Bir zamanlar başlıktaki soruya sosyalistlerin olumlu bir yanıtı vardı. Belki bazıları halen aynı görüşü savunmaya çalışıyordur. Dolayısıyla önce bu detayı aradan çıkaralım… Sosyalizm, liberalizmin haksızlıkları meşrulaştırıp ‘doğal düzen’ olarak sunmasına haklı tepkileri yansıttı. Ne var ki bu akımın takipçileri özgürlüğü (sınıfsal temelde) toplumsallaştırmanın onları ‘demokrat’ yaptığına inanmaya fazla teşne oldular. Kendi gerçeklik ve bilgi anlayışlarını irdeleme isteksizlikleri, gerçekte otoriter zihniyetin takipçisi oldukları gerçeğini gizledi.
Aslında liberalizm/sosyalizm karşıtlığı modern zihniyet çerçevesinin relativist ve otoriter kanatları arasındaki gerilimden ibaretti ve her ikisinin de modernliğin sorunlarına çare olamayacağı açıktı… Ama bunun ‘açık’ olduğunu görebilmek için zihniyete bakmak gerekiyordu ve modern dünyanın böyle bir alışkanlığı bulunmuyor; çünkü kendisini insanlığın ‘ancak’ ulaştığı bir olgunluk düzeyi olarak görüyordu.
Bireyci özgürlükçülük bugün bunalımda ama çarenin toplumcu özgürlükçülük olmadığını gayet iyi biliyoruz… O halde başlığa dönebilir ve bir eklemeyle birlikte ele alabiliriz: Bireyci olmayan, ama bireyin özgürlüğünü koruyup geliştiren bir özgürlükçülük mümkün mü?
Geçen haftaki (22 Aralık) yazının vardığı noktayı hatırlayarak başlayalım: (1) Özgürlüğün birey temelinde tanımlanması, (2) bireysel özgürlüklerin mukayese edilememesi ve (3) olabildiğince eşdüzeyli bir kamusal alan tasavvuru, Batı modernliğinin vazgeçilmesi zor, fazlasıyla içselleşmiş önermeleri…
Relativist zihniyetin ve o bağlam içinde üretilmiş olan liberal ideolojinin sorunu, bu önermeleri kabul ettiğiniz zaman bir toplumsal ahlak üretememeniz. O nedenle modern dünya ‘tarihsel benzeşmeyi’ yani yerleşik toplumsal kültürü bir ahlaki zemin olarak ele alıyor ve sınırlarını hukukla çiziyor. Ancak bunun ‘nesnel’ bir hukuk olma zorunluluğu var, çünkü (yine yukarıdaki önermeler ışığında) kimsenin hukuk koyma yetkisi bulunmuyor ve herkesin hukukun nasıl olması gerektiği konusunda kendi meşru kanaati var…
Böylece ortaya ‘doğal’ ve ‘evrensel’ sıfatları eklenen bir hukuk çıkıyor. Ne var ki evrimsel psikoloji bu sıfatların da kültürel belirlenmeye tabi olduğunu ortaya koymuş durumda. İnsanın temel dürtüleri son dört milyon yıldır pek değişmese de neyin ‘doğru davranış’ olduğu kültür ve dolayısıyla zihniyet eliyle şekilleniyor.
Sonuç olarak ‘doğal’ veya ‘evrensel’ bir hukuk yok… Bizim ona bu sıfatları vererek ‘kültür üstü’ kılmak istediğimiz ama aslında kendi kültürümüz, zihniyetimiz içinde biçimlendirdiğimiz bir hukuk var… Liberalizmin ve modernliğin umudu, söz konusu hukukun ahlaki alandaki yetersizliği telafi etmesiydi. Ne var ki bunun için ortak bir kültürel zemine muhtaçsınız…
Yaşadığımız küreselleşmenin yığınsal demografik hareketliliği teşvik etmesi, söz konusu kültürel zemini çeşitlendirerek tahrip etmiş oldu. Farklılıkların meşruiyetini ve eşdüzeyliliğini öneren modernlik, farklı kültürlerin bu olanakları kullanmasını yadırgadı ve bu yeni duruma adapte olmakta zorlandı.
Sonuç olarak modernlik ancak aynı zihniyete ve kültüre sahip olanlar için özgürlükçü bir ‘sorun çözücü’. Diğerleri karşısında özgürlükleri sınırlayıcı (otoriter) yönü öne çıkıyor.
Demek ki başlıktaki soru, ‘farklı kültürlerin biraradalığında bireyci olmayan ama bireyin özgürlüğünü koruyup geliştiren özgürlükçülük mümkün mü?’ diye sorulmalı.
Geçen yazının sonunda belirttiğim üzere bu farklı bir zihniyeti (adını koyalım, demokrat zihniyeti) ima ediyor. Eşdüzeyli bir kamusal alan tasavvurundan vaz geçemeyiz, çünkü var olan toplumsal dengeler içinde üretilmiş hiyerarşinin azınlık kültürünün özgürlük alanını daraltacağı açık. Ancak özgürlüğün nasıl tanımlandığı ve bireysel özgürlüklerin mukayesesi meselesinde farklı bir bakış geliştirebiliriz.
Mesele yine gerçeklikle nasıl bağ kurduğumuz ve nasıl bilgi edinebildiğimiz sorularında düğümleniyor. Çalışma biçimi açısından insan zihni, olası sonsuz sayıdaki zihinden sadece biri… Duyu organlarımız sayesinde beyinde algıladığımız ‘gerçekliğin’ beynin dışındaki hakiki gerçekliği aynen algıladığını söylemek mümkün değil. Algılarımız ile gerçeklik arasında bir mütekabiliyet olduğunu biliyoruz, çünkü aksi halde teknolojik buluşları yapamazdık. Ama bu buluşları yapabilmemiz algılarımızın ‘gerçekliğin aynen kendisi’ olduğunu kanıtlamıyor.
İnsan (birey olarak) nesnel gerçekliği bilememeye mahkum olduğu için, (başkalarıyla birlikte) öznel toplumsal gerçekliğini üretmek zorunda… Birey olarak hiçbir algı, bilgi veya düşüncemizin ‘gerçekliği’ aynen ifade ettiğini iddia edemeyiz. Ama başkalarıyla birlikte kendimiz için geçici nitelikte ve ortak bir öznel gerçeklik üretebiliriz.
Bilginin ancak ‘ortak ve geçici’ olma durumunda meşru olabileceğini kavradığımız zaman, özgürlüğün (ve eşitlik, hak, ahlakilik… gibi ilkelerin) de ancak ‘ortak ve geçici’ olduğu durumda meşru olabileceğini görebiliriz.
Dolayısıyla bireysel özgürlüğümüzü mutlaklaştıracak, dokunulmaz kılacak nesnel bir zemin bulunmuyor… Özgürlük ancak insani ilişki içinde, karşılıklı kabule dayanan bir zemin üzerinde işlevsel olabilir.
Diğer deyişle kendi özgürlüğüm için ötekinin varlığına ve aramızdaki ilişkiye muhtacım. Çünkü ancak bu ilişki içinde kendimin ve karşımdakinin özgürlüğünü aynı anda (ve birlikte) oluşturabilirim. Aksi halde özgürlük sandığım şey, karşımdaki için gayrımeşru bir imtiyaz, giderek zorlayıcılık, kibirlilik ve nihayette gayrı-insanilik olarak yaşanacaktır.
Bu çerçevede ele alındığında bireysel özgürlüklerin mukayese edilememesi önermesi de anlamını yitirir. Çünkü söz konusu bireysel özgürlük zaten hayali bir yakıştırmadır. Buna karşılık farklı özgürlük anlayışlarına neden olan farklı ilişki biçimlerini mukayese edebilir ve aralarından tercih yapabiliriz.
Demokrat zihniyet bireyci özgürlükçülüğün bir bencillik kültürü olduğuna işaret ediyor… Oysa her karşılaşma yeni bir ortak kültürün inşasını davet eder ve her ortak kültür özgürlükleri ancak ilişki içinde tanımlandıktan sonra bireyselleştirir. Nitekim farklı (kültürde) kişiler arasında ortak bir ahlak ancak bu sayede üretilebilir.
Velhasıl bireyin özgürlüğünü temel alarak demokrat bir ilişki kurulamaz… Ama demokrat bir ilişki ortak (ve değişmeye açık) ahlak oluştururken, bireyleri de bu ahlak çerçevesinde kendi özgürlük alanlarını inşa etmeye teşvik eder. Relativist özgürlükçülükte kıymetli olan bireydir… Demokrat özgürlükçülükte ise ilişkinin kendisi…