Her eleştiriyi “öteki”lere, kötülere, şeytanlara, zaten sicili bozuk olanlara maledip bu yolla çürütmeye kalkacaksak. Eleştirenler hep dışarısı, düşmanlar, gayrimeşrular, sözü dinlenemez ve kabul edilemezler olacaksa. Bu silâhlar “içeri”ye de tevcih edilecekse ve her adımda karşımıza “bak gördün mü kimlerle berabersin!” tehditleri dikilmeye başlayacaksa… Bunun, demokrasi saflarında tolerans ve çoğulculuk açısından sonuçları ne olur acaba?
Son zamanlarda “Baharla birlikte” çok şey olacak lafı dolaşıma sokuldu. 17-25 Aralık darbesinden başarısızlıkla çıkan “Paralel Yapı”nın dolaşıma soktuğu bu özgürlük ve demokrasi sözcüklerine Kandil dağdan ses verdi… Herkes bir yerden ses verip uyanışa doğru gidiyor. İşin komiği bunu da “Demokrasi ve Özgürlük” adına yaptıklarını söylüyorlar.
Türkiye, “yıkım sürecinin” etkileriyle “inşa sürecinin” ihtiyaçları arasındaki gerilimli ilişkinin önümüze koyduğu zor ikilemle karşı karşıya. Ya demokratikleşme hedeflerine sadık kalacağız; demokratik yöntemlerle toplumsal kesimlerin nefes almasını, kendilerini ifade etmelerini sağlayacak ve uzlaşıları teşvik edeceğiz. Ya da giderek güçle bastırma, şiddet enstrümanlarına yüklenme yönüne sapacağız ve otoriter bir sistem inşasına doğru yol alacağız.
AK Parti’nin hukuken doğru davranması yetmiyor. Hele yönetebilme kaygısıyla hukuku düzenleme girişimleri daha da derinde yaralayıcı olabiliyor. İnsanlar dönüşümü gerçekleştirebilecek ve yarını taşıyabilecek tek aday olan bu partinin iç siyaset ortamında da hakkaniyete sahip çıktığını görmek istiyorlar. Aksi halde gerçekçi bir ‘müşterek yarının’ olamayacağının farkındalar…