Batılılaşma tarihimize dönüp bakınca en bol şeyin çelişkiler ve kafa karışıklığı olduğunu görmek hiç de zor değil. Hep bir iç mücadelesi, hep bir kendinden emin olamama ve büyük soru işaretlerinin içinden çıkamama halleri. Belli ki bu bir batılılaşamama tarihi.
Hayvanat Bahçesi’de çekilen mutlu aile fotoğrafların istisnası, en hüzünlüsü Sevgi Soysal’dan… Soysal kanser olduğunu gecikerek öğrenince mırıldanıyor: “Benim annem 37 yaşında kanserden öldü, ben de 40’ıma gelmeden öleceğim… Çocuklarım küçücük, ne yapmalıyım ki beni hatırlasınlar?” “Çocuklar Hayvanat Bahçesi’ni çok severler” diyerek filin yanında fotoğraf çektiriyor. Çocuklar koskoca bir filin yanında duran annelerini hiç unutmaz değil mi? Arkadaşlarına derler ki, “Filin yanındaki benim annem”.
Geniş pencerelerden denizi gören evleri inceliyorum. Merdivenleri kokmuyordur bunların, kapıları dan diye kapanmıyordur arkalarından, anneleri babalarına intizar etmiyordur, babaları eve gelecek diye tedirgin olmuyorlardır, sevdikleri yazarın kitaplarını eve sipariş ediyorlardır, kahve kokuyordur evleri mis gibi. Bir de çikolatalı kurabiye.
12 Temmuz (1947) Beyannamesinde de kabul edildiğini gördüğümüz şartları; yani bütün partilerin güven içinde, bir başka deyişle iktidar partisi şartları içinde çalışacakları ve kamuoyunun da vicdan rahatlığı ile şu veya bu partinin iktidar olmasını kabul edeceği bir ortamı istemek çok mudur?
İstanbul’da yine puslu bir kış günü Emirgan’daki müzenin en alt kattaki salonunda karşımızda duran o sisli İstanbul tabloları karamsar zamanların sonra yeşeren ümitlerin ve sonra yine hayal kırıklıklarının eseriydi.