[26-27 Kasım 2020] Sözleri Hayri Mumcu, bestesi Gültekin Çeki’ye ait bu dizelerde acı var, hüzün var, yalnızlık var. Çünkü hayatın normal akışıyla, zamanın kayıp gitmesiyle ilgili. Oysa politikada bazıları hiç üzülmeden, hiç pişmanlık duymadan yokediyor. Hattâ şarkının aksine, resimleri de kalmıyor yokedilenlerin. Tarihten tümüyle siliniyor. Tek Adam kültü o kadar güçlü ki, ötekilerin hiç yaşamamış, omuz omuza vermemiş, partiye ve ortak eyleme katkıda bulunmamış olması gerekiyor.
Stalin’in 1928-1938 arasında Sovyet Komünist Partisi’nin önderlik kademesine neler yaptığı, bu açıdan daima ve tekrar tekrar hatırlanmaya değer.
Yukarıda, 1917’deki Merkez Komitesi’nin tamamını görüyorsunuz. Toplam 26 kişi. İçlerinden 9’u yaşlılık, hastalık, tren kazası vb dahil, tamamen doğal değilse bile en azından siyasî sayılamayacak nedenlerle hayata veda etmiş. 3’ü İç Savaşta (1918-21) can vermiş. Buna karşılık 9’u kurşuna dizilmiş. Biri gizli polise (NKVD) boğdurulmuş. Biri (Troçki) sürgüne yollanmış ama yetmemiş; suikaste kurban gitmiş. İkisi hapiste ölmüş. Biri de intihar etmiş.
“Eski Bolşevikler” bu tabloda yer alanlarla sınırlı değil kuşkusuz. Bu resmî bir kavram; ölçülmüş biçilmiş bir anlamı var. 1922’de getirilen ilk tanıma göre, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne (RSDİP) 1905’ten önce katılıp büyük bölünmede Bolşevik hizbinde yer alanları kapsıyor. Yani fiiliyatta “en kıdemli devrimciler” gibi bir şey. Başta sadece 64 kişi. Daha da özeli, Lenin’in doğrudan çalışma arkadaşları. Bu çok dar kesim Lenin Muhafızları diye de anılıyor. Bir bütün olarak Eski Bolşeviklerin sayısı, 1934’e gelindiğinde bazı genişletmelerle 2000’e çıkmış. Ancak 1935’ten sonra bu kategorinin hesabı tutulmaz oluyor. Çünkü artık eski kurucu itibarları hatırlansın istenmiyor. Dost değil düşman sayılıyor, Stalin’in kurtulmak istediği rakipleri haline geliyorlar.
Kuşkusuz zulmün tamamını değil, çok küçük bir parçasını meydana getiriyorlar. Ama sembolik anlamları çok ağır basıyor. Herhangi bir diktatörlük veya otoriter rejim, (faraza ekonomi yoluyla) geniş halk kitlelerine de çok büyük zarar verebilir. Ama nedense onların hesabı o kadar sorulmaz. Dikkatler gelir; en tepede, sarayda, hanedanda, Kremlin’de olup bitenlerde toplanır.
Seçkinlerin, iktidar katmanlarının sıradan insanlar üzerinde böyle bir büyüsü var; ne garip. Bu da Gramsci’nin işaret ettiği “kültürel hegemonya”nın bir parçası olmalı. İngiliz kraliyet ailesi, örneğin. Aslında bir fosil, tarihin bir molozu. Faydasız ve asalak hayatlarının astronomik bütçesi vatandaşların ödediği vergilerden çıkıyor. Ama İngiltere onlarsız yönetilemeyebilir. Milyonlar törenlerini hayranlıkla izliyor; hayatlarının her ayrıntısını merak ediyor; Prenses Diane için gözyaşı dökmeyi sürdürüyor. Ben de çocukluğumda, “Prenses Margaret ile Albay Townsend’ın aşkı”nı o zamanların Hayat dergisinden (pardon, mecmuasından) nasıl okuduğumu hatırlarım.
Büyük Temizlik (veya Tasfiye). Büyük Terör. ‘37 Yılı. Yezhovşçina (Yezhov dönemi). 1936-38’de Sovyetler Birliği bu adlarla anılan bir dehşeti yaşadı. Stalin ve sadık çevresi bir beka paranoyasına girdi. Her yerde tehdit, komplo, ihanet görmeye ve göstermeye başladılar. Olay aslında kitleseldi. Öncelikle (1) kulak denen ve kollektivizasyona karşı direnip sosyalizmi çökertmeye çalıştığı farzedilen zengin köylüleri; (2) etnik azınlıkları; (3) Kızıl Ordu komuta heyetini; nihayet (4) doğrudan doğruya Komünist Partisi’nin üst kademelerini hedef alıyordu. Açık arayla en kalabalık kategoriler ilk ikisiydi. Sonuçta, tarihçilerin değişik hesaplarına göre 680,000 – 1,200,000 kişi zindanlarda, kurşuna dizme mangaları önünde, Sibirya’daki toplama kamplarında can verdi. İdam kararlarının yüzde 90’ı, Gulag’da hapis kararlarının yüzde 75’i, (1) ve (2)’yi kapsıyordu. Bir örnek: Polonya kökenli Sovyet vatandaşları, ülke nüfusunun sadece yüzde 0.5’iydi. Ama katledilenlerin yüzde 12.5’u onlardan oluştu.
Ne ki, meselâ Türkiye’de, bu dönem solcular arasında konuşulur ve yazılırken hep Eski Bolşevikler üzerinde durulur. Oysa bir avuç insandan, ne kadar toplayıp çarpsan en çok yüz kişiden söz ediyoruz. Beri yanda ise belki bir milyon insan yer alıyor. Ama onlar sıradan halk. Dahası, belki bir kısmı, belki çoğu gerçekten muhalif. Sağcı. Sosyalizmden hoşlanmıyor. Bu olasılıklar solcular için ufkun altında kalmalarına yol açıyor. Kimse, Mikhail Şolohov’un Bâkir Topraklar’ının Yarının Tohumları başlıklı birinci veya Don’da Hasat başlıklı ikinci cildindeki, güya gönüllü kollektifleştirme adı altında topraklarına zorla el konan köylülere acımıyor. Onlar isimsiz, cisimsiz, öteki. Herkes Stalin’in köylere gönderdiği, tarımdan ve köylünün halinden zerrece anlamayan, asker ve denizci “siyasî komiser”lerin mert ihtilâlci ruhuna ağlıyor. Buna karşılık Eski Bolşeviklerin yasını tutmak, komünistliğin anlam dünyasında, Stalin’e ve Stalinizme karşı çıkmanın en meşru zeminini sunuyor.
Oysa terörün her iki ayağı, yani hem halka hem Eski Bolşeviklere (ve Mareşal Tuhaçevski başta olmak üzere yüksek komutanlara) karşı işlenen suçlar birbirine sımsıkı bağlıydı. İç Savaşın sona ermesinin ve 1920’lerin ikinci yarısında ekonominin kısmen toparlanmasının ardından, kıdemli ve tecrübeli kadrolar artık “olağanüstü hal diktatörlüğü”nün sona erdirilmesinden yanaydı. “Savaş Komünizmi”ni ekonomik bakımdan da, siyasî bakımdan da sosyalizmin ve “proletarya diktatörlüğü”nün olağan hali gibi görmüyor; Stalin’in giderek belirginleşen müstebitliğine, (ne kadar görece merkeziyetçi olmuş olursa olsun) eski “demokratik merkeziyet”i de adım adım yoketmesine karşı çıkıyorlardı. Önemli eleştiri konularından biri de, Stalin’in şahsî otoritesini pekiştirmek uğruna, özel maddî ayrıcalıklarla kendine bağladığı bir üst-bürokrasi yaratmasıydı.
Bu koşullarda Stalin, Lenin döneminde hiç görülmeyen bir yönteme başvurdu: siyasî rakiplerine karşı yargıyı ve güvenlik güçlerini harekete geçirdi. Parti organlarında tartışmak ve çoğunluk sağlamakla yetinmedi. Troçki ve taraftarlarını; Buharin ve taraftarlarını; Zinovyev, Kamenev ve taraftarlarını… yanlış olmanın ötesinde, düşman saydı ve üzerlerine devletin gizli polisini sevketti. Gruplar halinde tutuklandılar, uzun süre işkence gördüler (sürekli dövüldüler, suda boğulmanın eşiğine getirildiler — bugün CIA’nin waterboarding dediği yöntem, günlerce ayakta ve uykusuz tutuldular, eşleri ve çocuklarının da getirilip aynı muameleye maruz bırakılmasıyla tehdit edildiler). Aylarca sürdü bu uygulamalar. Sonuçta bitkin düştüler, umutsuzluğa sürüklendiler. “İtiraf”ları dikte edildi ve zorla imzalatıldı. 1936-1938 yıllarında üç büyük dâvâ açıldı bu sayede. Hepsi topluca Moskova Duruşmaları diye bilinir. Mutlak surette bir dış komplo söz konusu olmalıydı! Sanıklar ülkeye ve sosyalizme ihanetle suçlandı. Faşist ve kapitalist devletlerle, yabancı istihbarat servisleriyle işbirliği içinde Stalin’i ve diğer liderleri öldürmeyi, Sovyetler Birliği’ni parçalamayı ve kapitaslizmi geri getirmeyi tasarladıkları iddia edildi. Mahkeme salonunda bir teki polisteki ifadesini reddedebildi: 1938’de Nikolay Krestinsky. Ertesi gün duruşmaya getirildiğinde her nasılsa omuzu çıkmıştı ve bir daha itiraza kalkmadı.
Ağustos 1936’daki birinci büyük dâvâda, “Troçkist-Kamenevci-Zinovyevci-Solcu-Karşıdevrimci Blok” mensubu 16 ünlü Komünist yargılandı. En ünlü iki sanık Grigory Zinovyev ve Lev Kamenev’di. Bütün suçlarını kabullendiler. Hepsi idamla cezalandırıldı ve kurşuna dizildi.
Özel not: Zinovyev ve Kamenev “itirafları” karşılığı hayatlarının, ailelerinin ve taraftarlarının bağışlanacağı konusunda Politbüro’dan garanti istediler. Teklifin götürüldüğü Politbüro toplantısında sadece Stalin, Voroşilov ve NKVD’nin başı Yezhov vardı. Stalin, Politbüro’nun görevlendirdiği özel komisyon olduklarını söyledi ve idam cezalarının uygulanmayacağına söz verdi. Ama sözünü tutmadığı gibi, sanık yakınlarının çoğunu da tutuklattı ve kurşuna dizdirdi.
Ocak 1937’deki ikinci büyük dâvâda, “Sovyet Aleyhtarı Troçkist Merkez”e mensup olduğu söylenen 17 kişi daha yargıç önüne çıkarıldı. En önemlileri Karl Radek, Yuri Pyatakov ve Grigory Sokolnikov’du. Almanya’nın hizmetindeki Troçki’nin hizmetinde olmakla suçlandılar. 13’ü kurşuna dizildi. Üçü toplama kamplarına yollandı ve orada can verdi.
Özel not: Bu yargılama sırasında Karl Radek en büyük kötülüğü yaptı. Kendileri dışında, “yarı-Troçkist, çeyrek Troçkist ve sekizde bir Troçkistlerden oluşan… üçüncü bir örgüt”ten söz etti. Doğrudan, isim vererek (o sırada artık hiçbir etkisi kalmamış olan) Buharin’e işaret etti.
Haziran 1937’de, başta Mareşal Mikhail Tuhaçevski olmak üzere bir dizi yüksek komutan, özel bir askerî mahkemede, gizli olarak yargılandı ve topluca idam edildi.
Gene aynı yıl, üst düzey NKVD yetkililerinden oluşan troika’lar, yani olağanüstü yetkili üçlü heyetler, “ihtilâl hukuku”nun uygulanması için tekrar ve yaygın olarak devreye sokuldu.
Mart 1938’deki üçüncü ve en büyük dâvâ, “Yirmibirler Dâvâsı” olarak da bilinir. “Sağcılar ve Troçkistler Bloku”nu hedef aldı. İlk sırada, bir zamanların Komünist Enternasyonal lideri Buharin, bir zamanların başbakanı Rykov, Rakovsky, Krestinsky… ve Yezhov’dan önceki NKVD şefi Yagoda vardı. Fransız Devriminde, 1792-94 arasının Jakoben döneminde olduğu gibi, Terör kendi kendini yiyordu artık. Buharin ve diğerleri, 1918’den beri Lenin ve Stalin’e defalarca suikaste, Maksim Gorki’yi zehirlemeye, SSCB topraklarını Almanya, Japonya ve İngiltere’ye peşkeş çekmeye kalkışmak gibi alabildiğine zırva iddialarla suçlandı.
Bütün dünyanın dikkatle izlediği bu dâvâlarda, sosyalizm sempatizanı bir kısım gözlemci (özellikle sanıkların “itirafları” yüzünden) ilk başta savcılara inanmaya meylettiyse de, üçüncü ve son dâvâ bir bakıma bardağı taşıran damla oldu. Batılı aydınları, özellikle ciddî bir entellektüel ve Marksizm teorisyeni sayılan Buharin’in idamı altüst etti. Bertram Wolfe, Jay Lovestone, Arthur Koestler gibi komünistler, Buharin’in yargılanması ve “itirafı” yüzünden dâvâdan döndü. Sonraki yıllarda, Buharin’in Politbüro’dan gelen “dayak da olabilir” emrine rağmen NKVD işkencecilerine üç ay direndiği, ancak genç karısı ve küçücük oğluna yönelik tehditler karşısında nihayet pes ettiği ortaya çıktı. Buna rağmen, Stalin’in bizzat editlediği “itiraf”larını okuyunca hepsini geri almış; bunun üzerine, bu sefer nöbetleşe çalışan iki ekiple bütün sorgu faslı tekrar başlamıştı. Duruşmalardaki tavrı da ilginçti Buharin’in. Bir yandan “suçlarının hepsini” toptan kabulleniyor, diğer yandan tek tek sorulduğunda hiçbir somut eylemini hatırlamıyordu. Yani hep “kapitalizmi geri getirmeye” çabalayan “dejenere bir faşist” olduğunu kabul ediyor, hem de kendisine yönelik somut iddiaları bir bir çürütmek suretiyle, isterse bütün dâvâyı çürütebileceğini imâ ediyordu. Son sözlerini, “SSCB’nin muazzam gücü herkese ibret olsun” gibi çok yöne çekilebilecek bir ifadeyle noktalamıştı.
Romain Rolland gibi solcu-hümanist Fransız aydınlarından gelen af taleplerine rağmen, 21’lerden 18’i doğrudan idam edildi. Rakovsky ve iki sanık daha, NKVD’nin 1941’de hapishanelerde gerçekleştirdiği katliamlarda öldü. Buharin’in karısı Anna Larina da bir toplama kampına kapatıldı. Ancak hayatta kalmayı başardı ve 1988’de Gorbaçov’un kocasının itibarını resmen iade ettiğine tanık olabildi.
Özetle, 1936-38’de şu en ünlü Eski Bolşeviklerin hayatına, isimlerinin yanında belirtilen tarihlerde son verildi:
Zinovyev (1936), Kamenev (1936), Tomsky (1936), İvan Smirnov (1936), Preobrazhensky (1937), Ryutin (1937), Şliyapnikov (1937), Şotman (1937), Buharin (1938), Rykov (1938), Krestinsky (1938), Bubnov (1938), Smilga (1938), Aleksandr Smirnov (1938), Radek (1939), Troçki (1940 Meksika’da suikast), Yakovleva (1941).
Partideki temizlik ile toplumdaki temizlik elele gitti. Yeni düzende, farklı fikir odakları tümüyle silindi. Partinin kendisi tümüyle değişti; 1905-1917’nin, 1918-1921’in partisi olmaktan çıktı; beş yıl sonra Eski Bolşevikleri artık kimsenin tanımadığı bir parti, tam anlamıyla Stalin’in partisi haline geldi. İdeolojinin (ve gerektiğinde ideolojik değişimin) biricik kaynağı da Politbüro ve şahsen Stalin oldu.