Yıldıray Oğur

“Reis bunlara az bile yapıyor”

Geçen haftaki tarikat ve cemaat yurtları tartışmasının sonucu şöyle oldu: Muhalefetle diyalog kurmaya çalışan endişeli muhafazakarlar yaptıkları küçük kaçamaktan hayal kırıklığına uğrayarak evlerine dönerken, meydan ise “Bunların hakkından Reis geliyor”, “Reis bunlara az bile yapıyor”culara kaldı.

Neyse ki hayallerinizdeki Türkiye hiçbir zaman olmayacak…

Türkiye, hiçbir zaman İslamcılar, Kemalistler, solcular ya da milliyetçilerin hayallerindeki ülke olmayacak. Ne toplum bir gün topluca hidayete erecek, asr-ı saadet, “Osmanlı barışı” geri gelecek ne de bir anda herkes aydınlanacak ve bilimsel laik bir cennete dönüşeceğiz, köylerde Köy Enstitüleri açılacak, tarikatlar, cemaatler kapanacak, kadınlar başörtülülerini çıkaracak, Kürtler Kürtçe’yi, Aleviler Aleviliği unutacak.

Mısır’da muhalefetin ortak adayı kim olmalıydı?

Türkiye’de muhalif kesim yıllardır örselendiğini düşündüğü fikirlerinin haklı çıkmasını, iktidara gelmekten daha çok önemsiyor. Mevcut iktidar gerilerken, yıllarca yenilmiş fikirlerinin yanlış olabileceğini kabul etmek, özeleştiri vermek istemiyor. Bu darlık da iktidar şansını azaltıyor. Bunun benzer bir örneği 2012 yılında Mısır tarihindeki ilk demokratik cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaşanmıştı.

Yoksa dünyada ezilenlerin tek ‘dostu’ 91 yaşındaki Soros mu?

Yani özetle ne doğuda ne de batıda Kazak halkının talepleri kimsenin pek umurunda olmadı. Soros’un bile... Otoriter rejimler anında aralarında dayanıştı ama Kazak halkıyla dayanışan kimse olmadı.

Cem Yılmaz’ın ‘eski tadı’ yok mu?

Herhalde siyasetin tehlikeli sularına “teknecik” ve “dolar” esprileri dışında daha fazla giremediği için Cem Yılmaz’ı suçlayamayız. Üzerine yılbaşı gecesi bile zamların yağdığı neşesini kaybetmiş bir toplumun en az yarısını güldürmeyi başarmak da büyük bir başarı. Cem Yılmaz’ın eski tadını kekremsi bulan benim gibiler için bu yakaladığı yeni ve olgun tat çok daha lezzetli.

Boğaz’daki sergiyi gezerken bastıran sis…

İstanbul’da yine puslu bir kış günü Emirgan’daki müzenin en alt kattaki salonunda karşımızda duran o sisli İstanbul tabloları karamsar zamanların sonra yeşeren ümitlerin ve sonra yine hayal kırıklıklarının eseriydi.

Deniz’in 150 sterlini neden hesabına yatmamıştı?

Nedense Türkiye’deki din alimleri söz konusu olan devletin ihtiyaçları olduğunda bu ruhsatları vermekte çok bonkörken, aynı genişliği sıradan dindarların modern hayatta karşılaştıkları sorunlar karşısında pek gösteremiyorlar. Sıradan insanların küçük meseleleri karşısında kapattıkları içtihat kapılarını, iktidarın ihtiyaçları söz konusu olduğunda ardına kadar açmakta bir beis görmüyorlar.

“Mesele ekonomi değil, aptal!”

Bütün yatırımını dolara yapan muhalefetin “Ey dolar bizim adımıza muhalefet yap” konforu, eski Merkez Bankası başekonomisti Ali Hakan Kara’nın bile kısa vadedeki sonuçları açısından zekice olduğunu teslim ettiği maliyeti geleceğe ertelenmiş bir hamleyle bitti. Bu hamleyle ekonominin düzelmeyeceği, hayat pahalığının, yoksullaşmanın süreceği açık. Ama iktidar seçim yaklaşırken, ekonomi kötü gitse de işlerin düzelebileceği algısını oluşturmayı başardı, kafası karışmış AK Partili seçmende “çözerse bu işi yine Reis çözer” inancı kuvvetlendirdi.

“Enflasyon mikrobunu sonunda bulduk”

Ekim 1984 gelindiğinde 1989’a kadar 4 yıl içinde altı ayda bir sekiz eşit taksitle ödenecek ilk DÇM taksitinin ödeme zamanı gelmişti. Ama devletin bu taksiti ödeyecek parası yoktu, o yüzden Merkez Bankası’nın darphanesi çalıştırıldı, artan emisyon halka yüksek enflasyon olarak dönmeye başladı. 1985 yılında enflasyon yüzde 40’a kadar çıkmıştı.

Ya mutfakta biri yoksa?

Rusya’dan pek hoşlanmayan Reuters haber ajansının haberlerinde bile Rusya Merkez Bankası denirken ‘which’li bir cümleyle şu not düşülüyor: “Kremlin’den ve hükümetten bağımsız olan." Herhalde bu bağımsızlığı sağlayan kişi Sibirya’nın Ufa kentinde Tatar bir şoförün kızı olarak doğmuş Rusya Merkez Bankası’nın başkanı Elvira Nabiullina’nın büyük karizması değil.

Nomenklatura sınıfının sinir bozucu mutluluğu….

Aslında son haftalarda iktidar çevrelerinden özellikle ekonomik krizle ilgili gelen açıklamaların pek çoğu benzer tepkiler alıyor. Bakanlar, milletvekilleri, valiler, belediye başkanları, bürokratlar, iktidara yakın işadamları, gazeteciler ekonomiden şikayet eden halkı nankörlükle suçluyor, işsizliğin değil iş beğenmemenin olduğunu söylüyor, “eskiden bunlar yoktu” diye insanları şükre çağırıyor, dünyayla çıldırtıcı kıyaslarla olan biteni meşrulaştırmaya çalışıyor, gerekirse soğan yeriz gibi tutamayacakları efelelikler yapıyor, dış güçler masalları insanları sıkınca, Kitap, hadis, siyer açıp ayetleri mızrakların ucuna geçiriyorlar.

74 yıllık bir “Türk oğlu Türk” olma hikayesi…

Halaskaran-ı Zabıtan grubu üyesi, Ermeni tehcirinde Ermenilere yardım edip, daha sonra olan biteni bütün çıplaklığıyla gazetede yazmış, Çerkes Ethem’in yaveri, Cumhuriyetin vatan hainleri listesi olan 150’liliklerle ülkeye girişi yasaklı bir dayı gerçeğiyle bu ülkede yaşamak çok kolay olmasa gerek. Özellikle de Alman bir anneden doğma dikkat çekici sarışınlıktaki bir Türk genci için. Taşınması ağır bu yüklerin ortaya kimlik krizleri çıkarması kaçınılmazdı.

Moskova’daki ‘atlantikçi’ emekli amiral, Whatsapp üzerinden devleti nasıl teyakkuza geçirdi?

Beştepe’de özel zirve toplanmasına, Jandarma ve Emniyet’in ortak bildiri yayınlanmasına neden olan bildiriyi yazan ve öncülük eden emekli amiral, bir Whatsapp grupta bunları yaparken meğer henüz Türkiye’de yaygınlaşmamış Kovid-19 aşısını erkenden olmak için Moskova’daymış.

“Döwlet adam üçındır”

Yer Türkmen meclisi Halk Maslahatı. Tarih 25 Eylül 2018. 25 yıldır bedava olan gaz, elektrik, su için artık para alınacağını açıklamış Berdimuhammedov. Meclis üyeleri de şükranlarını bildiriyor liderlerine.

Türkiye’nin iktisatla savaşının kısa tarihi

1929 krizinden sonra Türk lirası hızla düşüşe geçmişti. Dönemin Maliye Bakanı Şükrü Saracoğlu, Meclis'te kürsüye çıkıp ekonomik kriz iddialarını reddederken şöyle dedi: “Memleketin iktisadi istiklaline hasım olan düşmanların kulaktan kulağa fısıldadıkları zehirli propagandalardır.”

Türkiye “büyük Azerbaycan” olur mu?

Ilgar Mammadov’un kim olduğu, neden 2013’de hapse atıldığı, neden Azerbaycan’ın onu bırakmamak için bu kadar direndiği hakkında pek bir bilgi yok. Halbuki aramızda dil engeli de olmayan iki devlet tek millet mesafesindeki Azerbaycan ile tek benzerliğimiz AİHM kararlarını uygulamayıp, yaptırım prosedürü aşamasına gelmek değil. Hikayenin geri kalanı da çok tanıdık…

Ekonomik kriz “bağımsızlığın” bedeli mi?

Türkiye’nin ekonomisinin iyi yönetildiği dönemlerdeki bağımsız iç ve dış politika adımlarının ekonomik bedeli olmadı. Çünkü işler hala kitabına uygun olarak yürütülüyordu. Türkiye, 2017’den sonraki otoriterleşme sürecinde bile eğer irrasyonel tezlerin peşinden gidilmeseydi ve ekonomi yönetimi ehil olmayan kadrolara emanet edilmeseydi bütün dünyadan negatif ayrıştığı bu rakamları görmeyebilirdi.

Bir zamanlar faiz o kadar da ‘haram’ değilken…

Peki, 2006 yılında Başbakan Erdoğan “nas ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor?” demeden serbest piyasacı bir ekonomik programı uygularken, faiz konusunda İslam dünyasına açılım çağrısı yaparken, “enflasyon kadar faiz haram değildir” tezini D-8 toplantısında dillendirirken Türkiye’de enflasyon, faiz oranları ne durumdaydı?

Kemal bey’e helalleşme yolculuğunda adres önerileri

Bir parti liderinin oy alamadığı kesimlere helalleşme çağrısı yapmasından rahatsızlık duyanların hem matematikten hem de siyasetten anlamadıkları açık. Halbuki bu kesimlerin oyuna ihtiyaç duyan, onları ikna etmek zorunda olan parti CHP. Tabii ki bu yüzden kendini daha iyi anlatması, helallik istemesi gereken parti de CHP.

Kulüp dizisinin yedinci bölümü: “Dönemin şartları”

79 yıl önce Yahudiler, Ermeniler, Rumlar “Harp zengini bunlar” diye çalışma kamplarına gönderilirken ki vurdumduymazlık, 2021 yılında “harp kaçkını” Suriyeli gençler muz videosu yüzünden gözaltına alınırken, kaçtıkları ülkelerine geri gönderilmeye çalışılırken, Bolu Belediye Başkanı mültecilere suyu, evlenmeyi bile yasaklarken, Kürdistan diyen hapse atılırken sürüyor. Çünkü dönemin şartları...

Atatürk’ü rahat bırakabilecek miyiz?

Vefatından 83 yıl sonra bile bugün Atatürk, Türkiye’de hala modern hayatın, modernleşmenin sembolü ve koruyucusu. Bu da onun ideolojisinin ölümsüzlüğünün değil, hala herkesin kendini güvende ve özgür hissedebileceği ortak ve kalıcı bir modern demokrasi ve hukuk referansı inşa edemediğimizin ispatı. Bu Atatürk’ün başarısından çok hepimizin ortak başarısızlığı.

Bahçelievler’deki camiden Türk bayrağıyla uğurlanan ‘Rus korgeneral’in hikayesi…

Enveroviç’in hikayesi Türkiye’de devletin aslında zannedildiği kadar her şeye hakim, kudretli ve uyanık olmadığını, devleti yönetenlerin dünyadan kopukluğu ve ideolojik önyargıları yüzünden ne kadar korumasız ve saf olabildiğinin de bir hikayesi...

Bir zamanlar Batı yine içişlerimize müdahale ederken…

Bu en zor gününde Erdoğan’a partisi, İslami kesimin dernek ve kanaat önderleri, bir grup liberal aydın, Ahmet Kaya, Adnan Şenses gibi sanatçılar, kınama açıklaması yapan İHD’nin dışında beklemediği iki yerden daha destek geldi. Avrupa Konseyi ve ABD...

Tam 98. yılı kutlarken olanlar…

Cumhuriyet denince ortada sadece kutlanacak şeyler değil, üzerinde düşünülecek büyük travmalar, dersler çıkarılacak acılar ve hatalarla dolu bir tarihi tecrübe de var. 98. yıl kutlamalarının ortasına düşüp, can sıkan üç haber tekrar bunu hatırlattı.

Katı olan her şey buharlaşıyor, Diyarbakır’da da

Solcuların, liberallerin, AK Parti iktidarının çözüm çabalarıyla muhafazakar kesimin farkına vardığı bu acı hakikatlere, bu sergi sayesinde bugüne kadar buraya dönüp bakmamış beyaz Türkler de baktı. Bunlar onların da ortak hakikatleri olmaya biraz daha yaklaştı. Hafıza Odası sergisi, ortak bir hafızanın kurulmasına hizmet etmiş oldu. Bu sırada, sanatın, diyaloğun, iyi müziğin ve iyi yemeğin etkisiyle Marx’ın meşhur sözündeki gibi katı olan her şey buharlaştı.

Peki orta sınıflar da Gulaglara mı?

Turhan’ın anlattığı ekonomik modelin basit bir sonucu var: Orta sınıfın çökmesi. Çünkü bu teze göre Türkiye ucuz üretim üssü haline gelecek. İnsanlar da ucuz maliyetli işçiler olarak bu üretim sektöründe iş bulmaya başlayacak. Yani tüketici, hizmet sektörlerinde çalışan maaşlı orta sınıf, işçi sınıfı haline gelecek. Enflasyon ve kur yüksek olduğu için de orta sınıfın yaşam tarzı değişecek. Türkiye’nin Çin’in yerine bir üretim ve tedarik üssü olmasından duyulan heyecan, zaman zaman gazete haberlerine de yansıyor.

Beni Sadr kandırılmış mıydı?

Siyaset sadece zafer, işbirliği değildir, daha çok yenilgidir, hayal kırıklığıdır, tasfiyedir, aks değiştirmektir. Bu aks değiştirmelerde küçük insanlar, entelektüeller genelde arada kalır. Fırsatçılıklar, erken ümitler genelde hayal kırıklığına neden olur. Ama buna her zaman kandırılmak, aldatılmak denemez. Çoğunlukla insanlar hayır, iyi olduğunu düşündükleri bir şey için elini taşın altına sokmayı, risk almayı göze alırlar. Önünden akan dünyaya müdahale etmek, taraf tutmak, pozisyon almak her zaman risk almaktır. Hiçbir şey yapmayan her zaman haklı çıkar.

Peki, “Yetmez Ama Evet” değil miydi?

Yetmez Ama Evet tartışması artık geçmiş hakkında değil, gelecek hakkında bir tartışma. Bu turnusola bakarak ortak bir gelecek kurup kuramayacağımız, birbirimize güvenip, bir kere daha “Yetmez Ama Evet” deyip diyemeyeceğimiz ortaya çıkacak. Çünkü birbirine güvenip, zaman zaman demokrasi için uzlaşarak, risk alıp “Yetmez Ama Evet” diyemeyen toplumlar bir otoriterlikten diğerine geçip durur...

Durmuş Durduyan: Elden ele dolaşan ırkçı bir komplo teorisi…

Türkiye’de siyasi hasımlıkta ölçü kolay kaybolur, ‘düşmana’ belden altı vurmak meşru görülür. Birisi bir grubun atış serbest menziline girdiyse, gerçekler, ahlak atın terkisine çok rahat atılır. 86 yaşında küresel bir oyun olarak gördüğü için maske takmayıp, aşı yaptırmadığı koronavirüsten hayatını kaybeden Asiltürk için de böyle oldu.

Pastörün kızı “Hristiyan Demokratları” nasıl “Demokrat”laştırdı?

Merkel, Alman siyasetini değiştirdi ama en çok da partisi Hristiyan Demokratları değiştirdi. Siyasetin merkezinin restorasyonu, Merkel’in siyaseten mirasının belki de en önemli kısmı. Bizi de yakından ilgilendiriyor. CDU’nun hikayesi, 2001’de kurulurken kendisine “Müslüman Demokrat” dememek için “Muhafazakar Demokrat” diyen AK Parti’nin hikayesine çok benziyor.