Davutoğlu, Çözüm Süreci’ni tamamına erdirme iradesinin göstergesi olarak çok sayıda örnek sıraladı. Bunlardan biri de kayyum tekliflerine ilişkin tutumuydu. Başbakanlığı esnasında birçok kez belediyelere kayyum atanma önerisinin önüne geldiğini ama siyasi rakipleriyle demokratik mücadele dışında bir yolla mücadele etmeyi zül addettiğinden, bunu elinin tersiyle ittiğini söyledi.
İşçiler sigortasız ve asgari ücretle çalıştırıldıklarını söylüyor, tedbirsizlikten şikayet ediyordu. Daha önce fabrikada 2.5 yıl çalışmış ve son patlamada fabrika işçisi yengesini kaybetmiş Sultan Doğan’ın sözleri şartları özetliyor: “Paramızı vermiyorlardı, her taraf ilaçtı, baruttu. Bunları söylüyoruz, müdür küfürlü konuşuyor. Ben şikayetçiyim, yengemi yiyen onlar göz göre göre. Hiçbir tedbir yok.”
Fabrikadaki patlamadan sonra gelişen olaylar zinciri içinde tek anlam veremediğim şey, bu fotoğrafın eleştiriler üzerine kaldırılması oldu. Sonuç olarak her şey yemek için değil mi?
Her geleneksel tarım devleti, tabandaki bağımlı köylü ekonomisini de, onların artı-ürününü paylaşmak için kurduğu fiyef sistemini de, kendi hukuku, kültürü, töresi ve törenleriyle kuşatıyor. Onlara rengârenk elbiseler giydiriyor. İlk bakışta bu farklar göz alıyor. Ama o yerel kıyafetleri adım adım soyup çıkardığımızda, bu toplumlar giderek aynı grilikte birbirine yaklaşıyor. Derinlerdeki tarihsel sosyolojilerinin ortak çizgileri vuzuha kavuşuyor.
Türkiye’nin kadın cinayetleri konusundaki karnesi korkunç. Sadece geçtiğimiz Haziran’da 27 kadın, erkekler tarafından öldürüldü. 2019 yılında 474 kadını cinayete kurban verdik. 2018 yılında yasaya dayanarak 83 bin kadın başvurdu, 11 bin kadının başvurusu reddedildi. Koruma kararlarının bile kadınları koruyamadığını biliyoruz. Ancak yasanın varlığı, kadınlar için bir dayanak.