Kuzguncuk’ta giriş katında pencereleri denize boydan boya sarkan İsmet Baba’nın bulunduğu yalıcığı iyi bilirim. Yalının sahibesi anneannesine yatılı uğrayan has arkadaşım AyşeNur’u, sabahları Şehir Hatları Vapuru’nun kaptanı sarsa sarsa uyandırır. Vapur yalının dibindeki küçük iskeleye yanaştığında, kaptanın Köşkü’nden süzülen gözleriyle, onun üst katta yatağından doğrulan nazarı pencereden mahmur bakışır.
Kötü bir tabloydu bu; ipler Hoca’nın elinde kaçmıştı, Güneş, kontrolünü yitirmiş ve motivasyonunu kaybetmişti. Bir bütün olarak takımın hali de haraptı; özgüven yerlerde, moraller sıfıra inmiş düzeyde, cesaret ise kayıplardaydı. Güneş’in mevcut ruh hali düşünüldüğünde, bu durumu düzeltmek ve suyu tersine akıtmak imkânsızdı.
Bir kaç ay önce İstanbul Üniversitesi resmi Twitter hesabından bir mesaj paylaştı.Tweete iliştirilmiş fotoğrafta tıklım tıklım dolu bir salona konuşan Halide Edip görünmekteydi.Fotoğrafın altına şu not düşülmüştü: “Halide Edip, üniversitedeki profesörlüğünde ilk dersi verirken." Tweet çok popüler oldu. O yıllarda üniversitenin efsane kadrosunu övenler espriler yaptılar. Ama çok az kimse fotoğrafın hangi yıl çekildiğini merak etti.
Ahmet Vehbi’nin İstanbul Notları’nda bu hafta; Erdoğan'ın kitabı en ucuz nereden alınabilir, gündüz kuşağında görülmemiş rekabet, İstanbul’un en pahalı umumi tuvaleti ve hamburgerde yerlilerin yükselişi var.
Bir İslam aliminin hele de inanç ve yaşam tarzı yüzünden defalarca yumruk yemiş birinin, inancı gereği kabul etmediği bir şeye dair aklına gelen ilk tedbirin devletin yumruğu olması bir kenarda dursun, biz taş yağmurları ve depremlere sebep olabilecek çok daha büyük günahlara bakalım; Adaleti gözetmemek ve adaletle hükmetmemek; devlet ve vakıf malı gibi toplumun ortak hakkı olan şeyleri haksız yere gasp etmek ve uygunsuz bir şekilde kullanmak ve rüşvet alıp vermek... Bunlar kul hakkıdır ve bundan daha büyük ve topluca helak olmayı cezbedecek daha büyük bir günah da yoktur.