Türkiye’de son yıllarda yaygınlaşan bir hal var; iktidara kızıp öfkesini dinden çıkartmak. Bir başka şekilde söylenecek olursa, iktidara yönelik küskünlüğü dine yansıtmak. Tabii ki insanlar inancına söyleyecek yok. Ama bunu yapanlar bir süre sonra Türkiye’deki klasik Kemalist, laikçi argümanlarla dindarları eleştirmeye başlıyorlar. Yani aslında mevcut zehirli tartışmanın sürmesine katkı veriyorlar. Halbuki her iki tarafı da bilen insanlar olarak bu kutuplaşmanın dışına çıkılmasına katkı yapabilirlerdi. Yazık ediyorlar.
Türkiye’de son yıllarda yaygınlaşan bir hal var; iktidara kızıp öfkesini dinden çıkartmak. Bir başka şekilde söylenecek olursa, iktidara yönelik küskünlüğü dine yansıtmak.
İktidara eklemlenmemiş dindarların, iktidarın dini referans göstererek uyguladığı politikaları, dinden yola çıkarak eleştirmesi anlaşılabilir bir durum. Ancak eleştiriler sadece bu perspektiften yapılmıyor. Muhalif olan dindarlardan bazıları, iktidarın dini siyasileştirdiğine, dinin gerektirdiği gibi davranmadığına dair eleştirilerle çıktıkları yolun sonunda kendileri de referans saydıkları dinin dışına çıkıyorlar.
Hatta bu yolculuğun sonu bazen Türkiye tipi laikliğin, otoriterliğin, Kemalizm’in yanına bile çıkabiliyor.
Sonuçta yola nereden, nasıl ve niye çıkıldığı gibi varılacak nokta da unutuluyor, kafalar karışıyor.
Peki, buraya nasıl gelindi?
Türkiye İslamcılığının kökenlerini Meşrutiyet’e kadar götürmek mümkün ama şimdilik oralara gitmeyelim.
Türkiye İslamcılığının siyasi pratiği, kendisini Kemalizm ideolojisine karşı konumlandırdı. Sloganla ifade etmek gerekirse, haklıydılar ve kazandılar. Ancak mesele burada bitmiyor.
Haktan ve halktan yana şeklinde yola çıkan siyasi kadrolar, belki de her ideolojinin başına gelen makus talihi yaşadılar. İçerik olarak değilse de üslup olarak karşısında oldukları Kemalizm’in jakoben diline büründüler, devleti insanın önüne koyan anlayışına teslim oldular.
Tabii bu değişim karşısında hem seküler muhalifler hem de dindarlar itiraz ettiler, ediyorlar. Ama ironik bir şekilde iktidarın Kemalistlere benzeşmesini eleştirerek çıkılan yolun sonunda bazı seküler muhalifler ve dindar muhalifler de Kemalistleşti, en azından kendilerini Atatürk’ü överken buldu.
Kaseti biraz başa sarıp, somut bir örnek üzerinden yürüyelim…
Dücane Cündioğlu, Türkiye siyasetinde dinin etkisini, İslamcılığın serencamını iyi bilen, analiz etmekle de oldukça meşgul olan isimlerden biri. Cündioğlu, AK Parti, İslamcılık eleştirileriyle başladığı yolun sonunda en son İslam düşüncesini değerli bulmadığını açıkladı.
Tabii bu onun şahsi tercihi. Üzerinde konuşmak ahlaki olmaz.
Ama Cündioğlu’nun siyasi analizleri üzerinde durabiliriz. Çünkü onlar çok tanıdık ve epey demode.
Cündioğlu’na göre uzun yıllar içine olduğu Türkiye’deki İslamcılık meğer bir Amerikan projesiymiş.
Solcuların bayıldığı bu eski teze göre Komünizmin yayılmasına karşı oluşturulan “yeşil kuşak”ın bir parçası olarak Amerika, bu coğrafyanın İslamlaşmasını istemiş, AK Parti de bunun bir sonucu.
İslam’ı ve dini felsefeyi eleştirirken Spinoza’ya kadar giden Cündioğlu, siyasi analizinde o kadar hassas değil. Bir de bunun için kitapları karıştırmak istemiyor, Whatsapp, Facebook analizleriyle yetiniyor.
Halbuki Türkiye’deki İslamcılığın nasıl doğal reflekslerin, etki-tepkilerin sonucu olduğunu en iyi onun bilmesi gerekirdi.
Ama hep tavsiye ettiği şeyden bu kez o kaçınıyor ve bu konu üzerinde düşünmeyi reddediyor, şeytanlaştırmayı tercih ediyor.
Peki, Türkiye’deki laiklerin ve solcuların kendi başarısızlıklarını örtmek için sarıldıkları bu tezle olan biteni açıklama tembelliğiyle ne yapmış oluyor?
Yani iktidarı, Türkiye tipi laiklik perspektifinden eleştirmenin kime ne faydası oldu? Tartışmaya nasıl yeni bir boyu eklendi?
Bu zaten bir asırdır yapılıyor, bu hep yapıldığı için de kutuplaşmadan ötesine geçilemiyor, meseleler konuşulamıyor.
Dücane Cündioğlu gibi her iki kesim arasındaki iletişimzsizliği giderebilecek bir isim bu imkanı kullanmak yerine bir tarafından düşmanlaştırıcı argümanlara teslim olmuş oluyor.
Tıpkı daha önce İslamcı cepheden yaptığını bu kez laik cepheden yapıyor.
Yani yine yazık oluyor.
İktidarı ve eş zamanlı olarak dini eleştiri yağmuruna tutarken, söylenmemiş ya da söylenmesi gereken şeyler birikmişken, bu coğrafyanın bir asırdır ezber ettiği laisizm, sekülerizm ve benzeri modası da çoktan geçmiş ideolojilerin ezberlerini tekrar edince esas konuşulması gerekenlerin de konuşulamaz oluyor.
Bir entelektüelin müktesebatı için de bu bir zul değil mi?