Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIDünyaya kafa tutan ülke: İspanya

Dünyaya kafa tutan ülke: İspanya

İnsanın, kaybedeceğini bilse de savaşı göze alması için bağlı olduğu çok güçlü ilke ve değerlerinin olması gerekir. İnanç gerekir! Böyle bir kişi, insanlığını yitirme tehlikesini hissediyor demektir. Tıpkı Marinaleda’nın belediye başkanı -bir başka Sánchez- Sánchez Gordillo’nun dediği gibi, “Mücadeleyi kazanamıyorsanız, en azından ilkelerinize bağlı kalın.” (s.189). Pedro Sánchez tam da bunu isteyerek konuşuyor BM toplantısında: “Sayın Konuklar, tarih bizi yargılayacaktır. Ve verdiği hüküm hem bu vahşeti işleyenlere hem de susup görmezden gelenlere acımasız olacaktır.” Mücadele edemiyorsanız hiç değilse insanlığınıza bağlı kalın, der gibi bir dille.

Bir süredir İspanya Başbakanı Pedro Sánchez’in Gazze konusundaki etkileyici ve insanlık diye bir şey varsa
şayet onun vicdanını en iyi yansıtan konuşmaları üzerine yazmak istiyordum. İspanya gibi, kafamızda
kolaylıkla Batı havuzuna attığımız bir ülkenin herkesten çok Müslüman bir küçük ülkeyi -bütün Müslüman
ülkelerden çok daha güçlü bir biçimde hem de!- savunmasını, bu uğurda büyük bedeller ödemeyi göze
almasını anlamaya çalışmak, bu durumun arkasındaki sosyal, siyasal ve diğer nedenlere bakmak iyi olabilir
diye geçiriyordum aklımdan. Pek çok kişi gibi, bu işin derinlerinde neyin yattığını fazlasıyla merak
ediyordum.


Tam bu sıralarda, oldukça meraklı ve her konuda derinleşme ihtiyacı duyan bir öğrencimin köylüler ve
devlet arasındaki ilişkiye dair antropolojik merakını içeren sorularına cevap vermeye çalışırken Dan
Hancox’un Dünyaya Kafa Tutan Köy (Metis) kitabını tavsiye etmiştim. Sonrasında bu vesileyle kitap
üzerine düşünürken, birden konusunun, İspanya’nın Endülüs bölgesinde, Sevilla yakınlarında Marinaleda
adlı bir köyün devlet ve kapitalist düzene karşı verdiği, bir anlamda “Donkişotça” mücadeleyi anlattığını
daha detaylı olarak hatırladım.


İlk okuduğumda çok beğenmiştim bu kitabı ama şimdi bir başka gözle yeniden baksam iyi olabilir diye
düşündüm. İspanya’nın Gazze meselesindeki tutumu yalnızca Gazze’yle ilgili değildi belli ki. Bu,
İspanya’nın kendi topraklarının derinlerine kadar sinmiş bir baskıya ve eşitsizliğe, adaletsizliğe karşı
koyma, her türden zorbalığa baş kaldırma meselesiydi. Camus’nün “Başkaldıran insanın anavatanı, en
büyük başyapıtların imkansıza karşı haykırışlar olduğu yer” diye tarif ettiği İspanya’yı buradan
anlayabilirim gibi geldi.


Çünkü, tüm dünyanın gözü önünde yaşanan Gazze vahşetine karşı belki de en hakiki duruşu, tarihe ve
insanlığa haykırırcasına, İspanya halkı ve onun sosyal liberal başbakanı Pedro Sánchez gösteriyor, bir
süredir. İnsana, “Gazze’nin asıl sahibi İspanyollar galiba!” dedirtiyor. Herhangi bir insanlık meselesi için
kişisel ya da ulusal menfaatlerinden sıyrılmanın hazzını hiç yaşamamış, kendisine benzemeyen birinin
hakları uğruna hiç fedakarlıkta bulunmamış olanlara kafa karıştırıcı gelebilir bir durum bu. Pek çok insan,
“Peki ama neden?” diye sormak zorunda hissediyor kendini. “Durup dururken neden kendilerini ateşe
atıyorlar ki!”


İspanya Başbakanı’nın yaptığı her yeni açıklama yeni bir analiz ihtiyacı doğuruyor. Ulusal ve uluslararası
medyada çok sayıda yazı görmek mümkün. Kimi, bunu Franco döneminde İspanya’nın Batı dünyasından
dışlanmasıyla yakınlaşılan Arap ülkelerine olan bir tür gönül borcu ile, kimi coğrafi yakınlık ile, kimi
vaktiyle göç eden Filistinlilerin ülkede sayıca çok olmasıyla, kimi Endülüs geçmişine olan nostaljik özlem
ve saygıyla açıklıyor. Ancak yine de sanki hiçbir açıklama yeterince tatmin sağlamıyor. Başka bir şeyler
olmalı dedirtiyor insana. Yahudi nefreti değilse eğer -ki İspanya’dan sürgün edilmeleri gibi bir trajik geçmiş
de söz konusu olunca ister istemez bu ihtimal de geliyor akla!- sebep ne olabilir ki?
8 Eylül 2025 tarihli bir konuşmasında şöyle diyor, Sánchez: “İspanya’nın nükleer bombaları, uçak
gemileri veya büyük petrol rezervleri yok. İsrail saldırısını tek başımıza durduramayız. Ancak bu,
mücadeleyi bırakacağımız anlamına gelmiyor. Çünkü tek başımıza kazanamasak bile uğruna
savaşmaya değer davalar var.” Aynı konuşmada, hiç zorlanmadan, eğip bükmeden, ulusal
çıkarlarımız vs. diye gevelemeden “Soykırım” ifadesini de güçlü bir biçimde, daha önceleri de yaptığı
gibi, herkesten önce ve kimseyi beklemeden kullanıyor.


“Kazanamasak da uğruna savaşmaya değer davalar vardır.” sözünü söylerken “Donkişotluk”
yapıyor gibi de gözükmüyor. Ne yaptığını ve ne yapacağını ince detaylarıyla biliyormuş gibi bir
yerden, bütün kalbiyle inanarak, çok gerçek, çok hakiki ve çok yürekten söylüyor. Siyasi söylemin
dışından bir yerlerden konuştuğunu belli ediyor. Üstelik, ülke içindeki muhafazakâr muhalefetin karşı
çıkışlarına, İsrail’in onu antisemit ilan eden tehditlerine ve Trump’ın planını hiç zorlanmadan “ahlak
dışı” ilan etmesine gelebilecek tepkilere, AB ülkeleriyle ters düşmenin olası problemlerine rağmen
yapıyor, bütün bunları.


İnsanın, kaybedeceğini bilse de savaşı göze alması için bağlı olduğu çok güçlü ilke ve değerlerinin
olması gerekir. İnanç gerekir! Böyle bir kişi, insanlığını yitirme tehlikesini hissediyor demektir. Tıpkı
Marinaleda’nın belediye başkanı -bir başka Sánchez- Sánchez Gordillo’nun dediği gibi, “Mücadeleyi
kazanamıyorsanız, en azından ilkelerinize bağlı kalın.” (s.189). Pedro Sánchez tam da bunu isteyerek
konuşuyor BM toplantısında: “Sayın Konuklar, tarih bizi yargılayacaktır. Ve verdiği hüküm hem bu
vahşeti işleyenlere hem de susup görmezden gelenlere acımasız olacaktır.” Mücadele edemiyorsanız
hiç değilse insanlığınıza bağlı kalın, der gibi bir dille.


Sánchez, yalnızca konuşmakla yetinmedi bu arada. Bir üye ülke olarak AB’ye, “Mevcut yönetmeliklere
göre AB, İsrail ile silah satışını askıya almalıydı. Daha ne bekliyorlar, bilmiyorum.” diyerek çağrıda
bulundu. İsrail’le AB arasındaki ortaklık anlaşmasının askıya alınmasını istedi. 9 maddelik bir yaptırım
planı açıkladı ve şöyle dedi: “İsrail’e karşı gerekirse daha fazlasını yapacağız. Çünkü bu ahlaki bir
zorunluluk ve yasal bir yükümlülüktür. Tarih, Gazze’ye karşı duyarsız kalanları yargılayacaktır.”
Madrid’teki bisiklet yarışlarını İsrailli sporcuların yer alması nedeniyle -Madrid belediye başkanının olanca
nefretine rağmen!- iptal etti. Ve şöyle dedi: “Akılsızlık ve barbarlığın arkadaşlığındansa insanlığın
yalnızlığını binlerce kez tercih ederim. Filistin’in bize ihtiyacı var ve İspanya onun yanında olacak.” Son
olarak, küresel Sumud Filosu’na eşlik etmesi için -yine herkesten önce!- savaş gemisi sevk etti.
Peki ama neden? Ben bunu iki nedenle açıklıyorum. İlk olarak sorunun cevabını sosyal liberalizmde aramalı
diye düşünüyorum. Sánchez’in bütün siyasi geçmişi bunun üzerine kurulu zira. Dünyaya nereden baktığını
çok iyi anlatan bir hat. Sosyal liberalizm, değerlerden bağımsız bir büyümeyi reddeden bir anlayışa sahiptir.
Değerler ekonomi için değil ekonomi değerler ve hepsi birden insanlar içindir. Eşitsizlik yaratan bir refahı
kabul etmeyen, ahlaksız kazancı reddeden, zorba güce karşı insanlık değerlerini savunan bir içeriği vardır
ve belli ki Sánchez bunu fazlasıyla içselleştiren bir gelenekten geliyor.


Sosyal liberalizm, her türden gücün kendi başına kalması halinde her zaman ahlaksız sonuçlar doğuracağını
baştan kabul eder ve dayanışmanın temelini buna karşı mücadele etmekle inşa eder. Dolayısıyla, masum
insanları öldürerek ve aç bırakarak, evinden barkından ederek gidilecek hiçbir yol, kazanılacak hiçbir zafer
olamaz. İsrail’in ve Batılı destekçilerinin ahlaksız ve pervasız gücünden hiçbir hayır beklenemez!
Hancox’un kitabında, Marinaleda’nın belediye başkanı Sánchez Gordillo’nun inançlarının “İsa, Gandi,
Marx, Lenin ve Che’nin bir karışımı niteliğinde olduğunu” söylemesi hiç de boşuna değil. Sosyal
liberalizm, şiddetle şiddetsiz bir mücadele içerir her zaman ve özgürlükle eşitliği aynı anda düşünebilmeyi
sağlar.


Pedro Sánchez’in kişisel hikayesi de tutumunu açıklamıyor. Geldiği köken ve aile böyle davranmasını
zorunlu kılmamasına, üst sınıf bir aileden gelmiş, iyi eğitimler almış, pekâlâ “mutlu azınlık”tan biri
olmasına ve ülkesinin genlerinde aristokratik bir yaşamın başka hiçbir yerde olmadığı kadar meşru kabul
edilebilir olmasına rağmen bunlar yaşanıyor. Tarihi bir arka planın ve dünya görüşünün, inanç ve
değerlerinin zorunlu içsel baskısının etkisinde olduğu belli. Bir insan sosyal rahatını ve konforunu bu kadar
sert biçimde bozmayı göze alıyorsa çok daha büyük içsel -ve insani!- rahatsızlıklar duyuyor demektir!
İnsanın nesi varsa satıp-savıp sırf bu yüzden İspanya’ya taşınası geliyor.


Ve ikinci olarak, Hancox’un kitabında anlatıldığı gibi, İspanya’nın tarihsel ve kültürel genlerinde her zaman
var olan, çok büyük bir eşitsizliğe, iktidara ve gücün her türden baskıcı kullanımına karşı mücadele geçmişi
oluşuna yakından bakmak gerekiyor. Güçlüden korkmayan şövalyelerin en çok bu topraklardan çıkması da
hayli anlamlı şimdi. Marinaleda’nın kendine biçtiği bayrağın renklerinin kırmızı, beyaz ve yeşil olması ve
köyün duvarlarının Filistinle dayanışma çağrısı yapan yazılarla boyalı olması da. Bu topraklar, ezilenlerin
ve mazlumların acılarının Akdeniz’in bereketli topraklarında sürekli ekilip biçildiği ve bir kültür halinde
kuşaktan kuşağa aktarılarak kolektif bilinç halinde sürekli canlı tutulduğu yerler. Endülüs geçmişinin de
elbette bunda payı büyük.


Marinaledalılar için toprak kutsaldır. Bütün Endülüs için ve bütün İspanya için, Akdeniz’in bu bereketli
topraklarının sahipleri için toprak çok şey ifade eder. Ona, alınıp satılabilir olan, daha güçlü olanın işgal
edebileceği bir meta gözüyle bakmazlar. O bir sermaye, arsa, arazi de değildir. İnsanın özgürlüğünün en
güçlü zeminidir. İnsan haysiyeti ve kişilik, toprakla iç içe geçmiştir. İnsanın emeği, hayatı kuran alın teridir.
Kendilerine ise insanlığa ait kutsal bir mirasın emanetini devralmış emekçiler olarak bakarlar.
Burada toprak için, toprağı uğruna savaşmak insanlığın mirası için savaşmaktır. Bugün Filistin’de yarın
dünyanın bir başka yerinde toprağından edilen her kim varsa, Peru’da Bolivya’da ya da bilinmeyen başka
bir coğrafyada, bu insanlar onların yanında olacaklardır. Burada özgürlük, eşitlik ve dayanışma birer değer
olarak zeytin ağaçları gibi çok derinlere kök salmıştır. “Hem bireysel özgürlük hem de karşılıklı
yardımlaşma büyük değer verilen hasletlerdendir; komşunuz kendi yolunu seçmekte özgür olarak
doğmuştur, fakat aynı şekilde, kader yüzüne gülmediyse de açlıktan ölmeye terk edilmemelidir.” (s.60).
İspanya halkı ve başbakanı için tarihin derinlerinden süzülerek gelen, uğruna ölünecek davalar var belli ki
ve dahası bir şeyin dava addedilmesi için dava konusu kişilerin onlardan olması, onlara benzemesi, onlar
gibi düşünmesi ve onlar gibi inanması gerekmiyor. Tam da bu yüzden, Gazze günün birinde topraklarına
ve özgürlüğüne kavuştuğunda Marinaleda gibi binlerce İspanya köyü de daha özgür ve güvende olacak,
daha adil ve daha eşitlikçi bir topluma doğru yol alacaktır. Gazze düşerse Endülüs düşer, Sevilla düşer
demeden, hamasetin boş kibrine düşmeden hem de!

- Advertisment -