Ana SayfaManşetDemirtaş ve HDP’nin çıkış arayışı

Demirtaş ve HDP’nin çıkış arayışı

PKK ile HDP arasında sosyolojik bir bağ ve siyasal bir etkileşimin olduğu yadsınamaz. Bu bağ ve etkileşim mevcut haliyle devam ettiği müddetçe, ne HDP “normal” bir siyasi parti olarak işlem görür ne de Demirtaş arzu ettiği gibi geniş kitleler nezdinde “uzlaşmacı bir lider” olarak kabul edilir.

HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 4 Kasım 2016’da Diyarbakır’daki evinde gözaltına alınmasının ardından tutuklandı. Dört yılı aşkın süredir cezaevinde olan Demirtaş’ın görülmekte olan onlarca davası var. Fakat onun hakkındaki yargılama, salt olması gerektiği gibi, mahkeme salonlarında yapılmıyor; hemen her gün siyaset arenasında ve medya organlarında Demirtaş birçok suçlamaya maruz kalıyor, onunla ilgili kesin hükümler veriliyor.

Demirtaş da kendisine karşı yürütülen bu kapsamlı kampanyayı boşa çıkarmak için hukuki, siyasi ve sosyal alanda mücadele veriyor. Mahkemede ithamları hukuken çürütmeye çalışıyor. Gündemdeki konulara dair görüşlerini paylaşarak siyasi tartışmalara müdahil oluyor ve iktidarın kendisine ilişkin yaratmak istediği algıyı kırmak için elden geldiğince kamuoyunu bilgilendiriyor; toplumu, iktidarın çizmeye çalıştığı tablodan farklı bir tablonun olduğuna ikna etmeye uğraşıyor.

Avukatları, bu bağlamda, Demirtaş’ın dava dosyasıyla alakalalı geniş bir çalışma yaptılar. 21 adet belgeden oluşan bu çalışmada, Demirtaş’ın suçlanmasına mesnet teşkil eden iddialar ele alınıyor. İddiaların kimi zaman bağlamından koparılan, kimi zaman da özenle cımbızlanan ifadelere dayandığı belirtiliyor. İfadelerin gerçek bağlamı açıklanıyor, bütünü gösteriliyor. Nihayetinde Demirtaş aleyhine açılan davaların hukuki dayanaktan yoksun ve tamamen siyasi hedefler gözetilerek açılan siyasal davalar olduğunun altı çiziliyor.

Muhalefetin özeleştiri ihtiyacı

Birçok gazeteci, yazar ve akademisyene gönderilen bu çalışma bana da gönderildi, kendilerine teşekkür ediyorum. Çalışmada Demirtaş tarafından kaleme alınan bir mektup da bulunuyor. Kamuoyuna da yansıyan bu mektubunda Demirtaş üç hususu vurguluyor:

İlk olarak, kendisine ve HDP’ye yapılan eleştirileri büyük bir kaygıyla karşıladığını, anlamaya çalıştığını ve bunlara büyük bir değer verdiğini belirtiyor. “Dört dörtlük siyaset yaptık” iddiasının kendi kendini kandırmaktan ibaret olduğunu, geçmişteki siyaset tarzlarının, söylemlerinin ve pratiklerinin özeleştirel bir perspektifle değerlendirilmesi gerektiğini ifade ediyor.

Ona göre, böylesi bir özeleştiriyi bütün siyasetçiler yapmalı, herkes kendine mercek tutmalı. Zira ülkenin mevcut halinden her siyasi aktör sorumlu ve buna muhalefet de dâhil. Eğer muhalefet başarılı olabilseydi, bugün şikâyet edilen durumlar gerçekleşmeyecek, toplum ağır bedeller ödemek zorunda kalmayacaktı. Muhalefet bu sorumluluğunu kabul etmeli, mazeretlere sığınmamalı ve olgun bir şekilde kendini bir oto-kritiğe tabi tutmalıdır. Topluma itimat telkin etmenin yolu budur.

Gerçek ve algı arasında kalan yargı

İkinci olarak, Demirtaş son beş yıldır kendisine karşı yapılanları, hükümetin medya ve yargıyı kullanarak yürüttüğü “iftira ve kumpasa dayalı bir linç kampanyası” olarak niteliyor. Medyada hakkında bariz yalanların ve kumpasların yazıldığını, duruşmalarda bunları teker teker teker çürüttüklerini ve böylece AİHM’deki davayı haklı bir şekilde kazandıklarını söylüyor.

Ancak Türkiye’deki yargı bir sıkışmışlık yaşıyor. Çünkü dava dosyasının gerçeği ile üretilen algı arasındaki uçurum, yargı mensuplarını güç bir pozisyona sokuyor. Demirtaş, davalarına bakan yargıçları ikiye ayırıyor:

“İktidara biat etmiş yargıçlar”, temel anayasal hukuk ilkelerini ihlal ederek, üretilen algı doğrultusunda mümkün olan en kısa sürede iktidarın beklediği ağır cezaları vermeye çalışıyor.

“Birazcık hukuk vicdanı taşıyan yargıçlar” ise, Cumhurbaşkanı’nın doğrudan taraf olduğu bir davada onu boşa çıkaracak bir karar vermenin maliyetine katlanmaktan çekindikleri için, korkudan ne yapacaklarını bilemiyorlar. Ona göre, içeride ve dışarıda birbirine tamamen zıt kararlar çıkmasının nedeni budur.

Muhalefeti HDP üzerinden sıkıştırmak

Üçüncü olarak, medya ve yargı eliyle yürütülen bütün bu kampanyanın altında siyasi bir amacın yattığını, bunun da “seçim kazanmak” olduğunu söylüyor ve bu noktada AİHM kararını hatırlatıyor.

Gerçekten de 22 Aralık 2020’de açıkladığı Demirtaş kararında AİHM Büyük Dairesi, 16 Nisan 2017’deki anayasa değişikliği referandumunda ve 24 Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’ın tutukluluğunu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı buldu. Mahkeme, bu iki kritik seçim kampanyası sırasında “başvuranın tutuklu olmasının, çoğulculuğu bastırma ve demokratik toplum kavramının özünde yer alan siyasi tartışma özgürlüğünü sınırlama yönünde ağır basan bir amaç izlendiğinin, her türlü makul şüphenin ötesinde tespit edildiği” kanaatindedir. [1]

Demirtaş’a göre yalnızca bu karar dahi, referandumun ve cumhurbaşkanlığı seçiminin meşruiyetini tartışmalı kılıyor. Aynı yöntemle 2023 seçimlerini kazanmanın hesabını yapan iktidar, kendisini “hükümlü” konumuna düşürerek ya da HDP’yi kapatarak muhalefeti sıkıştırmayı planlıyor. Gaye, toplumun diğer kesimleriyle HDP arasındaki mevcut ya da olası bütün irtibatları kesmek, Demirtaş ve HDP ile ilgili söz sarf eden herkesi “terör destekçisi” olarak ilan etmek ve bu mevzuda iktidarın sesinin dışında bir ses çıkmasını önlemektir.

Demirtaş, bu meyanda, davasının yalnızca şahsıyla ilgili olmadığına, Türkiye’nin yakın gelecekteki siyasi dengeleri bakımından hayati önemi haiz olduğuna dikkat çekiyor. Kendisini tutuklayanlar yargıçlar olmadığı için bugüne kadar onlardan asla tahliye talep etmediğini ve bundan sonra da bu tavrını sürdüreceğini, içerde ve dışarıda mücadelesine devam edeceğini belirtiyor.

Siyasi mızrak ve hukuki çuval

Gerek mektuptaki dile ve gerek bugüne kadar durduğu çizgiye bakıldığında Demirtaş’ın izlediği yola dair iki tespitte bulunulabilir:

İlki, görünen o ki iktidar Demirtaş’ı hukuka aykırı bir biçimde, içeride tutmaya devam edecek. Bu da AİHM kararında da işaret edildiği üzere, Demirtaş’ın hukuki değil siyasi gereklerle tutulduğunu teyit ediyor. AİHM kararı, hukuken olduğu kadar siyaseten de Demirtaş’ın elini güçlendirdi. Zira bundan böyle onu mahkûm edecek her karar, iç ve dış kamuoyunun gözünde içeriğinden bağımsız olarak, iktidarın mızrağı çuval sığdırma çabası olarak görülecek.

Ancak artık siyasi mızrak hukuki çuvala sığmıyor. Demirtaş da bunu farkında; davasının hukuki olmadığını ilan etse de hem hukuki mücadelesini kararlılıkla sürdürüyor hem de hukuktan aldığı gücü siyasi ve toplumsal alana teşmil ediyor.

İkincisi, iktidara keskin bir karşı duruş sergilerken muhalefete kapıları açıyor, diyalog ve uzlaşma çağrısında bulunuyor. Halihazırda memleketin içinde bulunduğu kötü durumdan çıkması için asgari bir müştereğin üretilmesine, ortak noktaların tespitine ve birlikte hareket etme ihtimalinin artırılmasına, kendisinin ve HDP’nin de her türlü katkı sunmaya hazır olduğunu bildiriyor.

Demirtaş’ın bu siyasi tavrının hem Kürt hem de Türk kamuoyuna hitap eden yönleri var. Kürt kamuoyuna kararlı ve iktidara karşı dik duran bir lider, Türk kamuoyuna ise ağırbaşlılıkla hareket eden ve mutabakat arayan dengeli ve uzlaşmacı bir lider portresi sunmaya çabalıyor.

Ancak burada Demirtaş’ın üstesinden gelmesi gereken bazı temel zorluklar var. İki tanesine işaret edilebilir:

Siyasi tahayyül ve cesaret

Biri “öz-eleştiri” söylemi çok kullanılmasına karşın gerçekte bu söyleme denk düşen bir siyasi tavrın alınmamasıdır. Bilhassa 2013-2015 arası yükseliş döneminden sonra buralara nasıl gelindiği ve bunda Demirtaş ile HDP’nin sorumluluğunun ne olduğuna dair objektif bir analizin yapıldığı söylenemez.

Demirtaş’ın şahsının içinde bulunduğu hal ve partinin karşı karşıya kaldığı baskıların böylesi bir eleştiri sürecinin başlamasını ve işlemesini güçleştirdiği söylenebilir. Lakin bu güç durum, soğukkanlı bir değerlendirme yapma mecburiyetini ortadan kaldırmaz. Partinin nerede tıkandığı ortaya konulmadıkça, söylem ve eylemde düşülen hatalarla yüzleşme ötelendikçe parti sağlıklı bir şekilde ilerleyemez.

Diğeri ise, Demirtaş’ın oluşturmaya çalıştığı portrenin gelip PKK duvarına çarpmasıdır. PKK ile HDP arasında sosyolojik bir bağ ve siyasal bir etkileşimin olduğu yadsınamaz. HDP ve Demirtaş’ın toplumsal algısının oluşumunda, bu bağ ve etkileşimin temel belirleyici olduğu da yadsınamaz.

Bir başka ifadeyle bu bağ ve etkileşim mevcut haliyle devam ettiği müddetçe, ne HDP “normal” bir siyasi parti olarak işlem görür ne de Demirtaş arzu ettiği gibi geniş kitleler nezdinde “uzlaşmacı bir lider” olarak kabul edilir. Esenyurt’taki görüntüler ve bunun üzerine kopan tartışma, bu çerçevede çok öğretici olsa gerektir. Esenyurt’taki operasyon sonrası oluşan psikolojinin MHP ve iktidar tarafından nasıl araçsallaştırıldığından bağımsız olarak vakıa HDP’nin meselesidir.

Hülasa Demirtaş’ın umut ettiği manzaranın oluşabilmesi için, PKK ve HDP arasındaki bahse konu bağ ve etkileşim siyaset lehine keskin bir dönüşüm geçirmeli. Siyasi aktörleri mutlak karar verici haline getiren bir yapı inşa edilmeli. Elbette bu dönüşümün yaşanabilmesi için diğer partilerin HDP’nin taşıdığı temsil değerini anlamaları önemli. Lakin belki burada daha önemli olan, HDP’nin böylesi bir tahayyüle ve bu tahayyülü hayata geçirecek siyasi basiret ve cesarete sahip olup olmamasıdır.

[1] https://anayasagundemi.files.wordpress.com/2020/12/demirtas-bd-ceviri-1.pdf (Paragraf 437)

Perspektif, 01.02.2021

https://www.perspektif.online/demirtas-ve-hdpnin-cikis-arayisi/
- Advertisment -