Vahap Coşkun
Yeni dönemde HDP
HDP’nin Türkiye’nin AK Parti-MHP ortaklığındaki iktidardan kurtulması gerektiği konusundaki kanaati kesin. Mamafih, parti, iktidar değişimlerinin her zaman bir çözüm üretmediğinin de ayırdında. Değişim, salt bir iktidarın gitmesi ile sınırlı düşünülmemelidir. Türkiye’nin esas derdi, cumhuriyetin bir asırdır demokrasi ile buluşamamasıdır. Siyasetin vazifesi, evvela bunu tespit edip, bir fırsat kapısı açma potansiyeline sahip önümüzdeki seçimleri demokratik cumhuriyeti kurmak için kullanmaktır.
Kürtler ve muhalefet
Muhalefet, iktisadi krizin olduğu, hukuki güvenliğin ortadan kalktığı ve özgürlüklerin berhava edildiği bir ortamda, iktidarın kaçınılmaz bir yenilgiye uğrayacağına ve kendisinin de doğal olarak seçimi kazacağına inanıyor. Bu da bir rehavete neden oluyor, muhalefetin Kürtlere dönük bir dil geliştirmesini engelliyor. Erken zafer havası, temelsiz bir özgüven ve can sıkıcı bir duyarsızlık gibi pek de tekin olmayan duygular, muhalefeti iktidardan daha fazla hırpalayabilir. O duygularla bugünden yüzleşmek lazım, yoksa yarın çok geç olabilir!
Toplumsal barış için dengeli iktidar
İktidarın mutlak gücünü artırmayı ve sivil-siyasi muhalefeti elden geldiğince etkisizleştirmeyi amaçlayan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, son derce eklektik bir yapıya dayanıyor. Hemen her sistemde iktidara yarayan hangi unsur varsa, bu unsurların seçilip sisteme monte edildiği görülüyor. Bütün yetkiler tek bir odakta, cumhurbaşkanında toplanıyor. Sistemde cumhurbaşkanını sınırlayacak herhangi bir denge ve denetleme mekanizması bulunmuyor.
Bu kez pabuç pahalı
Siyasi manzara HDP’nin dünkü (3 Temmuz) 5. Büyük Kongre’sinden sonra artık daha berrak: Eğer Millet İttifakı ya da Altılı Masa, cumhurbaşkanı adayının belirlenme sürecinde HDP ile sağlıklı bir görüşme zemini oluşturamaz ve dahası HDP’nin tasvip etmeyeceği bir isimde karar kılarsa, HDP seçimlere kendi adayıyla katılacak. HDP için bu karar hem bir riski hem de bir fırsatı barındırıyor.
Vesayet karşıtlığından vesayet mimarlığına
Dün siyasi yasaklarla mücadele ederek zafere uzanan AK Parti, bugün siyasi yasaklardan medet umuyor ve hatta ülkeyi siyasi yasaklarla tanınan bir ülkeye dönüştürüyor. Dün brifinglerle karar veren bir yargıya karşı yükselen itirazı temsil eden AK Parti, bugün kendisi talimatla işleyen bir yargı mekanizmasına bel bağlıyor. Ve dün bürokratik vesayet karşıtlığının keskin sözcüsü olan AK Parti, bugün kendi eliyle dört başı mamur bir vesayet rejimi inşa ediyor.
Sri Lanka: Askeri zafer barış getirir mi?
Sri Lanka, 21’inci yüzyılda bir devletin bir isyancı grubu bütünüyle mağlup etmesinin ilk misali olması hasebiyle, bu neviden sorunlar yaşayan ülkeler bakımından bir çatışma çözüm seçeneğine dönüştü. Fakat gerçek bir barışın inşası için çalışılmazsa, askeri zaferle halının altına süpürülen sorunlar gün gelir tekrardan oraya çıkar. Sri Lanka, işte bugünlerde tam da bunu tecrübe ediyor.
Yıpranmadan kazanılmaz
Muhalefetin adayını yıpratacak hamlelerin sadece iktidardan geleceği varsayılıyor. Fakat aday belirsiz kaldıkça muhalefetin kendi içinde giderek hararet kazanan tartışmaları, potansiyel adayları iktidardan daha fazla hırpalar hale getiriyor. Muhalefette her bir adayı destekleyen çevreler var. Her çevre kendi adayını parlatmak için diğer iki adayı soluklaştırmaya çabalıyor.
Öcalan eylemleri ve iktidarın ‘kazan-kazan’ı
HDP’nin bu derece hassas bir dönemde, geniş kesimlerin tepkisini çekeceği belli böylesine radikal bir hamleye girişmesinin nedeni nedir? Bilhassa Mithat Sancar’ın partinin eş genel başkanı olmasından sonra HDP herkes ile konuşmaya, mutedil ve sorumlu bir dil kullanmaya çalışan bir görüntü verdi. O halde, partinin bu görüntüsüne tamamen ters düşen Gemlik yürüyüşlerinin altında yatan ne olabilir?
Netlik ayarı
Bugünlerde muhalefet cephesinde eksikliği duyulan güvenin inşası ve halka umut aşılanması, ancak sorumluluk sahibi ve güçlü bir aday ile mümkün olabilir. Bu nedenle muhalefet, adayını hep bir sonraki aya, bir başka bahara bırakmamalı ve halkın sabrını da daha fazla zorlamamalıdır.
Sezon sonu notları
Her sezon başlangıcında yeni heyecanlara açılan yelkenimi üç umutla, beklentiyle doldurur, bunun için dua ederim: Türkiye’de Trabzonspor ve İspanya’da Real Madrid şampiyon olsun. Ve elbette Şampiyonlar Ligi’nin tepesi de Real’in eflatun-beyaz rengine boyansın. 2022, dualarımın kabul gördüğü bereketli bir yıl oldu. 2022’den futbol adına son beklentim, 21 Kasım’da Katar’da başlayacak Dünya Kupası’nı Arjantin’in kazanması. Eğer kupa Messi’nin elinde yükselirse, 2022 dört dörtlük olacak!
Müspet ama sınırlı bir değişim
Seçmenler bakıyor, izliyor, dinliyor ve CHP’deki değişimin çapını anlamaya çalışıyorlar. Henüz bakma ve anlama çabası, CHP’ye dönük büyük bir oy kayması yaratmadı, ama CHP’ye olan ilgiyi artırdı. Artık CHP denildiğinde insanlar cin çarpmışa dönmüyorlar. “Asla bir CHP’liye oy verilmez” algısı kırılıyor. Bu da yerel seçimlerdekine benzer bir manzaranın, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tekrarlanma olasılığını artırıyor.
“Finalleri oynamıyoruz, kazanıyoruz”
Serbestiyet yazarı Vahap Coşkun Independent Türkçe'ye yazdığı yazıda fanatik taraftarı olduğu Real Madrid’in Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde kupaya uzanışını anlatı. Real Madrid’in kupa bağımlısı olduğunu belirten Coşkun’un yazısını serbestiyet okurlarıyla paylaşıyoruz.
Kürtler ve Mansur Yavaş: Laboratuvardan çıkıştan sonrası…
Van’daki ‘inşallah’ bocalaması ve akabindeki yalanlama, Yavaş için iyi bir sinyal sayılmaz. Bu vaka, Yavaş’ın cazibesini siyasetsizliğine ve konuşmamasına borçlu olduğu, ağır siyasi sorunlarla alakalı konuştukça süksesini yitireceği yönündeki tahlilleri doğrular nitelikteydi. Yavaş’ın adaylığı, bugüne kadar hep, tabir-i caizse laboratuvar ortamında konuşuldu, konuşuluyor. Hep steril alanda kaldı ve bu da onu parlak kıldı. Ancak bu parlaklığın gerçekliğini sınamak için, laboratuvardan çıkmak gerek.
Bir çöküş planı
Gerçekliğe bir yerden değmeyen iddialar, evvela sahibinin güvenilirliğini bitiriyor. Sürekli müracaat edilen bir argümanı her defasında boşa çıkan biri, kaçınılmaz olarak, artık yalancı çobanın kaderini yaşıyor. (…) Muhalefeti dar bir tabana ve mahalle duvarlarına hapseden ideolojik saplantısı yüksek bir siyasetten ne CHP’ye ne de Kılıçdaroğlu’na ekmek çıkar. ‘Erdoğan kaçacak’a bel bağlayan bir siyaset, akıl kârı değil.
“Vur kır parçala, bu maçı kazan”
Bedeline ve üreteceği neticelere bakılmaksızın, ne yapıp edip mutlaka ama mutlaka kazanmak gerektiğini salık veren tavır, siyasete iki yanlı zarar verir: Bir yandan, ahlaki ilke ve kaygıları paranteze alır. Çünkü kazanmak tek düşünce olduğunda; çoğunluktaki arızalara en azından göz yumulması -ve bazen de bunların körüklenmesi- kaçınılmaz hale gelir. Diğer yandan ise bu, siyasetin yanlışlara karşı durma ve ön açma misyonunu da köreltir.
‘Nazi Almanyası’nda hukuk’
Nazizm, bir avuç sapkının koca bir ülkeyi uçuruma sürüklemesi değildi. Toplumun her kesimi, değişen oranlarda Nazilerin suçuna ortak olmuştu. “Nazi yıkım makinesi her mesleği ve her mesleğin temsilcilerini içeriyor” idi. Hukukçular da, diğer meslek erbapları gibi, soykırıma katılmışlardı.
“Hukuk herkese lazım”
Otoriter ve totaliter ülkelerde muhaliflerin sindirilmesi, hukukun en mühim vazifelerinden biri olur. İktidar, herhangi bir nedenden ötürü kendisi için tehlikeli addettiği kişi ve grupları saf dışı etmek için bir sopa olarak hukuka müracaat eder. Muhalifleri sahadan sürmek için yeni suç kategorileri ihdas edilir ve geçmişte bir suç teşkil etmeyen eylemler yeniden “kıymetlendirilerek” suç kapsamına alınır.
Adaylığın üç tarz-ı siyaseti
Millet İttifakı’nın adayları olarak hâlihazırda konuşulan üç isim var; Kemal Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu. Her üçü de Beştepe’ye çıkmak istiyor; ancak her birinin yoğurt yiyişi farklı; amaçlarına ulaşmak için farklı yolları deniyorlar. Bu meyanda, namzet olmak için takip edilen üç farklı siyaset tarzından söz edebiliriz.
Serbest Fırka Hatıraları
Mustafa Kemal’in bir süreden beri ikinci bir partinin kurulmasını istediği bilinmektedir. O, CHF’ye karşı bir muhafazakâr partinin kurulmasına taraftardır. Ancak Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya gibi çekirdek kadrosundaki aktörler, muhafazakârların sayısı fazla olduğu için bunu tehlikeli bulurlar. Onlar, Mustafa Kemal’e, toplumsal tabanı olmayan ve kolaylıkla alt edebilecekleri bir sosyalist partinin kurulmasının daha doğru olacağını söylerler.
Yargı bağımsızdır, bize tâbi oldukça!
Kavala Davası, Türkiye’de yargının mevcut konumunu gösteren sembol bir davaya dönüştü. Ne yazık ki Türkiye’de yargı, büyük bir oranda, yürütmeyi denetleyen bir organ olma vasfını yitirdi, yürütmenin yardımcı gücü rolüne büründü. Bugün mahkemelerden beklenen, her daim iktidarın arkasında durması ve iktidarın tercihlerini bir hukuki karar kalıbına sokup halka dayatmasıdır. Türkiye’de suç mevzuattan kopartıldı. Artık önemli olan bir kişinin gerçekte suçlu olup olmadığı değil, o kişinin suçlu olarak gösterilmesine iktidarın ihtiyaç duyup duymaması...
Doğum günü çocuğu
Ve nihayetinde o sene bu sene oldu, o gün geldi. O çocuklar, ilk şampiyonluklarını daha ufacıkken, hayat yolunun başındayken tattılar. Umarın onlar da bizim gibi üst üste şampiyonluk taçları takacak kadar şanslı olur ama bizim kadar uzun bekleyişler yaşamazlar.
Barışın kâr payı
İzzet Akyol’un DPI için yaptığı araştırmaya göre 1985-2021 arasını kapsayan 36 yılda Türkiye’nin toplam milli gelirinin (GSMH) yaklaşık %1 kadarı çatışmalarda yok oldu. Eğer bu kaynak çatışma ortamında eriyip gitmeseydi, Türkiye bugün 4,5 trilyon dolar daha büyük bir ekonomiye sahip olacaktı. Geri kalan her şey aynı olsa bile, çatışmalarda buharlaşan kaynak ekonomide kalsaydı, milli gelir yüzde 35 oranında artacaktı.
Kürd Kadınları Teâli Cemiyeti (1919)
Tarihte kurulan ilk Kürt kadın derneği olarak kabul edilen Kürd Kadınları Teâli Cemiyeti, Osmanlı’daki diğer kadın dernekleri gibi, aristokrat ailelerinden gelen kadınlar tarafından kurulur. Babanzadeler, Bedirhaniler ve Cemilpaşazadeler gibi saygın aileler, siyasi ve kültürel sahada Kürt toplumunu derinden etkilerler. Cemiyet’in ana gayesi, Kürt kadınların entelektüel düzeylerini geliştirmek, maddi durumlarını ve toplumsal koşullarını iyileştirmek için onlara yardımcı olmaktır.
Birlikte ama farklı
Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV), “Türkiye’de Bir Arada Yaşarız” adını taşıyan kapsamlı bir araştırma yayınladı. Araştırma, bir arada yaşamanın sınırlarına ve imkânlarına odaklanıyor ve kutuplaştığı düşünülen insanların gerçekte ortaklaştıkları değerler ile bir arada yaşama istek ve kapasitelerine dair önemli bulgular ihtiva ediyor.
Aranan devlete ulaşılamıyor!
AK Parti ve MHP’nin ortaklığında Türkiye’de çok ciddi bir anti-Kürt atmosfer yaratılıyor. Kürt kimliği, Kürtlüğü sembolize eden değerler, Kürtçe ve Kürdistan ismi adeta bir suç gibi sunuluyor. Kürtlere saldırmak için bekleyen bazı kamu görevlileri ve siviller için bu atmosfer, büyük bir imkân sağlıyor. Çeşitli bahanelerle Kürtlere yöneliyor, onlara ve değerlerine hakaret ediyor, onları maddi ve manevi ağır zararlara uğratıyorlar. Bunu yaparken pek pervasızlar; çünkü Kürtlere saldırdıkları için devlet tarafından gerektiği gibi cezalandırılmayacaklarını biliyorlar.
İsmet İnönü’ye mektup
“Tekrar ediyoruz Sayın İnönü, Cumhuriyet devleti hududları içinde ve mütekâsif olarak asgari sekiz milyon Kürt yaşamaktadır ve bunlar mesela Kıbrıs’taki Türkçe konuşan kitlenin haiz olduğu siyasi, içtimai, harsi ve iktisadi hakları serbestçe kullanmaktan vazgeçtik, kendilerine Kürt diyebilmek, anadillerini serbestçe konuşmak ve okuyup okutabilmek hakkına bile sahip değillerdir.”
Diyarbakır’ın insan hakları algısı
Rawest tarafından yürütülen “Diyarbakır İnsan Hakları Algısı” başlıklı araştırmanın katılımcılarına göre en çok kadınların ve Kürtlerin hakları ihlal ediliyor. Onları çocuklar takip ediyor. Kadınlar kadın kimliklerini, erkekler ise Kürt kimliklerini öne çıkarıyorlar. Eğitim düzeyi yüksek olanlar ve gençler, kadınların hak ihlaline uğradığını daha çok ifade ediyorlar. En çok hak ihlalinin devlet, erkekler ve yargı/mahkemeler tarafından yapıldığı belirtiliyor. Polis, medya ve asker, diğer hak ihlalcisi aktörler olarak, bu üçlünün ardından geliyor.
Daha Türkiyeli bir Kürt
Baskı ve ayrımcılık gibi dinamikler Kürtlerin kimlik bilincini bileyleyip onları daha milliyetçileştirirken, göç ve eğitim gibi diğer bazı dinamikler de Kürtleri daha Türkiyeli yapıyor. Kürtler Türkiye’de, ama kimlikleri ve hakları teminat altına alınmış eşit bir vatandaş olarak yaşamayı istiyorlar.
Kimse masum değil!
MetroPoll Stratejik ve Sosyal araştırmalar Merkezi’nin “Türkiye’nin Nabzı: Mart 2022” başlıklı araştırmasında, geniş kapsamlı bir “kadın hakları ve kadınların sorunları” dosyası var. Türkiye’de kadın hareketi önemli bir ivme kazanmış olsa da, başta şiddete maruz kalmak üzere, kadınların gündelik hayatlarında karşılaştıkları problemler maalesef devam ediyor. Araştırmaya göre iktidar, kadına karşı şiddetle etkili bir mücadele yürüttüğüne dair kendi tabanını bile ikna edebilmiş değil.
Bir Kürt aydınından Mustafa Kemal’e mektup
20’nci yüzyılın önemli Kürt aydınlarından Emin Ali Bedirxan Bey’in hukukçu ve dilbilimci oğlu Celadet Bey, 1933’te Mustafa Kemal’e hitaben bir mektup kaleme alır. Mektubunun ilk kısmında hukukçu ve siyasetçi şapkasıyla rejimin Kürt politikalarını mercek altına alır ve Kemalist rejimin Kürt karşıtı bir siyasetle alabileceği bir yolunun olmadığını söyler. İkinci kısmında ise bir dilbilimci olarak, Cumhuriyet rejiminin Kürtçeye karşı izlediği siyaseti, nazik bir dille ama çok sert bir şekilde tenkit eder.