Gerek akademisyenler gerek dış politika yazarları, bir ülkenin dış politikasının şekillenmesinde coğrafyanın ve tarihin etkilerini yazmışlardır. Bunlar değişmez unsurlar olarak görülür. Doğrudur. Tarihi ve coğrafyanızı değiştiremezsiniz. Bu, Türkiye bakımından daha da doğrudur. Bulunduğu bölge, coğrafya yapısı ve özellikle güney ve doğu komşuları bakımından şanssızdır. Boğazlar hakimiyeti bir koz gibi görünse de çoğu kez sıkıntı yaratmıştır. Ege sorunlarına değinmiyorum. Onun coğrafyası ayrı bir sorun. Bazı ülkeler coğrafya ve komşu bakımından şanslıdır. Mesela bir Portekiz’e bakın bir de Türkiye’ye… Ama coğrafya ve tarihi daha akılcı kullanmak da mümkündür.
Dış politikayı etkileyen ve değiştirilmesi kolay olmayan bir unsur daha vardır. Çoğu kez dikkate alınmaz. Bu da kültürdür. Kültürden kasıt piyanist veya kemancı teatisi değildir. İlahiyatçı Paul Tillich’e göre, kültürün temelinde din yatar. Gerçekten, insanların ve toplumların davranışlarında din ve yarattığı adetler etkili olmaktadır. Bunun, reform ve yenilenme süreci geçirmemiş İslami topluluklarda daha da doğru olduğunu düşünüyorum. Hıristiyan dünyası uzun ve kanlı bir reform sürecinden geçmiştir. Bütün dinlerin temelinde dogma yatar. Dogmaları günümüz gerçekleri ile bağdaştırmak meselenin özüdür. Mesele giyim, içki vs değildir. İşin özü davranış ve düşünce şekillerinde yatar. Sade düşüncede değil; mesela sanat dallarında, müzik, mimari ve resimde de böyledir.
Dini cemaatleri koruyan ve bunlara olumlu gözle bakan Amerikan sekülarizmi ile devlet ve kilise işlerini ayrı tutan laik Fransa’nın davranışları arasında dahi, yaklaşımlar bakımından farklılıkları görmek mümkündür.
Eğer bir ülke dünyaca kullanılan bir dile sahipse, gerek iletişim gerek kültür faaliyetleri konusunda avantajlı bir durumdadır. Bunu geçmişte en iyi kullanan Fransa olmuştur. Fransa, insanlığın uluslararası ilişkileri tanımasından bu yana çeşitli dinleri, eğitim ve hayırseverlik çalışmalarını içeren organize bir kültürel ilişkiyi resmi olarak tasarlayan ilk Batılı ülke oldu.
Ancak, kötü politika ve imajı kültür yoluyla tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bir zamanlar İsrail propaganda ve yaptığı teknik yardımlar yoluyla sempati toplamıştı. Gazze’den sonra İsrail’in imajı tamamen bozuldu. Soykırıma uğramış Musevi toplumu şimdi soykırımla itham ediliyor!
Yanlış politikalar propaganda ile de örtülemez. Önemli ilim ve kültür merkezlerinde talebeleri polis zoruyla dağıtmak Hükümet ve Üniversite yönetimlerine sadece zarar verir. Amerika’da “bağımsız” üniversiteler, bağış yapan şirketlerce Filistin lehine olan talebelerin dağıtılması konusunda baskı altında!
Dini adet ve yaklaşımlar düşünce biçimlerini şekillendirmektedir. Fransız sosyolog ve tarihçi Amaury de Riencourt, “The Coming Caesars” adlı kitabında kültür ve medeniyet arasındaki ilişkiyi irdeler; kültürün kendi medeniyetini yarattığını ileri sürer. Kültür ferdi, medeniyet ise toplumu öne çıkarır, der Fransız sosyolog. Bir başka filozof, coğrafya ile tarih arasında bir bağ kurarak “ne kadar geçmişte kaldı iseniz, ne kadar doğuda yaşıyorsanız, medeniyetten ne kadar uzakta olduğunuzu söyleyebilirim” demiş. Bunun tamamen doğru olduğunu sanmıyorum. Örnekler bunu doğrulamıyor: Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Kore.
Her ne kadar bir başka Fransız sosyolog, Edgar Morin, Avrupa’nın kültürel farklılıkları içerdiğini haklı olarak öne sürse de, bu alışverişin insanların ve İslami toplumların yaklaşımlarını ve düşünce biçimlerini mutlaka şekillendirdiği sonucunu çıkarmak kanımca doğru olmaz. Batı ile İslami toplumlar arasında tarihi etkileşimin İslami toplumlarda düşünce özgürlüğünü geliştirdiğini ileri sürmek, fazla iddialı olur. Bunun da başlıca nedeni İslamın reform sürecinden geçmemiş ve adeta biat kültürüne bağlı kalmış olmasıdır. Zaman zaman, Avrupa ve Batıda dahi bu tür davranışlar vardır. Bir zamanlar Avrupa Birliği Anayasası’na Polonya, Hıristiyanlığı koymayı teklif etmişti. Onun doğrusu, Avrupa medeniyeti tabiri olmalı idi..
Avrupa’da laikliğin kalesi addedilen Fransa’da eski başkan Sarkozy, dinin sadece kişi ile Allah arasında olmadığını, toplumsal bir nitelik taşıdığını belirtmişti. Rasyonel davranış Avrupa’da daha yaygındır; Doğu toplumları ise hissi davranışları öne çıkarır.
Türkiye kültür açısından kozmopolit bir ülkedir. Bir kısmı Batılı, bir kısmı Doğulu. Prof. Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” kitabında tarif ettiği gibi, “torn” bir ülke. Bir tür kimlik sorunu. Benzer bir durum farklı şekilde Rusya için de var. Rusya Asyalı mı Avrupalı mı? Her Amerikan başkanı Rusya ile beyaz bir sayfa açmayı dener. Putin noktayı koymuş gibi. ”Amerika ve İngiltere gibi olmayacağız” dedi. Bence Rusya Rusya’dır. Değişmesi zordur.
Avrupalılık coğrafyadan çok medeniyet ve kültür ile tanımlanmalıdır. Türkiye’nin ve Türk toplumunun bu alanda başarılı bir sınav verdiğini söylemek zordur. Artan iletişim gayretlerine rağmen…
Diplomasinin ana kurallarının başta geleni ise her alanda yapılan fiilin dozajı ve zamanlamasıdır. ABD yönetimi yaptığı her anlaşmada kelimeler üzerine durur. Ama İsrail’e gelince bu iki kuralı da yanlış kullandı. Netanyahu’nun harpten sonra Gazze’yi tanıyamayacaksınız demesine karşın “ne demek istiyorsun” diye sormak zahmetine girilmemiştir .
Fransızların çok sevdiğim bir sözü var: Kediye kedi demek. Yani konunun etrafında dolaşmamak; adını koymak.