Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIDaha az vatandaş, daha çok düşman

Daha az vatandaş, daha çok düşman

Düşman Ceza Hukuku” kavramı devletin uysal çocuğu olmayanları “vatandaş” olarak değil, yok edilmesi gereken birer “düşman” olarak görür. Cezalandırma için fiil aranmaz; tehlike algısı yaratan bir saik fazlasıyla yeterlidir. Ancak bu bir yere kadar sürer. Zira iktidarların memnuniyet dereceleri sınır tanımayınca hedef kitle de büyümeye başlar. Hedef kitle büyüyünce doğal olarak iktidar da aynı oranda küçülme yaşar. Bazı iktidarlar ise bu kavramla sadece günü kurtarmayı hedefler. Ama gün gelir, gün de biter!

Dilimize pelesenk ettiğimiz “Düşman Ceza Hukuku” uygulamaları dünya pratiğinde hız kesmeden devam ediyor.

Alman Ceza Hukukçusu Prof. Günther Jacobs’un 1985 yılında yazdığı bir makalede gündeme getirdiği bir kavramdır bu.

“Vatandaş” ve “düşman” ayrımına dayanır.

“Vatandaş Ceza Hukuku” nun karşısında yer alır.

Yetmişli yıllarda başta Almanya olmak üzere tüm dünyada yaşanan terör olaylarının böyle bir kavramın yaratılmasında büyük etkisi vardır.

Tamamen güvenlik kaygısıyla ortaya çıkmıştır.

“Tehlike” bu kavramın beslendiği ana kaynaktır.

Maalesef bu kavram Guantanamo’yu bile meşru hale getirmiştir.

Çünkü düşman ceza hukukuna göre bazı vatandaşlar “unperson”dır.

Malumunuz bir kişi “unperson” olarak kişilikten çıkarıldığında toplumda yok sayılır.

Bu kavram çoğunlukla totaliter rejimler tarafından muhalefeti bastırmak ve toplumu manipüle etmek amacıyla kullanılır.

Bu anlayış devletin uysal çocuğu olmayanları “vatandaş” olarak değil, yok edilmesi gereken birer “düşman” olarak görür.

Vatandaş ceza hukukunun bu yaramaz çocukları ıslah edemeyeceğine inanılır.

Devlet kayıtlarında vatandaş olarak geçmek yetmez.

Asıl olan yandaş vatandaşlıktır.

Zira yandaş olmayan vatandaş düşman kategorisindedir.

Kişi bu aşamada daha az yurttaş, daha çok düşman olarak kabul edilir.

Nasıl düşmanla savaşta hukukun bir anlamı yoksa bu iç düşmanlar için de aynı şey geçerlidir.

Düşman ceza hukuku bir noktada “düşük yoğunluklu savaş”a da benzer.

“Düşman Ceza Hukuku” cezaya suç uydurur

Böyle bir mücadelede hukukun askıya alınması kesinlikle şarttır.

Dünyadaki birçok “Terörle Mücadele Yasası” bu kavramdan ilham almıştır.

Bizde ise 1991 yılında çıkartılan 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası tamamen bu kavramdan esinlenerek hazırlanmıştır.

3713 sayılı yasa çerçevesinde örgüt üyelerinin fiili bir suç işlemesine gerek yoktur.

Örgütün amaçlarını benimsemek bile “kasten öldürmeye teşebbüs suçu” kadar ağır bir cezayı gerektirir.

Adam öldüren biri koşullu salıvermeden yararlanırken, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 17/son fıkrası kapsamında olanlar bu haktan faydalanamaz.

Umut hakkı bile düşman ceza hukukunda kısıtlanmıştır.

Düşman ceza hukukunun bir diğer özelliği de fiziki kuvveti ve zor kullanmayı merkezine almasıdır.

Bu yüzden de düşman ceza hukukunda kişiyi hürriyetinden alıkoymak önem kazanır.

Kişi içeride infaza tabi tutuldukça dışarıda suç işlemeyecek ve tehlike de azalmış olacaktır.

Kısacası devletler, kendisine düşmanca davrandığını düşündüğü kişi ve kurumların kişilik haklarını yok sayar.

 “Yargısız infaz” en somut şeklidir.

Bu aşamada kanunsuz suç ve ceza olamaz” ilkesinin yerini “cezaya suç uydurma” ilkesi alır.

Cezalandırma için fiil aranmaz; tehlike algısı yaratan bir saik fazlasıyla yeterlidir.

Bizde bunu en güzel ifade eden kavram “iltisak”dır.

Bu aşamada devletin güvenliği vatandaşlarının hukuk güvenliğine tercih edilir.

Devletin güvenliği ise yaratılan bir beka kavramı etrafında şekillenir.

Dolayısıyla hukukun temel ilkelerinden “masumiyet karinesi”, “şüpheden sanık yararlanır”, “savunma hakkı”, “tabi hakim”, “yargı bağımsızlığı”, “delillerin yasallığı”, “silahların eşitliği”, “orantılılık”, “hak” “adalet”, “hakkaniyet” gibi ilke ve kavramlar bir müddet çöpe atılır.

Dama çıkıp adam atmak…

Mesela bizdeki parti kapatmaların, seçilmiş belediyelere kayyum atanmasının, Anayasa Mahkemesi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının kişi özelinde tanınmamasının rutin hale gelmesi gibi.

Yakın geçmişteki Ergenekon/Balyoz ve benzeri sembol davalarda düşman ceza hukuku fazlasıyla uygulanmıştır

Düşman ceza hukuku usul açısından da vatandaş ceza hukukundan farklılık gösterir.

Tutuklunun veya mahkûmun müdafileri ile iletişimin kısıtlanması, engellenmesi, gizli soruşturmacı görevlendirme ve gizli tanık bunlardan sadece bir kaçıdır.

Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan hakkında yürütülen soruşturmada da bu kavramın izlerini görmek mümkündür.

Çünkü bu bir görev suçu olduğundan soruşturma için öncelikle Adalet Bakanlığı’ndan izin alınması gerekirdi.

Avukat Pehlivan da haklı olarak Bakanlıktan alınan böyle bir izni olmadığından ifade vermeyi reddetti.

Ama savcılık olayı örgüte yamayarak izin olayını bir çalımla hallediverdi ve Pehlivan’ı tutuklattı.

Diğer bir konu ise düşman ceza hukukuna maruz kalmanın zamanla herkeste aynı etkiyi doğurmaması.

Bazıları güç eline geçince artık damdan düşenin halinden anlamak istemez.

Tersine dama çıkıp damdan adam atar.

En tipik örneği 1941 ve 1945 yılları arasında Holokost’a tabi tutulan Yahudilerin bugünkü durumu.

Değilse biri çıksın da Gazze’de yaşananları lütfen bize izah etsin!

Hukuk varmış gibi algı yaratmak…

Ya da şöyle bir varsayımda bulunalım:

Başta İmamoğlu dâhil tutuklanan diğer İlçe Belediye Başkanları bir rüya görüp de Ak Parti’ye geçmiş olsalardı haklarında bu soruşturmalar başlatılır mıydı?

Hepsinden önemlisi, “düşman ceza hukuku” uygulanırken hukuk “varmış” gibi bir algının yapay bir inançla yüksek perdeden seslendirilmesidir.

Fatih Altaylı’nın tutuklanması bu konuda son örneğimiz.

Altaylı ne demişti hatırlayalım:

“Anketler Türk seçmeninin yüzde 70’inin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ölünceye kadar başkan seçtirecek bir sisteme karşı…”

Fatih Altaylı’yı niye cezalandırıyoruz? Bence anketi yapanları cezalandıralım!

“Az buz değildir öldürülen, suikaste kurban giden Osmanlı padişahı… “

Yalan mı?

“Türk halkı sandıkta seçme hakkına çok düşkündür…”

Çok da katılmıyorum.

“Türk seçmeni diktatörlüğe izin vermez…”

Yoksa vermesi mi gerekiyordu?

Hele savcılığın doktrinden destek alarak hazırladığı tutuklamaya sevk yazısı yok mu?

Sarf edilen sözler tehdit suçunu oluşturuyormuş ve tehdit suçu da fiili saldırı kavramına dâhilmiş.

Yani “Kaf dağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!” bağlamında bir zorlama.

Oysa tehdit “soyut bir tehlike suçu” iken, fiili saldırı “somut bir eylem” ile vücut bulur.

Aslında Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral’ın tutuklamadan bir gün önce X hesabından Altaylı’yı hedef göstermesi, temel gerekçeyi zaten özetliyor.

Tipik bir kuzu -kurt meselesi…

“Yetti artık suyumuzu bulandırdığın Fatih!”

12 Eylül ve 90’lı yılların düşman ceza hukuku uygulamalarının Kürt meselesini nerelere taşıdığını unutmayalım!

Geçmişte Cumhurbaşkanı Erdoğan’a belediye başkanı iken verilen şiir cezası hala hafızalardan silinmedi.

Ziya Gökalp’in şiiri bir anda Erdoğan’ın ağzında “halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçuna dönüştürülmüştü.

Peki, ne oldu?

28 Şubat’ın düşman ceza hukuku Sayın Erdoğan’ın yeniden doğmasına vesile olmadı mı?

Çünkü düşman ceza hukukunu benimseyen her rejim sonuçta erimeye mahkûmdur.

Gün gelir, gün de biter!

İktidarların memnuniyet dereceleri sınır tanımayınca hedef kitle de büyümeye başlar.

Hedef kitle büyüyünce doğal olarak iktidar da aynı oranda küçülme yaşar.

Bu oldukça basit bir denklemdir. 

Mesele, iktidarların bunu neden görmemeleri veya görmezden gelmeleri meselesidir.

Kaddafi Saddam’dan, Esad Kaddafi’den ders almadı veya alamadı.

İsrail’in Hitler Almanya’sından dersler çıkarmaması gibi.

Nedeni başlangıçta dava adı altında manevi saiklerle yola çıkan bazı iktidarların zamanla kazanım adı altında maddi hedeflere kilitlenmesidir.

Bu tatmini kaybetme endişesi, elde ettikleri her şeyi tehlikeli görme paranoyasına dönüşür.

Bu, gücün kirlenmesinden farklı bir kavramdır.

Sadece günü kurtarmayı hedefler.

Ama gün gelir, gün de biter!

Zira tahammül tükenince toplum mevcut düzene başkaldırır.

Hani derler ya “kedinin tırmalamaması için ona küçücük de olsa kaçacak bir yer bırakın!”

Bu oyunun devamı haline hiç kimse için hukuk güvenliği kalmayacağından sonuçta kartlar yeniden karılacaktır.

Sonrasında jokerin kimde olacağına da artık siz karar verin!

- Advertisment -