Yıldıray Oğur

“İsimleri silinsin”

Knesset’e altı milletvekili sokan Dini Siyonizm, koalisyon görüşmelerinde Netanyahu’nun yanındaydı, hatta muhtemel yeni Netanyahu hükümetinde Ben-Gvir’in bakanlığı bile söz konusuydu. Biraz da bundan aldığı cesaretle Ben-Gvir ve taraftarları, son aylarda Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesinde Filistinli aileleri tahliye etmek için davalar açan, gerilimi artıran yerleşimcilerin çıkardığı olaylarda başrollerdeydiler. Sonunda savaşa dönen Kudüs’teki gerilimi yükselten bir başka Kahanist örgüt daha vardı: Levaha...

Türkiye’nin yeni bölümleri en merak edilen dizisi…

Düğünlerde Cumhurbaşkanı ile fotoğraf çektirmiş, AK Partili siyasetçilerle sık sık bir araya gelmiş, iktidara yakın yeni zengin, dar paçalı, lüks arabalı gençlerden onunla buluşup fotoğraf çektirmeyen kalmamıştı. Hakkında çıkan iddialara direk iktidara yakın gazetelerdeki köşelerden, iktidarı destekleyen troll hesaplardan cevap verilmiş, ne kadar vatansever olduğu yazılmıştı. Meğerse bunların hepsi bir örtüleme yöntemiymiş.

Ya esnaf fikrini değiştirirse?

Esnaf çok şikayet eder, konuşur ama genelde istikrarın ve iktidarın yanında durur, kapısından herkesin girmesini istediği için radikal pozisyonlar almaz, merkezde kalmaya çalışır. Ama esnaf bile rahatsız olduğunda taşlar muhakkak yerinden oynar. Türkiye’de son bir senedir yaşananlar esnafın da rahatsızlar arasına katılmasına neden oluyor, kritik bir eşik aşılıyor.

“Biz devletten alacaklıyız, devlete borcumuz yok”

Sayıları az, sesleri kısık, karşılarında yaşlı köylü kadınları gözaltına alacak kadar hukuk sınırlarını aşmış bir devlet; “teşekkür edeceklerine isyan ediyorlar” diyen bir bakan; Ankara’dan gelecek azar telefonundan korkan yetkililer ve “üç sene sonra orayı yeşillendiririz, toz kaldırmayız, dinamitle patlamaları gündüz yaparız ki uykularınız bölünmesin” diyen, bambaşka bir dünyada olan bir şirket var. Ama teyzenin söylediği gibi sarp ulaşılmaz köylerde, bir dağın başında kendi kendilerine yeterek yaşayan köylülerin devlete borcu yok. Onlar devletten alacaklı.

En kötü ihtimal Türkiye’de…

2021 yılının Mayıs ayına girerken neden Türkiye’nin aşı ümidi Cumhurbaşkanı’nın Putin ve Şi Cinping’le görüşmelerinin sonuçlarına kaldı? Türkiye, neden almak için devlet başkanlarıyla pazarlık etmeniz gerekmeyen Pfizer/Biontech aşısı için geç kaldı?

Hindistan’ın koronavirüsle başarılı mücadelesi!

Salgın rakamları 2020 sonbaharında 93 bin ile zirveye ulaştıktan sonra alınan tedbirlerle düşmeye başladı. Günlük vaka sayıları Şubat 2021’de 11 bine kadar düştü. Ölüm sayıları 100’lü rakamlara indi. İşte ikinci zafer de bu sırada ilan edildi. BJP, “Liderimiz sayesinde koronayı yendik, dünya Hindistan’ı alkışlıyor” açıklamasını yaptı.

Hrant Dink’in onca emeğinden sonra…

Aslında Türkiye, 90’lar ve 2000’ler boyunca yapılan hararetli tartışmalarla, artan akademik çalışmalarla, Hrant Dink’in hem yaşarken hem de öldürüldükten sonra kurmayı başardığı dille bu eski argümanları terk etmeye başlamış, 2014’den bu yana 24 Nisanlarda devletin resmi taziye yayınlamaya başladığı özgüvenli bir pozisyona ulaşmıştı. Ama maalesef demokrasinin diğer alanlarında yaşanan gerilemeden bu birikim de nasibini aldı.

Yoksa her şey sadece skor için miydi?

Rezervler sahte bir ekonomi iyi gidiyor algısı yaratmak, sanal bir başarı hikayesiyle göz boyamak, Cumhurbaşkanı’nın faiz-enflasyon tezini doğrulamak, yerel seçimlerde meydanlara doları düşürmüş, ekonomiyi iyi yöneten bir iktidar olarak çıkabilmek için eritilmiş. Bu sahte başarı hikayesi için devletin sopası bazen faiz indirmeyen bankacıların, bazen fiyat indirmeyen marketçilerin, bazen de soğan üreticinin başına vuruldu. TÜİK rakamlarıyla oynandı, Merkez Bankası’na gizli kapaklı döviz müdahalesi yaptırıldı.

Bir “Kaz Çiftliği” projesi…

Hukuk karşısında insanların kendilerini tekinsiz hissettiği, imtiyaz ve torpilin rutin hale geldiği, toplumdaki çatlakların büyüdüğü, güvensizliklerin arttığı, iktidarın parçası olmanın imtiyazlı bir sınıfın parçası olmak anlamına geldiği bir ülke çetelerin üremesi için bulunmaz bir bataklık... Belediyelerde patlak veren gri pasaportlu insan kaçakçılığı skandalı, Karataş’ta bir ilçe Jandarma Komutanlığı’nın ali kıran baş kesen halleri bu çürümenin sonuçları...

Türkiye bu tadı neden seviyor?

Videoya yapılan binlerce yorumda “bravo”, “işte gerçekleri konuşan bir siyasetçi”, “helal olsun”, “Avrupa’nın gerçek yüzü bu” diyenler arasında her kesimden insanlar vardı: İktidarı destekleyenler, muhalifler, solcular, İslamcılar, Kemalistler, akademisyenler, gazeteciler, editörler, köşe yazarları... Çok azı videoda konuşan kim, ne zaman konuşmuş, bağlam ne diye merak etti. Dün bu video sadece Türkiye sosyal medyasında viral oldu. Çünkü video yeni değil, üç yıllık, bu konuşma 2018’de yapılmıştı.

Dört yıl sonra hala var mısın?

16 Nisan 2017 referandumunun üzerinden 4 yıl geçti. 4 yıl önce OHAL şartlarında, 15 Temmuz travmasının gölgesinde sandıktan yüzde 51.41’le kıl payı “Evet” çıkmıştı. Peki 4 yıl sonra o referandum kampanyasında vaat edilen Türkiye’nin neresindeyiz?

Daha kaç kez bir adam çevirebilir başını, görmezlikten gelmek için…

AİHM sadece Ahmet Altan’ın 2017’de başvururken itiraz ettiği tutukluluğunda hak ihlali görmekle yetinmedi, daha sonra hakkında terör örgütüne üye olmaksızın bilerek yardım etmek” suçlamasıyla verilen mahkumiyet için de, “azımsanmayacak hapis cezasının AİHS’nin 10. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğüne bir müdahale oluşturduğuna ve Altan’ın tutukluluğunun makul bir şüpheye dayanmadığının da tespit edilmiş olması nedeniyle bu müdahalenin hukuki bir dayanağı olmadığına” da karar verdi.

Giden, gelmiyor acep nedendir?

Uydurma çevre projeleri, şirketler, dernekler üzerinden oyuna getirilen ilk belediye Yeşilyurt Belediyesi değil. Çok sayıda küçük ilçe ve belde belediyesinin aynı yöntemle insan kaçakçılığı için kullanıldığı anlaşılıyor. 50’ye yakın derneğin bu işlerin içinde olma iddiasıyla soruşturulduğu iddia ediliyor. Gri pasaportla insan kaçakçılığı soruşturmasına Ankara’da bazı yetkili isimlerin karıştığı da iddialar arasında.

Atatürk olmasaydı, Edinburgh Dükü de olmazdı

Prens Phillip, 1921’de Korfu Adası’nda doğduğunda, Yunan Kralı’nın kardeşi olan babası Prens Andrew, Haymana’da Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanı olduğu Türk ordusuyla savaşıyordu. Savaşta başkomutanın talimatlarına uymayıp maceralara girince, 1922’de Yunanistan’daki darbenin ardından yargılandı, ölüm cezasına çarpıtıldı. İngilizlerin araya girmesiyle ülkeyi ailesiyle birlikte bir İngiliz zırhlısıyla terk etti. O zırhlıda bir portakal kasasında yolculuk eden 1 yaşındaki Philip’in Kraliçe’nin eşi olacağı 99 yıllık yolculuğu da bu sayede başladı.

Söz konusu vatansa teferruat olma sırası…

Uğradıkları mağduriyetlere rağmen devletin yanında durmuş, vatanseverlik hisleri güçlü bu insanların ve yakınlarının, gönülden ve fikren bağlı oldukları devletin artık onlara barış akademisyenleriyle, FETÖ’cülerle, Sorosçularla, KHK’lılarla, HDP’lilerle, Selefilerle, Hilafetçilerle aynı hukuki standartları uyguladığını kabul etmesi kolay değil.

Eski Türkiye ile Yeni Türkiye arasında sıkışmak…

Büyük vatanseverlikle yazdıklarını düşündükleri bildirileri devletin gözünde barış akademisyenlerinin bildirisinden farksız. Hatta Devlet Bahçeli rütbelerinin sökülüp, maaşlarının kesilmesini dahi istedi. Sayelerinde Meclis’ten yaka paça milletvekili kovan, gece yarısı Merkez Bankası başkanı kovup doları 8 liranın üzerine çıkaran iktidar moral ve motivasyon kazandı. Bir süre daha maç yine iktidarın çok sevdiği sahalarda oynanacak. Sıradan insanların yaşadığı Türkiye, eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında kalacak.

“Bu topraklarda adalet yok, buralardan gideceğiz”

Emine Şenyaşar Türkçe bilmiyor. Türkiye’de yargının durumundan, Anayasa Mahkemesi’nin bile kapatılmakla tehdit edildiğinden, hakkında verilen mahkeme kararını beğenmeyen hatırlı insanlar için hakimler hakkında soruşturma açıldığından bir düzenli gazete okuru kadar haberdar değildir. Eşini ve iki çocuğunu kaybettiği bir saldırıyla ilgili üç yıldır tecelli etmeyen adaleti 25 gün adliye önünde aradıktan sonra çıkan bu kararla o da ümidini kesmiş gözüküyor.

Hoşgeldin ey yaşam tarzına müdahale yasakları…

Oruç tutmayanlar Ramazan’dan bir gün önce gidebildikleri lokanta ve kafelere neden Ramazan’da gidemeyecekler? Ve tabii neden insanlar Ramazan’dan bir gün önce gidebildikleri lokanta ve kafelerde mesafe kurallarına uyarak en azından iftarlarını açamayacak? Lokanta ve kafeler en çok iş yaptıkları Ramazan ayında kurallara uyarak bile çalışamayacaklar. En fazla 50 insanın mesafelerle oturduğu bir lokanta ve kafedeki riski, binlerce insanın toplanıp bağırdığı bir parti kongresinden daha büyük yapan nedir?

H&M ve Nike kadar yerli ve milli olamamak…

Geçen hafta, çoğu Batılı olan dünyanın en büyük markaları, Uygurlara karşı yürütülen baskı politikalarına karşı 2 milyar tüketicili bir pazarı kaybetme pahasına Çin’e karşı kararlar aldı. O esnada Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, ziyaret ettiği, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu altı Müslüman ülkenin başkentinde bağırlara basılıyordu.

Peki manipüle eden kimdi?

İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasından yıllar sonra önyargılar, aşırı yorumlar, komplo teorilerinden ibaret itirazlarla sözleşmeyi manipüle edenler malum. Onların “eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim” olmadığı da açık. O yüzden devletin “Manipüle ettiler güzelim sözleşmeyi” açıklamasından daha ikna edici bir açıklama bulmasında fayda var.

Peki adalet ile ilgili ayetleri ne zaman hatırlayacaksınız?

Yalanlar, evhamlar, önyargılar, komplo teorileri üzerine kurulu davalar, ekonomideki başarısızlığı bile Kuran ayetleriyle savunulan muhafazakar bir iktidarın yönetimi altında yaşanıyor, onun desteklediği medya üzerinden propagandası yürütülüyor, onun elinin altındaki yargı marifetiyle karara bağlanıyor.

Belki de bir kuşağın hayallerinde yaşıyoruz

Karamsarlık artık elle tutulur hale geldi, mutsuzluk gözle görülüyor, sokak röportajlarındaki teyzeler bile söze “İsterse hapse atsınlar...” diyerek başlıyor, korku hissedilir düzeylerin üzerinde. Her gün sosyal medyada pasaportunu alıp yurt dışına gidişini müjdeleyenlere gelen binlerce tebriği okuyoruz. Bir neslin hayali çoğunluğu genç olan milyonlarca insanın kabusuna dönmüş durumda.

Otoriterleşmede neden gaza basıldı?

Putin’e katil denmesinden rahatsızlığını açıkça bildirmek, Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanlık iddiasında bulunurken Kanada, Hollanda kadar olamayıp, Uygur zulmüne hala tek kelime etmemek de ümmetin gür sesi olarak görünmeye engel olmuyor. O yüzden iktidarın her türlü dış politik müzakerede içeride bunu kamuoyuma nasıl anlatırım gibi bir derdi yok. Dışarıda bu rahatlıkla dış politikada atılan geri adımlarla kurulan güven ilişkileri sayesinde içeride seçime doğru otoriterleşmede gaza daha fazla basılacağı görülüyor.

“Andımız” olduğuna emin misiniz?

Kendini Türk olarak tanımlamayıp, çocuklarına her sabah bu andın okutulmasından rahatsız olanlara, çocuğunun herhangi bir şeye varlığını armağan etmesini istemeyenlere, çocuğunun her sabah herhangi bir şey için ant içmesinden rahatsız olanlara ne diyor bu andı savunanlar? Burası Türkiye, ya andı oku, ya terk et mi? Haklı olarak okullarda din dersinin zorunlu olmasına karşı çıkanlar, istemedikleri bir andı çocuklarının okumasını istemeyen ailelere bu çelişkiyi nasıl açıklayacaklar?

İstatistikleri ayarlamanın ibretlik maliyeti…

TÜİK, siyasi telkinleri dikkate alıp ‘rakamlarla oynadığı’ düşünülen bir kurum artık. İki yılda dört başkan değiştirilmesi bile siyasi müdahalenin işareti. Kurumun son iki yıl içinde atanmış dördüncü başkanı, göreve gelir gelmez kendisinden iki önceki başkanın TÜİK rakamlarına artan güvensizliği gidermek için itibarlı ekonomistlerden kurduğu danışma kurullarını lağvetti. Yani istatistikleri kontrol etmek için kavga sürüyor.

Peki siz bu meseleyi nasıl çözeceksiniz?

Kürt sorunu ve PKK, hem birbirinden farklıdır hem de birbirinin nedeni ve sonucudur. 40 yıldır değişmeyen Kürt sorunu, çözüm sürecinin, hendeklerin, Demirtaş ve diğer HDP’lilerin tutuklanmasının ardından 2018 yılında bile, annesinin asker yolunu bekleme hayalini kurduğu 19 yaşındaki Diyarbakırlı bir gencin Galatasaray çarşaflı yatağından çıkıp, çayını içtikten sonra dağa gitmesi sorunudur. Sorun, onun kurtarılması gereken bir evlat mı, etkisiz hale getirilmesi gereken terörist mi olduğuyla ilgili kafa karışıklığıdır.

Bunlara mı evet diyeceksiniz?

HDP milletvekili Garo Paylan’ın suçlarından biri de “Boğaziçi Üniversitesi’ne de kayyım rektör atadılar” tweeti… Paylan’ın fezlekesinden: “Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan Rektör’ün yasal yollar ile atanmayarak bir kayyım olarak atandığı lanse edildiği, böylelikle vatandaşları kaosa sürükleyerek terör örgütlerinin ideolojileri doğrultusunda yapılan bir paylaşım olduğu…”

Demokratik vatanseverlik de mümkün…

Bütün bu şaibelere, önceki kazalara ve eleştirilere rağmen; bu helikopterlerin bölge şartlarına uygun olmadığı bu kadar açıkken, 2021 yılında en ağır iklim şartlarında, dağlık bir bölgede kullanıldı ve sonuç yine büyük bir trajedi oldu. İhalelerin şeffaf olması, devletin hesap vermesi, medyanın soru sorabilmesi entelektüel lüksler değil, Batı’nın bir oyunu değil. Soru sormamak, hesap sormamak, sorgulamamak da vatanseverlik değil.

‘Başka bir yerde mi dayak yedim ben?’

Cumhurbaşkanı'nın açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı’nın Avrupa Birliği fonuyla finanse edildiğini öğrendiğinde, 1219 gündür hapiste olan ve sadece sivil toplum faaliyetleri için aldığı fonlar yüzünden her konuşmada "Soros'un Türkiye'deki elemanı" diye suçlanan Osman Kavala gülümsemiştir. Çünkü onun iddianamesinde AB’den fon almak, savcı tarafından dış güçlerin adamı olmanın bir delili olarak resmediliyor.

Tarihsel haklılık, sekterlik, otoriterlik…

Bugün siyaset yapmaya, alanını genişletmeye çalışan muhalefetin önündeki en ciddi engellerden biri, uzun süredir yankı odalarında birbirlerinin süper haklılık tezlerini dinleyen, başka türlü muhalefet etme sebepleri de olabileceği fikrine dahi kapılarını kapatmış bu tek tipçi muhalefet anlayışı ve sekterlik. Bu sekterlikte ısrar edenler son Erbakan anmasıyla CHP ve HDP’nin gerisine düştüler.