Yıldız Ramazanoğlu
Evsizlerle dayanışma
Ülkemizde de göze görünmeyen büyük bir yaradır çaresizlik içinde sokakta yaşayanlar. Üstelik pandemiyle birlikte işini ve kıt da olsa gelirini kaybeden sayısız insan oldu. Duyarsızlığımız, eşitsizliğimiz yüzünden umutsuzluğa kapılanlar hiç de az değil.
Antonioni: Duyguların Macerası
Görünüşe bakılırsa herkes korona virüsünün zulmü yüzünden birbirini görememekten şikayet ediyor.
Bakalım günümüz insanı sevmekte, bağlanmakta, başkasının hakikatine eğilmekte, insan yükünü taşımakta ne kadar sahici.
Michelangelo...
Fatma hanım
Göklere uzanan heybetli ağaçlar makilere dönmüş, tevekkeli değil pencerelere ulaşmıyor artık kokuları. Kargalar geldi elindeki ekmeğin kokusuna. Korkusuz ama temkinli, ısrarcı ama korkutucu olmayan kuşlar. Her zamanki gibi kendilerine güvenen, her türlü iletişime açık fakat bazen cüretkar olabilen uyanıklar…Fatma hanım da deneyimliydi bir parça verdiğinde artık rahat oturamazdı. Ayağa kalkınca paylaştı ekmeğini.
Omar ve Biz
Omar bir yandan da sitenin bahçe ve duvar işlerinde çalışmak üzere işi almış bir firmanın kalfasının emrinde çalışmaya başlar. Ezilenlerin birbirini ezmesinin en açık örneklerinden biri burada da açığa çıkar ve kalfa görece gücüne dayanarak kimsesiz ve sahipsiz gördüğü Omar’ın hak ettiği parayı vermediği gibi bir de öldüresiye döver hiç sebepsiz.
Newyork Newyork
Herkesin yabancı olması yüzünden hiç kimsenin kendini bütünüyle yabancı hissetmediği şehrin pulları korona salgınının tuttuğu aynayla biraz döküldü. Bu şehirde sanat eğitimi alan ve bir üniversitede öğretim asistanlığı yapan kızım Gülsüm hergün ilginç şeyler anlatıyor. Gözlemlerine göre salgın yüzünden eşitsizlikler günyüzüne çıkmış durumda. Parası ve eve kapanma imkanı olan beyaz Amerikalıların kendilerini kolayca izole edebilmesine karşılık, siyahlar hispanikler ve göçmenler o kadar şanslı değil.
Tecrit boşluk ve Ramazan
Şimdiki zamanda dışarıda fasıla vermeden taciz atışı yapan, insanı ele geçmeyen, kaçan, uzaklaşan bir şey var hayıflanmasıyla esir alan kömürsü bir akış var. Kendimizi sigaya çekme gücümüzü yitirdik, süngüleri tamamen düşmüş olarak teslim alındık. Başka hiçbir yöne bakmamıza izin vermeyen amansız çevrim.
10 Nisan tecrübesi
Fakat farklı siyasi koşullarda olsa halkı suçlayıp idraksizlikle suçlayacak olan insanların birden halka kutsiyet atfetme derecesinde haklılık payı vermesi, marketlerin açık olacağı söylendiğinde bile gece onikiye kadar izolasyon, mesafe, maske, karantina gibi bütün hayati kuralların çiğnenmesini, normal ve meşru görmenin, övgüler dizmenin de anlamını kavramak kolay değil.
Normale dönmesin dünya
Buna karşılık sağlık, eğitim ve temel yaşamsal kaynaklara erişimde eşitlenme eğilimi şöyle dursun, birçok düşünür korona sonrası despotizmin, güvenlik politikalarının, baskıların artacağı, eşitsizliklerin bir uçuruma dönüşeceği yönünde görüş bildiriyorlar. Dünyanın normali olan ne varsa devam edecek görüşü, kaçınılmazlık ilkesi içinde “devam etmeli” fikrini de barındırıyor bir şekilde.
Bal Ülkesi
İtirazları karşılık bulmaz ama az yem ve bakımla çok randıman kafasıyla hayvanları da küsüp telef olmaya başlayınca aile acı tatlı anılar bırakarak çekip gider köyden. Küçük çocuklarla şarkılar söyleyip danslar eden, koşmaca oynayan kedilere bakan Hatice’yi “ne insanla ne insansız” hüznü kaplamıştır. Ele geçirme, sahip olma hırsı etrafı küle çevirip gitmiştir.
Korona tarihi hızlandırdı
Bütün dünya kendi ülkesi kadar başka ülkeleri de izliyor, deneyimler paylaşılıyor, malzeme ve sağlık çalışanı yardımlaşması giderek çoğalacak gibi. Madrid Devlet Hastanesinde hastaların yerlere yatırılıp solunum cihazına bağlanması hepimizin üzüntüsü artık. İspanya’da 3500 sağlık çalışanına korona bulaşması da ortak derdimiz.
Kovid- 19 günlüğü
Kapitalizmin en büyük kalelerinden olan fahiş fiyatla sağlık satan kurumlar, bir anda çökebiliyor. İtalya’da sağlık çalışanları yaşlı hastaların tedavi alabilmek için yalvardığı kaydını geçti. Devlet yaşa değil ama iyileşme ihtimaline bakarak kıt imkanları kimin için kullanmaları gerektiğine dair, doktorları etik bir tercihle baş başa bırakmış durumda.
Avrupa’da kaybolan mülteci çocuklar
Çocuklar, göçmenler ve sığınmacıların özellikle korumasız bir grubudur ve bu sebeple yolculukları boyunca karşılaştıkları şiddet, cinsel istismar, insan kaçakçılığı ve sömürü gibi birçok tehlikeye karşı özel korunmaya ihtiyaç duyarlar. Göçmen ve mülteci çocuklara yönelik şiddet biçimlerinin çoğu; onları her şeyden önce çocuk, daha sonra göçmen ve mülteci olarak hak ettikleri koruma ve bakımdan daha da uzaklaştıran gizli ağlarda “yok olup” ortadan kaybolmalarına neden olmaktadır.
‘Böyle Daha Güzelsin’
28 Şubat günü şiddetli bir yağmur yağıyordu. Göz nuru delikanlıların İdlib’deki şehitlik haberiyle kahrolarak, yaşamaktan utanarak yürüyordum. Birkaç vasıta değiştirerek sergi için Gülhane Parkının sağında...
Kendini hiçe sayan karınca
Film birçok meseleyi tartışmaya açıyor. Silahlı örgütlerdeki kadın hakları, özgürlük, demokrasi söylemleriyle esir alma, farklılıklara tahammülsüzlük ve örgütteki kadınların bile canlarını hiçe sayma arasındaki yaman çelişkiler.
Kadınların saklı derdi
Tesettür mağazalarının sunduğu seçeneklerde hiçbir kumaş özeni yok. Kıyafetler gencecik kızları bile durmuş oturmuş bir kadına dönüştürecek mantalitede hazırlanmış. Cumhuriyetin yaşı ve kişiliği ne olursa olsun, herkesi bir döpiyese sıkıştırma eğilimi vardı, mütedeyyinlik adı altında da aynı tektipleştirme yaygın. Alış verişlerin çoğu hüsranla bitiyor bu yüzden. İçinde rahat ve sağlıklı olacağımız, kendimizi temsil edecek, içimizi dışa vuracak bir tane kıyafete rastlarsak onu yıllarca giyebiliyoruz.
Kısa film ve fotoğrafla göç
Halep’te genç annenin üniversite mezuniyetine, minik kızın neşeli doğum gününe, şen şakrak ev ortamlarına dair fotoğraflar, kaçarken çantaya atılabilmiş kırık bir makineden geçiyor. Fotoğraf filmi yakılıp yıkılmış bir şehrin insanlarının göçmeden önce şehrin eski güzelliğini yansıtan bir resmin önünde sırayla poz verişlerinin geçidi. Mum Işığı bir toplum için en yıkıcı göçlerden birini, beyin göçünü temsilen yanan ve sönen mumları metafor olarak kullanmış.
Filistin Enstitüsü
Filistin için güçlü adımlar atılması lazım. Bunun sadece inişli çıkışlı siyasetle yapılması mümkün değil. Politikaların sağlam bir zemine yaslanması gerekir ki bu da Filistin hakkında sanat felsefe edebiyat siyaset toplum ekoloji ve şehir bağlamlarında yapılacak çalışmalarla mümkün.
Deprem Bakanlığı
Bir “Deprem Bakanlığı” kurulsa yeri var. Özellikle “İstanbul depremi” başlığıyla örgütlenmiş, sürekli güncellenen, bilgilendiren şeffaf bir kurum büyük ihtiyaç. Bir apartmanda evindeki keyfi için kolonu kesen adama dur diyen merci yoksa, belediye komşuların feryadına aldırmadan uygundur raporu veriyorsa, raporu verenler bina yıkılınca değil, şimdi en ağır bedeli ödemek zorunda.
‘Bahçesiz okullar kapatılsın’
İçi gerçekten karmakarışık bir yumağa dönüşen “başarı” kavramının nesnesi haline getirdiğimiz, insani ilişkilerde giderek gerileyen, asgari nezaketten hızla uzaklaşan çocuklar üzerine düşünürken acaba kiminle özdeşim kuruyorlar, zamanın ruhunu nasıl içselleştiriyorlar diye düşünmek gerekmez mi? Okuldan vazgeçmek şimdilik söz konusu olmadığına göre geniş ruhlu, mutmain kalpli, merhametli ve vizyoner çocuklar yetiştirme meselesine kafa yormalı.
Ekolojik olan etiktir
İklim değişikliği ve su kaynaklarının tükenişi 21. yüzyılın en temel meselesi olmalı. Bütün dünyada “çevreciler” diye küçümsenen, bazen yerlerde sürüklenen âkil insanlar yeryüzünün meczupları olarak görülseler de yaşamın, fıtratın, iyi ve doğrunun ilahi varoluşun savunucusu onlar.
Samatya’da bir çanta
Sibel’de müşahhaslaşan, içimizi yakan gerçeklik gösteriyor ki gençlerin önüne konan hedefler çok ağır karanlık ve dünyevi. Beklentiler oldukça acımasız ve ayakta kalmak hiç kolay değil. Temel ihtiyaç olan “değer görme” aslanın ağzında. Müntehirin ruh halini sadece ekonomik koşullarla açıklamaya çalışanlarla, psikolojik sıkıntıya, platonik aşka bağlamak isteyenlerin kutuplaşmasına şahit olduk bu sefer de.
2019 neymiş meğer
Film günümüz dünyasına ve bu gidişle gelecekte olabileceklere dair pek çok eleştiri ve gönderme içeriyor. Dünyanın en kanlı emperyal operasyonlarına en romantik isimler verildi bu güne kadar. İnsanlar çeşitli ideolojilerin liderlerin kölesi haline getirildi fakat uyanıp bu oluşumlarla mücadele etmek yerine daima birbirleriyle savaşmaları sağlandı, sistemler ise devam etti.
Geleceği öngörme sanatı
Farklı insanların bir arada iyiler dünyasını oluşturduğu kozmopolit bir iyilik ülkesi fikri mümkün müdür? Fakat burada da “insanın kendi haklılığıyla büyülenmesi” dediğim ve başka olana kapalı bir özcülük var ki bu aşırılık ince bir yolla yönetici konumdaki herkesin nedense “beyaz ve Avrupalı” olmasının doğallığını da içlere işliyor.
Kadınlar güzeldir
Kadınları suçlu ilan etmekten, rol dağıtmaktan, ne yapmaları gerektiğini söylemekten, yerini haddini bildirmekten bir an başınızı kaldırın ve böyle insanlarla kardeş olmanın, kötülüklere kabalıklara karşı birlikte mücadele verme imkanının şükrünü eda edin. Şiddetin kabalığın nobranlığın zeminini hazırlayan söylemlerden vazgeçin, her cinayete “ama” diye başlayıp gerekçeler üreten zalimlerden olmayın.
‘Zannettiğin kişi değilim’
Talebe olmak filmin ana meselelerinden biri. Heveslisi çok ama talip yoktur. Gelen giden çok ama kalan hiçtir. Hattatların elleri de cerrahlar gibidir, ağır yükler taşıyıp nasır bağlamamalıdır. Öte yandan hamaldan hattat olur yine de, ama edep yoksunundan olmaz.
Tokat’ta ‘mülteciler ve edebiyat’
Avrupa ülkeleri için binlerce mağdur insan hiç mesabesinde; dünyada kaybı olan insanların değerli ve değersiz kurbanlar ayrımına kurban gitmesi dünyayı daha da tekinsiz hale getiriyor. Hikayeci Mukadder Gemici’nin bahsettiği bir araştırmada görüldüğü gibi Batı medyasında mülteci kelimesi neredeyse “tehdit”le eş anlamlı kullanılıyor.
2050’de ne olacak?
Yüz yıl öncesine göre bile hiçbir derinliği olmadan yürütülen din siyaset milliyet hakkındaki sonu gelmez tartışmaları çürüme olarak görüyorlar. Gelecekte kör dövüşlerin son bulduğu, nitelikli insanlarla, kuşatıcı bir cemiyet hayatıyla yola devam eden bir Türkiye hayal ediyorlar.
Yaşamak hastalığı
Fakat yüksek bir tepeye çıkıp ta birbirini çiğneyen insanları görünce ‘yaşamak hastalığı’ ayan olur. Daha önce ‘dünyayı seyretme hastalığı’ başka bir boyuta taşınır. Bu arbedeyi alkışlayan, korkan, eleştiren, gözlerini kaçıran ya da görmezden gelenlerin dünyası.
Keçeciler Caddesi
Yol boyunca Suriyelilerin açtığı güzel baharat, kargo, bakkaliye, kuaför, terzi dükkanları var. Biraz ilerleyip köşeyi dönünce El Muhtar kahvehanesine açılıyor yol. Vitrinde çok güzel Arap tatlıları varsa kakuleli kahve zamanı. Halep’i, Şam’ı, Hama Humus ve Busra’yı anmamak, oralarda kanka olduğumuz esnafın akibetini düşünüp kahrolmamak elde değil.
Şehir sakinleri ne istiyor?
Mutluluk elbette göreceli fakat eşitlik ve hizmetlere erişebilirlik son derece somut bir veri ona göre. Aynı kaldırımda insanlarla birlikte yürürken, görme engeli yüzünden değil, bir direğe çarptığında eşitliğin nasıl yıkıldığını anlattı. Engelli olması yüzünden bir kursa alınmayınca, arkadaşıyla restorana gittiğinde siparişi kendisine değil de yanındakine sorulunca, bir sınavda ayrımcılığa uğrayınca, müzeye girdiğinde kendisi için düzenlenmiş bir katalog bulamayınca, otobüse bindiğinde günaydın dediği şoförden cevap alamayınca mutsuz oluyor.