Yıldıray Oğur

Ekonomik kriz “bağımsızlığın” bedeli mi?

Türkiye’nin ekonomisinin iyi yönetildiği dönemlerdeki bağımsız iç ve dış politika adımlarının ekonomik bedeli olmadı. Çünkü işler hala kitabına uygun olarak yürütülüyordu. Türkiye, 2017’den sonraki otoriterleşme sürecinde bile eğer irrasyonel tezlerin peşinden gidilmeseydi ve ekonomi yönetimi ehil olmayan kadrolara emanet edilmeseydi bütün dünyadan negatif ayrıştığı bu rakamları görmeyebilirdi.

Bir zamanlar faiz o kadar da ‘haram’ değilken…

Peki, 2006 yılında Başbakan Erdoğan “nas ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor?” demeden serbest piyasacı bir ekonomik programı uygularken, faiz konusunda İslam dünyasına açılım çağrısı yaparken, “enflasyon kadar faiz haram değildir” tezini D-8 toplantısında dillendirirken Türkiye’de enflasyon, faiz oranları ne durumdaydı?

Kemal bey’e helalleşme yolculuğunda adres önerileri

Bir parti liderinin oy alamadığı kesimlere helalleşme çağrısı yapmasından rahatsızlık duyanların hem matematikten hem de siyasetten anlamadıkları açık. Halbuki bu kesimlerin oyuna ihtiyaç duyan, onları ikna etmek zorunda olan parti CHP. Tabii ki bu yüzden kendini daha iyi anlatması, helallik istemesi gereken parti de CHP.

Kulüp dizisinin yedinci bölümü: “Dönemin şartları”

79 yıl önce Yahudiler, Ermeniler, Rumlar “Harp zengini bunlar” diye çalışma kamplarına gönderilirken ki vurdumduymazlık, 2021 yılında “harp kaçkını” Suriyeli gençler muz videosu yüzünden gözaltına alınırken, kaçtıkları ülkelerine geri gönderilmeye çalışılırken, Bolu Belediye Başkanı mültecilere suyu, evlenmeyi bile yasaklarken, Kürdistan diyen hapse atılırken sürüyor. Çünkü dönemin şartları...

Atatürk’ü rahat bırakabilecek miyiz?

Vefatından 83 yıl sonra bile bugün Atatürk, Türkiye’de hala modern hayatın, modernleşmenin sembolü ve koruyucusu. Bu da onun ideolojisinin ölümsüzlüğünün değil, hala herkesin kendini güvende ve özgür hissedebileceği ortak ve kalıcı bir modern demokrasi ve hukuk referansı inşa edemediğimizin ispatı. Bu Atatürk’ün başarısından çok hepimizin ortak başarısızlığı.

Bahçelievler’deki camiden Türk bayrağıyla uğurlanan ‘Rus korgeneral’in hikayesi…

Enveroviç’in hikayesi Türkiye’de devletin aslında zannedildiği kadar her şeye hakim, kudretli ve uyanık olmadığını, devleti yönetenlerin dünyadan kopukluğu ve ideolojik önyargıları yüzünden ne kadar korumasız ve saf olabildiğinin de bir hikayesi...

Bir zamanlar Batı yine içişlerimize müdahale ederken…

Bu en zor gününde Erdoğan’a partisi, İslami kesimin dernek ve kanaat önderleri, bir grup liberal aydın, Ahmet Kaya, Adnan Şenses gibi sanatçılar, kınama açıklaması yapan İHD’nin dışında beklemediği iki yerden daha destek geldi. Avrupa Konseyi ve ABD...

Tam 98. yılı kutlarken olanlar…

Cumhuriyet denince ortada sadece kutlanacak şeyler değil, üzerinde düşünülecek büyük travmalar, dersler çıkarılacak acılar ve hatalarla dolu bir tarihi tecrübe de var. 98. yıl kutlamalarının ortasına düşüp, can sıkan üç haber tekrar bunu hatırlattı.

Katı olan her şey buharlaşıyor, Diyarbakır’da da

Solcuların, liberallerin, AK Parti iktidarının çözüm çabalarıyla muhafazakar kesimin farkına vardığı bu acı hakikatlere, bu sergi sayesinde bugüne kadar buraya dönüp bakmamış beyaz Türkler de baktı. Bunlar onların da ortak hakikatleri olmaya biraz daha yaklaştı. Hafıza Odası sergisi, ortak bir hafızanın kurulmasına hizmet etmiş oldu. Bu sırada, sanatın, diyaloğun, iyi müziğin ve iyi yemeğin etkisiyle Marx’ın meşhur sözündeki gibi katı olan her şey buharlaştı.

Peki orta sınıflar da Gulaglara mı?

Turhan’ın anlattığı ekonomik modelin basit bir sonucu var: Orta sınıfın çökmesi. Çünkü bu teze göre Türkiye ucuz üretim üssü haline gelecek. İnsanlar da ucuz maliyetli işçiler olarak bu üretim sektöründe iş bulmaya başlayacak. Yani tüketici, hizmet sektörlerinde çalışan maaşlı orta sınıf, işçi sınıfı haline gelecek. Enflasyon ve kur yüksek olduğu için de orta sınıfın yaşam tarzı değişecek. Türkiye’nin Çin’in yerine bir üretim ve tedarik üssü olmasından duyulan heyecan, zaman zaman gazete haberlerine de yansıyor.

Beni Sadr kandırılmış mıydı?

Siyaset sadece zafer, işbirliği değildir, daha çok yenilgidir, hayal kırıklığıdır, tasfiyedir, aks değiştirmektir. Bu aks değiştirmelerde küçük insanlar, entelektüeller genelde arada kalır. Fırsatçılıklar, erken ümitler genelde hayal kırıklığına neden olur. Ama buna her zaman kandırılmak, aldatılmak denemez. Çoğunlukla insanlar hayır, iyi olduğunu düşündükleri bir şey için elini taşın altına sokmayı, risk almayı göze alırlar. Önünden akan dünyaya müdahale etmek, taraf tutmak, pozisyon almak her zaman risk almaktır. Hiçbir şey yapmayan her zaman haklı çıkar.

Peki, “Yetmez Ama Evet” değil miydi?

Yetmez Ama Evet tartışması artık geçmiş hakkında değil, gelecek hakkında bir tartışma. Bu turnusola bakarak ortak bir gelecek kurup kuramayacağımız, birbirimize güvenip, bir kere daha “Yetmez Ama Evet” deyip diyemeyeceğimiz ortaya çıkacak. Çünkü birbirine güvenip, zaman zaman demokrasi için uzlaşarak, risk alıp “Yetmez Ama Evet” diyemeyen toplumlar bir otoriterlikten diğerine geçip durur...

Durmuş Durduyan: Elden ele dolaşan ırkçı bir komplo teorisi…

Türkiye’de siyasi hasımlıkta ölçü kolay kaybolur, ‘düşmana’ belden altı vurmak meşru görülür. Birisi bir grubun atış serbest menziline girdiyse, gerçekler, ahlak atın terkisine çok rahat atılır. 86 yaşında küresel bir oyun olarak gördüğü için maske takmayıp, aşı yaptırmadığı koronavirüsten hayatını kaybeden Asiltürk için de böyle oldu.

Pastörün kızı “Hristiyan Demokratları” nasıl “Demokrat”laştırdı?

Merkel, Alman siyasetini değiştirdi ama en çok da partisi Hristiyan Demokratları değiştirdi. Siyasetin merkezinin restorasyonu, Merkel’in siyaseten mirasının belki de en önemli kısmı. Bizi de yakından ilgilendiriyor. CDU’nun hikayesi, 2001’de kurulurken kendisine “Müslüman Demokrat” dememek için “Muhafazakar Demokrat” diyen AK Parti’nin hikayesine çok benziyor.

Bir varmış, bir yokmuş…

Meğer üzerine 100 yıl boyunca adlarını yan yana yazınca bile bir sayfayı dolduran onlarca rapor yazılıp çözüm yolları aranan mesele aslında hiç yokmuş. Bu yokluk da ilk kez keşfedilmiyor.

Sabotajcıları yakalayın!

Sergey Loznitsa’nın 127 dakikalık belgeselini izlerken ister istemez insanın aklına az önce haberlerde izlediğiniz fahiş fiyatlarla ve fırsatçılarla mücadele haberleri geliyor. Karaborsacı soğancılar, fiyatları yükselten fırsatçı yumurta lobisi, fahiş zam yapan açgöz halciler, vatandaşın belini büken marketçiler... Nasıl olsa yüksek enflasyon, artan girdi maliyetleri, döviz kuru, Merkez Bankası’nın müdahaleleri gibi karmaşık ekonomik açıklamalardan daha net cevaplar bunlar.

Belki de sadece açıp sözlüğe bakmışlardır…

Nasıl olmuş da 1966 ve 1982 yıllarında yayınlanmış iki ayrı kitapta İngilizce ve Almanca’dan “ensest” kelimesi “kızılbaş” olarak çevrilebilmiş? Çünkü Türkiye’nin en popüler sözlükleri de yıllarca böyle çevirmişler. Sorun cehaletten daha büyük.

Muhalefet “Yetmez ama evet” dedirtebilecek mi?

Bugün muhalefetin tam da ihtiyacı olan yaklaşan seçimde, bugüne kadar kendisine oy vermemiş toplumsal kesimlere 2010’da AK Parti’nin başardığını yaparak, “Yetmez ama evet” dedirtebilmek, bu rızayı üretebilmek.

Peki bundan Halide Edip’in haberi var mı?

Bir kaç ay önce İstanbul Üniversitesi resmi Twitter hesabından bir mesaj paylaştı.Tweete iliştirilmiş fotoğrafta tıklım tıklım dolu bir salona konuşan Halide Edip görünmekteydi.Fotoğrafın altına şu not düşülmüştü: “Halide Edip, üniversitedeki profesörlüğünde ilk dersi verirken." Tweet çok popüler oldu. O yıllarda üniversitenin efsane kadrosunu övenler espriler yaptılar. Ama çok az kimse fotoğrafın hangi yıl çekildiğini merak etti.

Muhalefetin erken “zafer” kutlamaları ve bir uyarı….

Bir süredir muhalefet cephesinde, özellikle de muhalefetin medya ve entelektüel kanadında anketlerde iktidarın oylarının düşüyor görünmesiyle artan bir özgüven, erken bir zafer havası görülüyor.İktidarın kötü performansının her şeye yeteceği, bütün oyların cepte olduğu zannediliyor. Bu erken zafer havası muhalefet cephesinde özeleştiri yapmak, geri basmak, ikna etmek gibi çabaları anlamsızlaştırıyor. Bu da esas olarak oylarına ihtiyaç duyduğu dindarlara ve Kürtlere, muhalefetin değişmediği, sadece takiyye yaptığı hissini geçiriyor.

Peki kabak kimin başında patladı?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Hal Müdürlüğü, Ticaret Bakanlığı İl Ticaret Müdürlüğü ve Anadolu Yakası Cumhuriyet Savcılığı’nın ortak soruşturmasının sonucu: Çöp kamyonuna dökülen kabaklar zaten bozuktu. Ayrıca video iki ayrı günde çekilmişti. 2 ton kabak çöpe atılınca fiyatların değişmesi de zaten mümkün değildi. Ama videoyu dolaşıma sokanlar, medyayı, bakanlığı, polisi görev çağıranlar bir an bile “acaba kabaklar bozuk olabilir mi” diye düşünmemişti. Çünkü tek ilgilendikleri; artık herkes için dayanılmaz hale gelen hayat pahalığının, gıda enflasyonun sorumluluğunu toz kondurmak istemedikleri iktidarın üzerinden alıp bilinmeyen şer odaklarına atmaktı.

Kısıklı’dan bakınca pek şahlanıyor gibi görünmüyor

Güvenlik güçlerinin artık resmi üniformalarının bir parçası haline gelmiş büyük yüzüklerin anlamını Van Havalimanı’ndaki bir hediyelik eşya dükkanında daha iyi anlıyorsunuz.Bu havalimanını kullanan Van, Bitlis, Hakkari’de MHP ve İYİ Parti’nin oy oranlarının toplamı bile yüzde 5’in altındayken, havalimanının hediyelik eşya bölümündeki bütün yüzüklerin böyle olmasının ve bunun bu kadar rutinleşmesinin devlet için pek iyiye işaret olmadığı açık.

Bir fotoğrafın izinden Afganistan…

Böyle zor bir ülkede radikal modernleşme deneyimleri Kabil ve bir kaç şehrin dışına çıkamadı, daha radikal modernleşme adımları geleneğin sert kayalarına çarptı, orduda örgütlenip darbeyle devrim yapan komünistlerin neden olduğu kaos ve işgal ülkedeki direnişin İslami rengini belirledi, ABD işgali ise bu rengin iyice koyulaşmasına neden oldu. Ve sonuç; Taliban...

Ya davul zurnayla gitmek istemezlerse?

Mülteci karşıtlığı üzerinden ortaya çıkan milliyetçi dalga, Batı karşıtlığı, anti-hümanizm, linç kültürü günün sonunda muhalefetin başına çorap örebilir, siyasi atmosferi iktidarın istediği bir yere çekebilir. Avrupa ile ilişkiler ve Suriye’nin durumu bu haldeyken, dört milyon insanı davul zurnayı bırakın, Ümmü Gülsüm’le, Feyruz’la bile Türkiye’den gönderemezsiniz.

Milliyetçiliğin gazına basmak muhalefete oy getirir mi?

İktidarla milliyetçilik yarıştırmak; beka kaygısı, ülkemiz tehdit altında endişesi, olağanüstü hal ve seferberlik duygusunun topluma hakim olmasına da neden oluyor. Günün sonunda bu, bütün seçim stratejisini bu duygular üzerine kuran Cumhur İttifakı’nın yelkenlerini de şişirebilir.Konunun aciliyeti, ekonomik sorunları bile karşısında hükümsüz kılabilir. Halbuki muhalefet, milliyetçilik yarışına girmeden, rasyonel, mutedil görünerek yerel seçimlerde ve İstanbul seçimlerinde başarılı olmuştu.

Sabotaj iddiaları hakkında elde ne var?

Şimdiye kadar sabotajcı denenlerden Ankara’da bir kişinin akli dengesinin yerinde olmadığı, Büyükada’da üç kişinin denizden atık yağ bidonu çıkardığı, Manavgat’ta az kalsın linç edilen iki kardeşin yangın söndürmeye yardıma geldiği, Aydın’da beş kişinin ise ormanda hovardalık yaptığı ortaya çıktı. Haberlere göre orman yangınlarıyla ilgili hala gözaltında olanlar var. Ama onların ormanı kundaklayarak yaktıkları ya da terör örgütleriyle ilişkileri olduğuyla ilgili elde bir bilgi yok.

Influencerlardan mandacı çıkarmak…

“Moral bozmak”, “ümitsizliğe sevk etmek”, “devleti acziyet içinde göstermek” gibi kanaatlerden TCK’da yazılı suçlara ulaşma becerisi her seferinde insanı şaşırtıyor. Şimdi bu kötü hukukun muhatabı, bugüne kadar işin bu kısmıyla çok da muhatap olmamış apolitik sanatçılar, ünlüler. Suçları, yol kesip kimlik kontrolü yapmak, sabotajcı cadı avına çıkıp insanları linç etmek, tv yayınlarına saldırmak değil, ülkelerinin ormanları yanarken öfkelenmek, seferber olmak, yurt dışından yardım uçağı için çağrı yapmak...

“Teşekkürler yabancı”

Türkiye’nin de bir parçası olduğu AB’nin acil durumlar için kurduğu ağdan bile yine “milli gurur” meselesi yapılıp altı gün sonra yardım istendi. ABD’ye maske göndermekle övünen bir iktidar, 30 ayrı yerde süren yangınlar için komşulardan yardım istemeyi içine sindirememiş görünüyor. Yurtdışından yardım isteyenler mandacılıkla, devletimizi aciz göstermeye çalışmakla suçlanıyor. Benzer çaptaki bir yangın ve deprem karşısında dünyanın her ülkesinin isteyeceği bu yardımları iktidar gurur meselesi yaparken de maalesef yanan yandı.

Siyasi kundakçılıkla çıkan yangınları amfibi uçaklar bile söndüremez!

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’ndan CHP liderine, Cüppeli Ahmet Hoca’dan sürekli Atatürk’ün bilimle ilgili sözlerini paylaşan Kemalist gazetecilere kadar herkes sabotaj olduğundan çok emin. Bir ara adı MİT müsteşarlığı için geçen Türkiye’nin eski ABD Büyükelçisi, Ankara eski Belediye başkanı sahte videolarla sabotaj iddiasını desteklemeye çalışıyor. Aksini söyleyenler PKK propagandası yapmakla suçlanıyor. Bu bilgi kirliliği yüzünden Manavgat’ta yangını söndürmeye yardıma giden iki kardeş az kalsın 20 plakalı araçları yüzünden yöre halkı tarafından linç edilecekti.

‘Yabancı’ya su yok noktasına nasıl geldik?

Suyu düşmanından bile esirgemenin ayıp görüldüğü, herkesin herkese verecek bir bardak suyunun olduğu bir ülkede, suların gürül gürül aktığı bir şehrin başkanı “yabancı uyrukluları” susuzlukla terbiye etmeyi düşünebiliyor ve daha kötüsü bu sosyal medya mesajının altında binlerce kişi “adam gibi adam” olan başkanı tebrik kuyruğuna giriyor. Üstelik Bolu, “yabancı uyruklular”ın o kadar da kötü insanlar olmadığını bilmesi beklenen bir şehir. 12 Kasım 1999 Bolu-Kaynaşlı-Düzce depreminde şehrin yardımına “yabancı uyruklular” da koşmuştu.