktidarın etiketini göğsüne yapıştırdı ve oradan gelen iddiaları herhangi bir süzgeçten geçirmeden gerçeğin kendisiymiş gibi sundu. Olayı gönüllü olarak çarpıttı. İnsanların merak ettiği ve akıllarına takılan hiçbir sorunun peşinden gitmedi, kendini gerçeğin üzerine örtmeye vakfetti.
Kaybedince sevineceğim bir iddia (*)
İnce “CHP bir hayır kurumu değildir; kimseye verecek bir tek oyumuz yok” diyerek seçmenini oylarını dağıtmamaları noktasında uyardı. Siyasi atmosferdeki bu değişiklik, iki taraflı bir değişime neden oldu. Bir taraftan CHP’den İYİ Parti’ye doğru olan yönelişin önünü tamamen kesti. Diğer taraftan da CHP’den HDP’ye gidecek oyları sınırladı.
Saadet Partisinin Kürt raporu*
Karamollaoğlu Diyarbakır’da önce STK temsilcileriyle, ardından partilileri ile bir araya geldi. Her iki toplantıda da kendisine birçok soru yöneltildi. Özellikle not ettiğim iki cevabı oldu. Biri “Kürtlerin çoğunlukta olduğu bir bölge anlamında Kürdistan kelimesinin kullanılmasına şahsen bir çekincesinin olmadığını” belirtmesiydi. Diğeri ise “Şeyh Sait’in itibarının iade edilmesinin mütalaa edilebileceğini” söylemesiydi.
“Çatışmadan en fazla zararı toplum görüyor” (*)
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr. Vahap Coşkun, Norveç’in başkenti Oslo’da, Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün (DPI) düzenlediği ve farklı ülkelerin çatışma çözümleri deneyimlerinin paylaşıldığı “Zor Zamanlarda Kapsayıcı Diyalogu Gerçekleştirmek” başlıklı toplantısına katıldı. Coşkun geçmişte, çözüm sürecinde oluşan Akil İnsanlar Heyeti’nde de yer akmıştı. Vahap Coşkun Tigris Haber gazetesine, toplantının içeriği, yeni bir çözüm süreci olasılığı, Saadet Partisi’nin Kürt raporu ve Demirtaş’ın tutukluluğu hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
HDP ve seçim barajı meselesi (*)
HDP’nin baraja takılması temsilde adaleti zedeler. Bölge illerinden yüksek oranda oy alanlar Meclis dışında kalırken çok düşük oy alanlar milletvekili olur. Yaklaşık 6 milyon insanın tercihi çöpe atılır. Bölgede HDP’nin tek rakibi olan AK Parti fazladan kazandığı 60-70 milletvekili sayesinde Meclis’te mutlak çoğunluğa ulaşır.
Marmara’da bir ada (3) “Sokakta leşi sürünmeyen siyasetçi kalmayacak”
Peki ya DP? Menderes ve arkadaşlarının hiç mi günahı yoktu olan bitende? Ağaoğlu, iktidarın bazı hatâlara düştüğünü, akılsız ve basiretsiz adımlar atmış olduğunu kabul eder. Bazen CHP’nin gazına gelip uzak durması gereken alanlara el uzattığını da söyler. Ama bütün bu yanlışların tek bir cezası vardır: İktidardan uzaklaştırılmak. Onu da yapacak olan halktır, askerler değil.
Zihnimin rengi
Mandela’nın en mühim hususiyetlerinden biri, çoğu kez karşıda duranın gözlüğünü takarak meselelere yaklaşmasıymış. Bir grup hakkında şikâyete gelenlere “Peki, onların istediğiniz gibi davranması için siz ne yaptınız? Acaba sizin davranışlarınızda onları böyle hareket etmeye iten bir yanlış olabilir mi?” diye sorarmış.
HDP ve kamburu (*)
Oysa radikal solun kendisinin azami bir Türkiyelileşme problemi vardı. Zira HDP’nin bu “bileşenlerinin” toplumda en ufak bir karşılığı yoktu. Türkiye’nin herhangi bir sorununa dair kitlelerce kabul gören bir çözüm önerileri bulunmuyordu. Programları arkaikti; hiçbir geçerliliği olmayan sözlerden ibaretti. Siyaseti, sloganlar üzerinden yürütüyorlardı.
Ters tepme listesi (*)
Anlaşılan o ki AK Parti, hâlihazırdaki rotasını takip edecek. Demokrasi, özgürlük ve siyasi çözüm taleplerini paranteze alacak, Kürtlere hizmet vaadiyle gidecek. Aday listesi buna göre tanzim edilmiş. Bunun HDP ve Saadet Partisi’ne ise önemli bir avantaj sağladığı şüphe götürmez.
Marmara’da bir ada (2) “Sizi buraya tıkan irade”
“Savcının bile başka memleketlerde ve tarihte misali olmadığını kabul ettiği, SS kıtaları, kara gömleklileri bulunmayan, gazetecilerin, profesörlerin, öğrencilerin her zaman her vasıta ile kolayca karşı koyabildiği, aldığı bütün tedbirlerin işe yaramadığı bir diktatörlük binası! İşte Bayar-Menderes diktatörlüğünün Egesel’in iddianamesinde görülen manzarası budur.”
Marmara’da bir ada (1) Efsanenin silik gölgesi
Ağaoğlu, Yassıada’da öne çıkan en önemli ismin Celâl Bayar olduğunun altını çizer. Eski cumhurbaşkanı, mahkemedeki duruşuyla dostunun da düşmanının da beğenisini kazanır. Menderes’in mahkemedeki hali ise Bayar’ın zıddı gibidir. Ömrü boyunca kavga etmiş bir adamın mahkeme karşısındaki bu süklüm püklüm hali, Ağaoğlu’nun satırlarına hayal kırıklığı olarak yansır.
24 Haziran’a doğru bölgede durum (*)
RAWEST’in verilerine göre, AK Parti 1 Kasım’daki seviyesini (% 39) koruyor. HDP’de ise bir düşüşü eğilimi var; 1 Kasım’dan bu yana % 8’lik bir kayıp yaşanmış, parti % 47’ye gerilemiş. HDP, Haziran 2015’te büyük bir siyasi dalganın üzerine oturmuştu. Sonrasında gelen PKK’nin hendek, barikat ve şehir savaşı stratejisi yüzünden HDP ile seçmeni arasında bir mesafe oluşmuştu. Görünen o ki, bu mesafe varlığını koruyor.
Psikolojik üstünlük kaybı
Fakat bugün öyle bir görüntü yok. Nerdeyse bütün kalemlerde bir düşüş eğilimi var. Erdoğan ve diğer iktidar sözcüleri de bunun farkında. Sanki 16 yıldır kendileri hükümet etmiyormuş gibi daha fazla özgürlük, demokrasi ve hukuk devleti sözü vermeleri, ekonomide normalleşme vaadinde bulunmaları da bunu yansıtıyor.
24 Haziran ve Akşener’in yazgısı (*)
Cumhurbaşkanlığı seçimi daha ilk turda Erdoğan’ın lehine kapanırsa, bunun müsebbibi olarak oklar Akşener’e yönelecek. Gül alternatifine itirazı hatırlatılacak, Erdoğan’a Beştepe’ye giden yolu döşemekle itham edilecek. HDP baraja takılır da onun alması muhtemel 60-70 milletvekilini, barajdan ötürü, AK Parti elde eder ve muhalefet parlamentoda telafisi imkânsız bir güç kaybederse, bunun günahı da Akşener’in boynuna yüklenecek. HDP’siz muhalefet ısrarının, muhalefetin zayıflamasına neden olduğu vurgulanacak.
Barışın zamanı ve adresi
1993’ten bu yana Türkiye’de barış adına farklı süreçler denendi. Bazen doğrudan bazen dolaylı, bazen gizli bazen halka açık görüşmeler yapıldı. Her ne kadar bu süreçlerden arzu edilen netice çıkmadıysa da, bizatihi bu süreçlerin varlığı, gelecekte de demokratik bir sürecin başlaması ihtimalini artırıyor.
İYİ Parti kimin için “İYİ”? *
İktidarı rahatlatan ise İYİ Parti oldu. İYİ Parti, Gül üzerindeki uzlaşmayı kabul etmedi. Cumhurbaşkanlığı için kendi genel başkanı Meral Akşener’i aday göstereceğini ve hiçbir koşulda da bundan vazgeçmeyeceğini ilan etti. Gül, adaylığı için geniş bir uzlaşma koşulunu ileri sürmüştü. Bu olmayınca Gül de aday olmayacağını duyurdu. Böylece ortak aday planı suya düştü. Muhalefet de Erdoğan’a karşı en güçlü adayını kaybetti. İYİ Parti’nin en gerçekçi adayı çerçeve dışına çıkaran bu tercihi, muhalefeti zayıflatırken iktidarın elini güçlendirdi.
Barışı hep akılda tutmak
Müzakereler bittiğinde tarafların vardığı anlaşma halkoyuna sunuldu. Katılım düşük oldu ve 50 bin gibi küçük bir oy farkıyla sandıktan “Hayır” çıktı. Oy dağılımının dikkat çekici bir özelliği vardı: Şiddeti televizyonda gören kentsel bölgelerde “Hayır”, şiddete doğrudan muhatap olan kırsal bölgelerde ise “Evet” oyları ağır basmıştı.
Etik sorgulamanın doğru adresi
Burada bir yanlış var; ama yanlışı yapan CHP değil. Bana göre CHP, dün Erdoğan’ın önündeki bariyeri kaldırırken de doğru yaptı, bugün İYİ Parti’nin 24 Haziran’daki yarışa girmesi sağlarken de. Zira her iki tercih de siyasetin alanını genişletti, siyasi rekabeti daha adil kıldı ve temsil adaletini güçlendirdi.
Taşeron işçinin ekmeğine göz koymak
Diyarbakır’da, kadroya atanmayı bekleyen tam 722 işçinin işine -- güvenlik soruşturmasından geçemedikleri gerekçesiyle -- son verilmiş. Bağlar Belediyesi’nde 255, Büyükşehir Belediyesi’nde 242, DİSKİ’de 76, Ergani Belediyesi’nde 56, Yenişehir Belediyesi’nde 46, Sur Belediyesi’nde 42, Kulp Belediyesi’nde 6, Hani ve Hazro Belediyelerinde ise 5’er işçi kapının önüne konmuş bulunuyor.
Zeytindağı (2) “Tarihin hakkı tarihe, Cemal’in hakkı Cemal’e”
Falih Rıfkı bir kimseyi yüzde yüz övmenin ya da yüzde yüz yermenin gerçekle bağdaşmadığını söyler. Gerçek bu değildir; gerçek belki de ikisinin arasında bir yerdedir. Ancak “kulluk ahlâkına” sahip olanlar, tarihi mutlak övgü veya mutlak yergi şeklinde yazarlar. “Osmanlı tarihi, bu sebeple bir yalan âlemi olmuştur. Yalan, Şark’ta ayıp değildir.” (*)
Zeytindağı (1) “Yok kanun, yap kanun”
Enver sonuna kadar dinledikten sonra “ Vah Necip Bey vah!” der. “Seni de zehirlemişler. Sen ki maneviyata inanırsın, bilmiş ol ki, ben Allah tarafından büyük Türk hakanlığını kurmaya vekilim. Git evinde rahat uyu!”
Mehmet Altan kararı (*)
AYM, bu iddiayı da kabul etmez. Yazının 2010 yılında yazıldığına ve bu tarihte FETÖ’ye ilişkin herhangi bir soruşturmanın bulunmadığına dikkat çeker. Memleketin en önemli gündem maddesi hakkındaki bir yazının FETÖ’nün amaçları için yazıldığını düşündürtecek bir kanıtın olmadığını belirtir.
“Paranız yoksa onurunuz var”
Futbolun endüstrileşmesi, profesyonel düzeyde dahi, her futbolcunun balyayla para götürdüğü ve bir eli yağda öteki balda bir hayat sürdüğü anlamına gelmez. Uyumadan maça çıkmak zorunda kalan futbol emekçileri de bu dünyanın bir gerçeğidir.
Resmî ideolojinin gücü (4)
Gelelim üçüncü ve son derse; bu da liderin dokunulmazlığıdır. İktidar birçok hatâ yapabilir, hayatî yanlışlara düşebilir, kasten kötülükler edebilir -- ama lider asla bunlardan sorumlu tutulamaz. Hatâyı yapan, yanlışa düşen ve kötülüğü eden hep başkalarıdır. Eğer doğru yoldan bir sapma varsa, bunun müsebbibi lider değil, onun çevresinde yuvalanmış şer odaklarıdır.
Resmî ideolojinin gücü (3)
Rauf Orbay’ın siyasî hâtıralarından çıkardığımız ikinci ders, iktidarın kısmî bir krizi kendisi için genel bir fırsata dönüştürme ve yerel bir hadiseyi bütün muhalefeti susturmak için kullanma maharetine dairdir. Şeyh Sait İsyanı’nı muhalefeti tümüyle ezmek için bir fırsata dönüştüren hükümet, bütün hakların üzerinden silindir gibi geçmiş ve kanun adı altında kanunsuzluğu egemen kılmıştır.
Oyunu bozmak yetmez; oyun kurmak lâzım!
TS’nin her şeyden önce ofansif oyun üzerinde daha fazla düşünmeye ihtiyacı var. TS, ofansif yapılanmasını hem oyuncu hem de plan bazında çeşitlendirmek zorunda. Tam da bu noktada kazanılması gereken üç oyuncu var: Sosa, Rodallega ve Castillo.
Resmî ideolojinin gücü (2)
Rauf Bey ayrılmak için bir sebep bulunmadığından bahisle Halk Fırkası içinde kalmayı sürdüreceğini söyler ama artık işin dikiş tutmayacağı bellidir. HF’de yolun sonuna gelmiştir; “kahraman” olduğu dönemler geride kalmış, iman derecesinde bağlılık göstermediği için “hain” okları ona yönelmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin iptali
AYM’nin yorumuna, ağır ceza mahkemelerinin gerekçelerine ve bunlara karşı ileri sürülen itirazlara ilişkin hukuki tartışmalar yapılabilir. Meseleye farklı perspektiflerden bakılabilir. Ancak bir birinci derece mahkemesi, bir anayasa normunu AYM’den farklı yorumluyor diye AYM’nin verdiği bir karara “uymuyorum” diyemez. AYM’nin kararını tanımamak, anayasayı ihlal etmek demektir.
OHAL, nasıl bir hal (3) Zorunlu kıyafet
Masumiyet karinesi, bir çekirdek haktır. Olağanüstü bir halin olması, bu hakka aykırı bir düzenleme yapılmasına cevaz vermez. Şartlar ne denli ağır ve vaziyet ne denli nazik olursa olsun, masumiyet karinesini zedeleyen bir norm konulamaz. 696 Sayılı KHK’nın tutuklu ve hükümlerin tulum giymesini zorunlu kılan 103. maddesi, masumiyet karinesinin açık bir ihlalidir._x000D_
_x000D_
OHAL, nasıl bir hal? (2) Sivillere yargı muafiyeti
Sözlü beyanların bir bağlayıcılığı yoktur; doğrusu, şüpheleri giderecek bir düzenlemenin yazıya geçirilmesidir. Ne var ki hükümet haklı ve yerinde bir uyarının gereğini yerine getirmiyor. Hattâ işi, eleştiri sahiplerini darbecilere kol kanat germekle suçlamaya kadar götürüyor. _x000D_
_x000D_