Din, tartışmalı bir konu, tartışmalı olması sadece bir dine mensup olanlar ve olmayanlar arasındaki tartışmalardan kaynaklanmıyor aynı zamanda aynı dine mensup kişiler arasında da tartışmalı bir alan. Böyle olması da gayet olağan çünkü din dediğimiz şey, Allah’ın “kelamı”, Allah’ın “dilinin”, kul düzeyinde üstelik metne dayalı bir kitaptan edinilmesi oldukça zor bir durum. Buna bir de asırlık tecrübeyi yani geleneği de eklediğimizde anlama ve uygulama konusunda farklılıkların, tartışmaların olması kaçınılmaz. Olağan olmayan durum ise, din konusunda dil, tarih, usul gibi alanlarda uzmanlaşmamış kişilerce, ilim insanlarının dine dair açıklamalarının reddiyeye maruz kalması.
Prof. Dr. Hüseyin Atay da bu tartışmalardan nasibini fazlaca almış bir isimdi. Buna rağmen, yani Kuran’ı Kerim’e dair bir ömür süren emeği sürekli tenkit edilmesine rağmen, İslam alanında araştırmalar yapmayı terk etmedi. Kendi ifadesiyle söyleyecek olursam; “Ben kimseye yaranmaya çalışmıyorum, Allah’a yaranmaya çalışıyorum.”
Prof. Dr. Hüseyin Atay, Rize’nin Güneyce köyünde 1930 yılında doğdu, ilerleyen yıllarda eğitimine İstanbul’da devam etti, henüz ilkokul yaşlarında İstanbul’un önde gelen hocalarından Arapça dersleri aldı, kendisi hafız, liseyi ve üniversiteyi Bağdat’ta okudu, 1956 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne asistan olarak girdi. İbranice öğrenmek için İsrail’e gitti, İslam Felsefesi’nden İbranice’ye yapılan çevirileri inceledi. Chicago Üniversitesi’nde İslam felsefesi alanında araştırmalar yaptı, Harvard Üniversitesi dahil, birçok üniversitenin daveti üzerine buralarda da akademik çalışmalar yürüttü.
Atay, uzmanlık alanı olan Kelam konusunda çok sayıda esere sahip olmakla beraber, Kuran’a Göre Araştırmalar isimli 7 ciltten oluşan kitaplarında Kuran’ın yani Allah’ın ne dediği üzerine çalıştı.
İlim insanlarından sadece bilgi öğrenilmez, aynı zamanda üslup da öğrenilir. Hüseyin Atay Hoca için kelimeler önemli, kelimeleri öylesine kullanmıyor, kendisiyle ilgili bir şeyler yazmaya çalışırken bu hususa da dikkat çekmek gerekirse, “Kuran’ın ve Allah’ın ne dediği üzerine çalıştı” cümlesi önemli zira, mezhep imamlarını yok saymamakla birlikte o, geleneğin, ulemanın ne dediği değil, Kuran’ın ne dediği üzerine çalıştı. Onu tartışmalı yapanın bu olması ne garip değil mi?
Bilindiği üzere kadim bir soru olan “İslam terakkiye mani midir?” tartışmasına verilen kadim ve doğru cevaplardan biri, terakkiye mani olan şeyin İslam değil, içtihat kapısının kapatıldığıdır. Bu noktada, Atay’ın Müslümanların bugünün dünyasında karşılaştığı problemlere, öncekilerin değil, kendisinin değil, Kuran’ın ne dediğinden yola çıkarak çözüm araması, içtihat kapısını aralamaya çalışması önemlidir.
Atay, İsrailiyat kaynaklarından İslam’a geçmiş konularla ilgili, kader anlayışı, Hz. İsa’nın nüzulü, Miraç olayı gibi bahislerde İslam’ın ne dediğini anlamak ve anlatmak üzere çalışmalar yürüttü. Ayrıca Allah’ı, Peygamber (SAV)’i nasıl tanımak gerektiğini Kuran’a dayanarak izah etmeye çalıştı. Bunları içtihat kavramıyla açıklamak da ayrıca doğru değil, Kuran’a göre kader anlayışını, peygamber anlayışını anlamaya ve anlatmaya çalıştı denilse daha doğru olur.
Ahkam ile ilgili olarak, kadınların boşanma hakkı, şahitliği, hayız halinde (regl dönemi) ibadet yapıp yapmaması, zinanın hükmü, başörtüsü gibi sadece kadını ilgilendirdiği düşünülen ama aslında tüm Müslümanları ilgilendiren konularda, başta Kuran’a, devamında rivayetlere referansla mesnetli açıklamaları da içtihat gibi yorumlandı. Ama aslında bu da içtihat yapmak değil Kuran ve sünnetin ne dediğini ortaya koymaya çalışmaktır.
Atay’ın sık sık vurguladığı konulardan biri de Müslümanların mezheplere bakışındaki yanlış tutumdur. Haksızca “mezhepsizlikle” ya da “kendine yeni bir mezhep kurmuş olmakla” itham edilmiş olsa da, durum kendisinin de ifade ettiği gibidir; “İmam-ı Azam, evet, bizim imamızdır. Bugün hayatta olsa bizler kendisiyle İslam’a dair konuşup tartışabilirdik, bu hususta problem kendisinde değil, kendisinden sonra gelen “ulemanın” (onlara ulema demek doğru mudur tartışılır), İmam-ı Azam’ın görüşlerine din muamelesi yapmasından kaynaklanmaktadır. “
Dine dair söz söyleme, dini referans alarak iş gördüğünü belirtme; dini, toplumsal ya da siyasi alan fark etmeksizin bu hakka sahip olduğunu iddia edenlere geniş bir iktidar alanı ve ciddi bir güç sağlar. Dolayısıyla, kitleleri yönlendirmek isteyenler bu alana sahip olmak için sık sık dine dair bir otorite oldukları iddiasında bulunur, bu Müslümanlara has bir durum değil, örneğin Hıristiyanlık için konuşursak, Kilise’nin de yaptığı şey bundan farksız değildir. Düşünün bir dine inanıyorsunuz ancak onu öğrenebileceğiniz kaynağın dilini bilmiyorsunuz, inandığınız yaratıcının ne dediğini ancak papazlar sayesinde, onların dilediği kadarıyla öğreniyorsunuz. Aynısı olmasa da İslam için de kısmen bu geçerli, Atay bu duruma karşı, Allah’ın her insanı tek başına sorumlu bir birey olarak kabul ettiğini, dolayısıyla Kuran ve sahih sünnetten yola çıkarak öncekilerin, ulemanın ne dediğine değil Kuran ve sünnetin ne dediğine bakmak gerektiğini söylüyor. Zaten bu nedenle de İslam’a dair onca hayırlı çalışmasına bu kadar çok haksız reddiye alıyor. Eleştirilerini de buradan yola çıkıp yapıyor, hem devlete hem de ilahiyatçılara karşı eleştirileri var, yine kendi ifadesiyle şöyle diyor: “Benim ve benim gibilerin bildiğini tüm ilahiyatçılar biliyor çünkü biz bunları kendi hevamızdan söylemiyoruz ancak susmayı tercih ediyorlar. Ayrıca devlet de ilim yapmamızı istemiyor, çünkü doğru bilinen yanlışları düzeltmemiz işlerine gelmiyor.”
Bir asra yaklaşmış bir ömrü, ilme adamış birinin tüm fikirlerini bir seferde ele almak mümkün değil ancak bir örnekle, ilme bakışını açıklamak gerekirse, bugün değil 90’lı yıllarda yaptığı açıklamalarda medreseler ile ilgili yaptığı şu açıklaması mühim: “Medrese eğitiminin geri gelmesini isteyenler var. Medreseler hükmünü tamamladı çünkü tek bir kitabı okuyorlardı, tek bir kitap (kaynak) ile eğitim olmaz.” Çünkü ona göre fıkhı öğrenmek için ama Kuran’ı anlamak için okumalıyız. Yani fıkhı okuyup değil Kuran’ı okuyup uygulamak şarttır.
30 Ağustos 2023’te ömrünü Kuran-ı Kerim’i anlamaya adamış olan Hüseyin Atay Hoca, dünya telaşesini tamamladı, “Alimin ölümü, alemin ölümü gibidir” şeklinde her vefat ardından yapıştırılan bir ezber şeklinde değil, onun kaybı tam anlamıyla Kuran’ı anlamak noktasında önemli bir kayıp. Ancak belirtmek gerekir ki, sayamayacağımız kadar fazla kitabı, salih amel olan kitapları Müslümanların istifa edebilmesi için mevcut, Google, dramatik rivayetler, mizah kaynaklı, sırf “falanca buyurdu” diye başladığı için inanılan dini anlatımlar yerine, ana kaynaktan dinin ne olduğunu öğrenmek isteyenler başvurabilir.
İslam tek, Kuran tek ancak Müslümanlık biçimleri çeşit çeşit. Öyle de olur çünkü her insan kendi ortamının ürünü… bu bir derecelendirme değil, zaten kulluk noktasında derecelendirme yapmak haşa Allah’ın alanına girmektir ki, bu noktada derecelendirme yapmak Allah’a mahsustur.
İslam’ı hangi kaynaktan öğreniyorsanız İslam sizin için o; televizyonda sıhhati tartışmalı rivayetler ve dramatik fon müziği ile dinliyorsanız İslam hakkında bildiğiniz o kadar. Bir tarikata ya da bir cemaate mensupsanız sizin din hakkına bildiğiniz hocanızın ve şeyhinizin anlattığı kadar. Size İslam’ı anlatan kaynak dine nasıl bakıyorsa sizin baktığınız yer de orası; dini sürekli yasaklar üzerinden, Allah’ı sürekli azap eden bir şekilde anlatan bir kaynaktan öğreniyorsanız Allah’a dair bilginiz o yönde. Ve dahi bunları ana kaynağa en yakın biçimde yani Kuran’a müracaat ederek doğruluğunu araştırmak herkes için imkan dahilinde değil zaten böyle bir şey de mümkün değil. Ancak bunu yapanlar var; hakkıyla -hakkıyla kısmı önemli- bir ilahiyat eğitimi alıyorsanız, kulaktan duyma, doğruluğu tartışmalı, sadece nakle dayalı dini bilgi ile değil çok geniş bir birikimle karşılaşıyorsunuz.
Sonuçta elinizde Kuran’a ve sünnete, Kuran ve sünnet ilimlerine (tarih, usul, dil vesaire) başvurarak, elinizdeki bilginin doğrulunu test etme imkanınız oluyor. Ve buradan hareketle İslam hakkında doğru ya da doğruya en yakın bilgiye sahip oluyorsunuz. Tam olması gerektiği gibi… Ama Rahmetli Hüseyin Atay Hoca örneğinde de olduğu gibi bizde genellikle olan şu; Kuran ve sünnet dışındaki tartışmalı kaynaklara kati şekilde doğru bilgi olduğu muamelesi yapıp, asıl kaynak olan Kuran ve sahih sünneti, bu tartışmalı, doğruluğu şüpheli bilgilerden yola çıkarak açıklamak. Bu şey gibi; önünüzde bir harita, telefonunuzda bir navigasyon, yanınızda bir pusula var, varmak istediğiniz de bir yer. Pusula yönü, harita yolu, navigasyon yoldaki yol çalışmaları, kazalar dahil, nereye ne kadar zamanda gideceğinizi size gösteriyor ama siz ısrarla, daha önce oraya gidip gitmediği bile meçhul olan falanca kişinin, sırf hayat bir şekilde sizin karşınıza onu çıkardı diye onun tarifiyle, el yordamıyla gitmeye çalışıyorsunuz. Hüseyin Atay ve benzeri ilim insanlarımızın varılacak noktaya insanları ulaştırma emeklerinin maruz kaldığı dram da tam olarak budur, üstelik bununla da sınırlı değil, bir de kendileri bundan dolayı hedef alınırlar. Niye? Çünkü dinin ne dediğini tam olarak kullara anlatmak, o dinin etinden, sütünden faydalanmak isteyenlerce insanlığa ulaştırılırsa, bu tip din bezirganlarına gerek kalmaz da ondan.
Kimin varılacak hedefe ulaştığını ya da ulaşamadığını ancak Allah bilir. Lakin Hüseyin Atay Hoca’nın Müslümanların varmak istediği hedefe doğru sahih bir rota belirlediğini kestirmek güç değil, kendisine haksızlık edenler helallik aldı mı bilemiyoruz, nereye vardığını da… ancak istifade edilen, edilecek olan çalışmalarından, öğretici üslubundan yola çıkarak; Allah kendisinden razı olsun, Allah rahmet eylesin.