Yıldıray Oğur

Nasıl oldu da bu kadar yayılabildi?

 Dün öğleden sonra bu yazı için oturduğumda, John Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin interaktif haritasına göre dünyada koronavirüs kapmış insan sayısı 392.780, bu virüsten hayatını...

‘Evde kal’ tamam da nasıl?

Sahiden de evde kalacak lüksü olmayanları, evde kalanların evde kalmaya devam edebilmesi için evde kalmaması gerekenleri kastediyorum. İki ay kapattık deyip evinde oturma lüksü, bütçesi olmayan, ay sonunda ödenmesi gereken kirası, çekleri, kredisi olan küçük ve orta düzeyli iş sahiplerini...

Peki şifasını kim bulacak?

Neyse ki bu komplocular, salgının faturasını kapitalizme çıkaranlar, çareyi ‘sosyalist Küba’dan bekleyenler, bütün dünyayı ayrım yapmadan kasıp kavuran bir salgında hala kendi milletinin üstünlüğünü görenler, bir vesile bulup Batı medeniyetinin çöküşünü kutlayanlar, hastalığı artan ahlaksızlıklarla açıklayanlar konuşup dururken dünyada sahiden gayretli bilim insanları var ve milyonlarca insanın hayatını kurtaracak aşıyı geliştirmek için çalışıyorlar.

Güney Kore modeli: Test, test, test….

Vaka sayısının az olması sevindirici ama varsa virüs taşıyanların tespit edilebilmesi salgınla mücadele edebilmenin tek yolu. Bunun için test yapılan insan sayısının artırılması gerekiyor. 81 milyonluk ülke için bu test sayısının üç bin civarında olmasının sebebi Türkiye’de de sadece hastalık belirtilerini gösterenlere bu testin uygulanması.

Bir virüs dünyayı nasıl değiştirir?

Koronavirüsten de geriye sadece ölümler, karantinalar kalmayacak. 90’lardan itibaren artan küreselleşme, iç içe geçme dalgasını bitirebilecek, ülkeleri içine kapatacak, sağlık için toplumun da onayıyla hakları ve özgürlükleri geri plana atabilecek, güvenlik endişelerini yükseltecek, daha organize ve güçlü devlet talebini artıracak, hasta-tehlikeli insan statüsüyle insana bakışı değiştirebilecek, şeffaflığa olan ihtiyacı artıracak, ulusal çıkar, devlet sırrı gibi kavramların altını oyacak bir virüsle karşı karşıyayız.

Her derde DEVA olmasa da…

DEVA Partisi için önemli bir kriter de yeni bir parti olarak ortaya çıkmak, eski AK Partililerin partisi olarak görünmemekti başından beri. Bunun da listeye yansıdığı söylenebilir.

Şehitler Tepesi’nin hikayesi…

Bu 10 gün içinde hem iktidar hem de muhalefet yeisle zafer, savaşla barış arasında hızlı gelgitler yaşadı. Ama dün itibarıyla bakıldığında ülkenin gündeminde Kadınlar Günü, koronavirüs, tutuklanan gazeteciler vardı, sanki böyle bir on gün hiç yaşanmamış gibiydi. Bu hafta ne olacağı Allah kerim.

Eski bir belgesel, bayat bir film…

Haberin internet sitesinden kaldırılması istenebilir, soruşturma açılacaksa bile sabaha karşı ev basmadan, tutuklamadan yapılabilirdi. Haberlerin yapılış amacına bakmadan, kanunun bu kadar sert uygulanması, acaba bu tutuklama kararlarının arkasında özellikle iktidar çevresinde ve yargı içinde örgütlenmiş bir klikle ilgili bu gazetecilerin uzun süredir yazdıklarından duyulan rahatsızlık mı var sorusunu akla getirdi.

Suriyeliler sınıra neden koşmadı?

Hala askerleri şehit eden Suriyelilerle, Türkiye’deki Suriyelileri karıştırıp, şehit cenazelerinden sonra Suriyeli sığınmacıların dükkanlarına saldıran linççi kalabalıklar var. O yüzde bu topluma yavaş yavaş bunu anlatmak gerekiyor. Suriyelilerin yüzde 80’i yakın vadede ülkelerine dönmeyi düşünmüyor. Pek çoğu Türkiye’de kendilerine bir hayat kurdu, işleri var, çocukları okula gidiyor.

Yine yol göründü Moskova’ya

Hava desteği olmadan askerlerimizi Rusya’nın insafına bırakan geçici çözümlerin, sorunları erteleyen yeni Soçi, Moskova mutabakatlarının yine benzer ağır bedelleri ödetmesi hala çok mümkün. Bundan sonra kimse Rusya’nın beş yıldır arkasında durmak için büyük bedel ödediği, Ortadoğu’daki ‘başarı’ hikayesi olan Esad’ı korumaktan Türkiye için vazgeçeceğini beklememeli.

Hatay Valisi istifa edecek mi?

İdlib’de tutulamayacak büyük vaadlerde bulunmak, diğer Batılı müttefikleri devre dışı bırakıp sahada büyük bir devletle baş başa kalmak, Suriye’de savaşın bittiğini kabul edememek gibi büyük hesap hataları var. Ama bu hesap hataları için kimse hesap vermek istemiyor. O yüzden bütün dünyanın gözü önünde olan bitenleri, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından gizlemek için sosyal medya yasaklarına başvuruluyor. Halka hesap vermeyi bırakın, bilgi vermek bile istenmiyor.

Türkiye’den bir Fouché hikayesi…

“Joseph Fouché nereye oturacak acaba? Radikallerin yanına, tepeye mi, ılımların yanına düzlüğe mi? Joseph Fouché uzun süre duraklamıyor. O ömrü boyunca yalnızca tek bir yana...

Kavala o kuyuya nasıl atıldı?

Herhalde Osman Kavala’nın bu komploların hedefinde olmasının esas sebebi siyasi kimliği ya da yaptıklarından çok Türkiye’de pek benzeri olmayan kentli, eğitimli, dünyayla ilişkileri olan, muhalif, aktivist işadamı profili. İktidarı muhalefeti, sağı solu bu alışılmadık tuhaf profili, bütün komplolara yakıştırıyor.

Bugünkü yazımızın konusu ‘sevgili dostlar’!

Eşinin başörtüsü yüzünden Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı yayınlanmış bir e-muhtırayı, darbeyi hararetle savunmaktan, Gül’ü parlamenter demokrasiye dönülmeli sözleri yüzünden darbecilikle suçlamaya kadar varmak... Bunu yaparken de bir sürü yalanı, komplo teorisini peş peşe ekleyip, insanları korkutacak bir darbe fasaryasına bağlamak... Normal bir akla ve ahlaka sahip insanları bıktıracak bir fikri ve ahlaki düzeyle karşı karşıyayız. Bu kadar iyi yetişmiş insanları, imkanları olan bir ülkenin birikimi, kendisinden başka derdi olmayan böyle insanlara emanet.

Siyasi ayağı kim olmazdı ki?

Bugünkü iktidara “yanlış yapıyorsun” diyemeyenler, itiraz edemeyenler, resepsiyonlarda, davetlerde görünmek için yarışanların çok önemli bir kısmı, darbeciler başarılı olsa onların iktidarına yanlış yapıyorsunuz diyemeyecekler, itiraz edemeyecekler, onların resepsiyonlarına katılmak, uçaklarına binmek için fırsat kollayacaklardı.

Hukukla iltisak ve irtibatı koparınca…

Herkesin tepesinde bir FETÖ kılıcının sallandığı, kolluk güçlerinin yozlaştığı böyle bir güvensiz ortamda, iktidarlara da boyunu posunu beğenmediği için sivil toplumcuları, siyasetçileri, gazetecileri ağırlaştırılmış müebbetle yargılama fırsatı doğar.

O geceki ‘parazit’ nasıl ortaya çıktı?

Kendi ülkesinde sistem karşıtı, solcu, anti-Amerikancı diye kara listelere alınan Bong Joon-Ho, dünya film endüstrisinin en önemli ödüllerini tek tek topladı. Önce Cannes’da Altın Palmiye’yi, ardından 92 yıl sonra bir ilki gerçekleştirerek, en iyi film dalında Amerikan kültür dünyasının en büyük ödülü Oscar’ı Korece bir filmle aldı. Muhafazalar-sağcı cumhurbaşkanlarının desteklediği hamasi, milliyetçi filmlerinin yapamayacağı kadar Kore milletinin gururunu okşadı.

Yavrusuna bunu yapan…

Bunlar, 1950’lerde taksim fikrinden vazgeçildikten sonra zaten uzun yıllardır Türkiye’nin de tezi değil miydi? 1974 harekatı sonrası bu yüzden adanın yarısı Türkiye’ye bağlanmamış, 1983’de KKTC ilan edilip, başka ülkelerin tanıması için uğraşılmamış mıydı? AK Parti bu ilhakçı siyasete karşı 2000’lerin başında darbe tehditlerine rağmen Kıbrıs’ta çözümü desteklemekle övünmedi mi?

Hangi cezaları indirmek adaleti yükseltir?

Birinde evlerinden roketatar, bomba, tüfek, tabanca, fişek, gece görüş dürbünü çıkan yeraltı dünyası iki ünlü grubunun mensupları olan sanıklar hakkında “şüpheden uzak, kesin ve somut delil elde edilemediği” için örgüt suçlamasından beraat isteniyor, diğerinde ise işadamı, oyuncu, çocuklar için çalışan bir vakıf yöneticisi, mimar, yönetmen, avukat, akademisyenlerden oluşan sanıklardan, aralarında olmayan irtibatlarla bir örgüt kuruluyor, ellerinde delil olarak tek bir çakıl taşı bile yokken hükümeti devirmeye teşebbüs ettikleri iddia ediliyor, faraziler üzerine yurtdışından lojistik ve finansal destek aldıkları söyleniyor ve bu yüzden haklarında 20 yıldan ağırlaştırılmış müebbete kadar hapis cezaları isteniyor.

Putin’i danışmanları mı yanlış yönlendirdi?

Çocuksu bir Batı-karşıtlığı güdüsüyle, Türkiye’nin dış politikada kurduğu altın dengenin bozulmasına destek olanlar, Rusya’nın kriz anlarında ne kadar “pisleşebildiğini”, böyle bir Rusya ve Putin’le Türkiye’yi Suriye gibi bir yerde baş başa bırakmanın ağır maliyetlerini herhalde görmüşlerdir. Suriye meselesi, en başından itibaren Türkiye’nin ideolojik önyargılarla dış politika yürütme gibi bir lüksü olmadığını pek çok acı tecrübeyle hem iktidara hem de muhalefete göstermiş olmalı.

Telaffuzu zor olan argümanlar…

İçişleri Bakanlığı temsilcisi neden Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Lisesi önündeki eylemine ve İstiklal’deki Onur Yürüyüşü’ne izin verilmediği sorusuna ise şöyle cevap vermiş: “Galatasaray Meydanı ve Beyoğlu bölgesi gösteri alanları içinde değil. Galatasaray Meydanı ve İstiklal Caddesi her gün 2 milyon insan geçtiği turistik alanlar olduğu için izin verilmedi” Demek ki Cumartesi Anneleri yıllarca eylem yaparken Galatasaray Meydanı turistik değilmiş. Devlet seneye Onur Yürüyüşü için LGBT’lilere turistik olmayan bir yer gösterebilirmiş.

Küresel gazeteciliğin yeni merkezi…

Türkiye’de medyanın özgür olmadığıyla ilgili asılsız haberlerin arşa çıktığı bir dönemde, Ankara’nın ortasındaki “International Media Center”a büyük görevler düşüyor. Bol bol plaketleşilsin, şehir şehir, ülke ülke gezilsin, önemli günlerde açıklamalarla algı operasyonlarına artık bir dur densin.

Bay Salomon’u hatırlamak….

Türkiye’nin yetişmiş jeologları, deprem bilimcileri var, tehlikenin ne olduğu ve hangi tedbirlerin alınması gerektiği de herkesin malumu. Ama profesörün 1940’da söylediği “Salâhiyettar makamlar ileride vuku mümkün zayiatı önlemek üzere lazım gelen tedbirleri almaya karar vermiş bulunmaktadırlar" cümlesinin gereği hala yerine getirilmedi.

Sessizlik vatanseverlik midir?

Devlet, deprem öncesi için somut ve radikal bir hazırlık içinde görünmezken, çoğunluğu fay hatları üzerinde yaşayan insanlar da haklı olarak 1999’da bir gecede çıkarılmış ve hala cep telefonu faturalarıyla ödemeye devam ettikleri deprem vergilerinin nereye gittiğini soruyorlar.

İnşallah bir yerden döner diye diye…

40 senelik Bilim ve Sanat Vakfı da 12 senelik Şehir Üniversitesi’nin kurucu vakfı olduğu için bu maddeye giriyor. Bu maddeyle yarın bir gün Sabahattin Zaim Üniversitesi, garantör üniversitesine devredilirse kurucusu olan 60 yıllık İlim ve Yayma Cemiyeti’ne, Sabancı Üniversitesi devredilirse Sabancı Vakfı’na, İbn Haldun devredilirse TÜRGEV’e kayyım atanabilir.

Meğer Vefa bir semt adı bile değilmiş…

Gençlikleri Bilim ve Sanat Vakfı’nın Vefa’daki merkezinde geçmiş bazıları da bugün aynı derecede gözlerini karartmış, içinden yetiştikleri ve hiçbir siyasi amacı olmadığını bildikleri 40 yıllık bir hazinenin kayyım ellerinde harcanmasını uzaktan, soğukkanlılıkla izleyen Simonlara dönmüş durumdalar.

Sen de evet diyor musun Vladimir kardeşim?

Yıldönümü yaklaşan Meclis, artık milletvekillerinin kendi hazırlamadıkları yasaların altına imza atıp, sabaha kadar el kaldırıp indirdikleri, yürütme üzerindeki yetkilerini de devretmiş bir noterlik. Kuvvetler ayrılığı da nihayet kuvvetlerin kavuşmasıyla mutlu sonla bitti.

O depremin öncü sarsıntıları…

Toplumun kimin kimle oynadığını bilmese de bir tenis maçı izler gibi izlediği son bir kaç gündür Ankara’da Metin İyidil davasıyla ilgili tam olarak ne yaşandığını bilmiyoruz. 2015 YAŞ’ından önce ne yaşandığını bilmediğimiz gibi.

“Kahrolsun Salı günleri!”

 Başlıktaki söz merhum Başbakan Adnan Menderes’e ait.  Menderes’i Salı günlerinin böylesine kızdırmasının sebebi, o yıllarda da Meclis grup toplantılarının salı günleri yapılmasıydı. ‘Bir başbakan ve...

Trajik bir fars hikayesi…

Kanada Başbakanı konuşmasaydı da rejimin ali çıkarları için, içlerinde çocukların, yeni evli çiftlerin olduğu bu 176 insanın hayatlarının neden son bulduğu bir sır olarak kalacaktı. 153 yıllık Kanada’nın liberal Başbakanı’nın İran asıllı vatandaşlarına duyduğu sorumluluğu, 10 bin yıllık İran’ın ‘İslam İnkılabı’ nın büyük sloganlarıyla iktidara gelmiş yöneticileri, kendi vatandaşlarına karşı duymadı.