Ana SayfaManşetAK Parti’den arta kalan – 1 (*)

AK Parti’den arta kalan – 1 (*)

Arslan’a göre AK Parti, bugün doğru bir zeminde değil; “kutsal” sayılan halk iradesinin gasp edilmesi, Kürtlerin oyunun yok sayılarak belediyelere kayyum atanması, sabah akşam kendi dağlarının bombalanması, çözümün daha fazla terörist öldürmekte aranması, öldürülen terörist sayısının fazlalığıyla övünülmesi, vb. hep bu yanlış zeminin tezahürleri.

Mehmet İhsan Arslan, 2002-2011 yıları arasında Diyarbakır milletvekilliği yaptı. Geçmişinde Mazlum-Der Genel Başkanlığı yapan, birçok gazete ve dergi çıkaran Arslan, kuruluşundan itibaren AK Parti’nin içinde kritik bir role sahipti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en güvendiği isimlerden biriydi. Hâlihazırda Ankara milletvekili olan oğlu Ali İhsan (Mücahit) Arslan da her zaman Erdoğan’ın çok yakınında ve dar kadrosunda yer aldı.

Arslan, geçtiğimiz ay iki kitap yayınladı: “Ardımda Kalan” ve “Aklımda Kalan” (Kapı Yayınları) Ardımda Kalan, Arslan’ın röportajlarını, yazılarını ve raporlarını bir araya getiriyor. Gazeteci Ayşe Karabat’ın yayına hazırladığı Aklımda Kalan’da ise Arslan’ın hayat öyküsü uzun bir nehir söyleşisi şeklinde aktarılıyor. Kitap hem Arslan’ın yaşamından kesitleri hem de siyasete ilişkin değerlendirmelerini içeriyor.

Kitaplar kamuoyunun huzuruna çıktıktan sonra Arslan, BBC Türkçe’ye ve Medyascope’a konuştu, önemli tespitlerde bulundu. Hem şahsi hem de her aşamasında bulunduğu bir siyasi hareketin bir muhasebesi olarak görülebilecek bu açıklamalar geniş bir yankı uyandırdı. Arslan’ın beyanları Kürt meselesi, iç politika, dış politika ve AK Parti’nin dönüşümü gibi birçok açıdan ele alınabilir. Bu yazıda Arslan’ın “Aklımda Kalan” kitabında Kürt meselesine dair söylediklerine değineceğim.

“Gölgesinden korkan Cumhuriyet”

Kürt meselesine tarihsel bir perspektif içinde bakıyor Arslan. Ona göre yanlış temeller üzerinde kurulan Cumhuriyet “kendi gölgesinden bile korkuyor. Müslümanlardan korkuyor. Kürtleri yok saymış. Alevileri mezheplerinden ötürü mağaralarda boğdurtmuş ya da yakmış.” (s. 141) 

Korku, sorunları doğru bir biçimde teşhis etmesini de engellemiş; mesela Kürt meselesi “terör” parantezine hapsedilmiş. Oysa etnik ve siyasi bir muhtevaya sahip bu sorun “terör diye görmezden gelinemez.” (s. 139)

Yanlış teşhis doğru bir reçete üretmeyi engellemiş. Bir süreklilik içinde yanlışta ısrar, sorunu katmerlendirmiş. Geçmişte Batılılar duvarlar örerek, mayınlar döşeyerek bu coğrafyayı tanzim etmiş. “Şimdi de Irak, Suriye sınırına duvar örmüşüz. İnsan hayıflanıyor, bu nasıl bir cehalet diye.”  (s. 150) 

“Türkiye’nin Kürtlere yüz yıl borcu var” (s. 12) diyen Arslan, AK Parti’nin ilk dönemlerinde bu meseleyi çözmek için cesur adımlar attığının altını çiziyor. Erdoğan’ın çok başarılı olduğunu, toplumu çözüme hazırladığını ve farklı kesimlerden insanları çözüm konusunda belli bir noktaya taşıdığını belirtiyor. Fakat kendisinin de çok bel bağladığı bu adımların mutlu bir sona ulaşmadığını, AK Parti’nin demokratik ve siyasi mekanizmalarla sorunu çözemeyince eskiden çok sert eleştirdiği güvenlikçi anlayışı tatbik etmeye başladığını söylüyor.

Arslan’a göre AK Parti, bugün doğru bir zeminde değil; “kutsal” sayılan halk iradesinin gasp edilmesi, Kürtlerin oyunun yok sayılarak belediyelere kayyum atanması, sabah akşam kendi dağlarının bombalanması, çözümün daha fazla terörist öldürmekte aranması, öldürülen terörist sayısının fazlalığıyla övünülmesi, vb hep bu yanlış zeminin tezahürleri.

Peki, bu duruma nasıl gelindi? AK Parti’nin bir uçtan diğerine bu denli sert savrulmasının altında yatan yapısal nedenler nelerdi?

“Kürdün Müslümanı da biraz Kürtçüdür”

Arslan ilk dönemlerden beri, Kürt meselesinde devletçe kabul edilenin dışında bir dil kullanmanın veya talepleri seslendirmenin parti içinde bir gerilime neden olduğunu belirtiyor.

“Parti çalışmaları içinde sizin özellikle Kürt meselesine dair bir şeyler deme şansınız yoktu. Konuyu gündeme getirince ‘Kürtçü’ oluyordunuz. Türk olan arkadaşın ‘ben milliyetçiyim’ demesine kimse bir şey demiyordu. Ama Güneydoğu illerinden, o vilayetlerden gelenlerin bu meseleyle ilgili bir sorunu gündeme getirmesi her zaman sorun olmuştu.” (s. 381) 

“Kürdün Müslümanı da biraz Kürtçüdür” ifadesiyle kendini dışa vuran rahatsızlığın doğurduğu iki sonuç vardı. Biri, partideki Kürt milletvekillerinin sıklıkla değiştirilmesiydi. “Bir defa seçilen bir sonraki dönemde listeye giremiyordu. Zaten bizim Güneydoğu ve Doğu’dan gelen arkadaşlara parti üst aklı tarafından hiçbir zaman sağlıklı bir güven oluşmadı. Dün vekil yaptığımız biri hakkında bir polisin getirdiği not, bu güvensizliği oluşturmaya yetiyordu. Bu bizi her zaman üzdü. Listeler belirlenirken aday olanların validen sorulması, emniyet müdüründen sorulması gibi bir alışkanlık oluşmuştu. Partinin bölge siyaseti ve teşkilatları adeta emniyetin yönlendirmesiyle şekilleniyordu.” (s. 381)

Diğeri ise, Kürt meselesine ilişkin faaliyetlerde Kürt vekillerin dışarıda tutulmasıydı. “Kürt meselesiyle ilgili politika belirlemede ve kararlar almada hükümet hiçbir zaman Kürt aktörleri, kendine bağlı, kendi partisinden kişileri bile sürece katmadı. Sorun, çözümünü dayattıkça geçici, palyatif tedbirler alınıyordu… Siz doğru vidayı doğru yuvasında çevirmezseniz, o vida o yuvada görevini yapamaz.” (s. 451)  

Ertelemeci siyaset

Kürt vekilleri “potansiyel şüpheli” olarak damgalayan bu tavrın yanı sıra meseleyi ağırlaştıran bir diğer problem, Erdoğan’ın Kürt meselesine yaklaşımıydı. Arslan’a göre Erdoğan’ın Kürt meselesinde “ertelemeci” bir bakışı vardı. Sorunun varlığını kabulleniyor ama daima “bunu gelecekte hallederim” diye düşünüyordu. (s. 423)

Ne var ki Kürt meselesi giderek büyüdüğü için bu siyaset bir çözüm üretmiyordu. İktidar ancak çok sıkıştığında Kürt meselesine dönüyordu.

“Sıkıştıkça adım attık. Sıkışmadan da adım atmıyorduk. Kendine göre başka alanlarda daha önemli görülen, belki de daha acil adımlar vardı atılması gereken. Kürt meselesi ise her zaman kendini dayattı ve o sıralamada kendini öne çıkarmaya çalıştı. Çözüm dosyasını öne çıkarmanın yolu ancak ya çok ölmek ya da çok öldürmekti.” (s. 424)

“Özetle zaman zaman mecbur kalınca olaya müdahale ediyorduk, ama hiçbir zaman teşhisi doğru koyamadık. Teşhisi koymak da kolay değildi. Neden? Çünkü bu ekonomik geri kalmışlık değil, kültürel bir sorundur dediğinde, ona göre adım atmak gerekiyor. Ama bu ekonomik geri kalmışlık sorunu denildiğinde, çoktan kültürel sorun olmuştu. Kültürel sorun haline dönüştüğünü fark ettiğimizde çoktan siyasal sorun olmuştu. Sorunun siyasi olduğunun anlaşıldığı noktaya gelindiğinde ise maalesef iş işten geçmiş olacak. Artık siyasi soruna siyasi çözümler getirmek zorunda kalacaksınız. Erken teşhisler konulabilseydi, çözümler sizin inisiyatifinizde olabilirdi. Yara kangrene dönüştüğünde, kol bacak keserek hastayı kurtarmak zorunda kalabilirsiniz.” (s. 425-426)

Arslan’ın kitabında, çözüm süreci ve Suriye siyasetine ilişkin kayda değer notlar var; oradan devam edeceğim.

(*) Kürdistan 24, 02.12.2020

- Advertisment -