Her şey 2009’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu sözleriyle başlamıştı. Demokratik açılım, Oslo, Habur, Çözüm Süreci adı verilen denemelerle Türkiye, Kürt ve PKK sorununu çözmeye çalıştı.
Ama geç kalmıştı. Tam da Türkiye’nin elinde olmayan nedenlerle süreçler maalesef başarısız oldu.
Ama hayat hiç bir sorunu arafta bırakmıyor.
Bazen kendi irademizle bazen de farklı iradelerin müdahalesi ile araftan inmek durumda kalırsınız ve buna ikinci bir şans deniyor.
Bugün de Türkiye, Kürt meselesini <raftan indirip ikinci bir şansa doğru sessiz bir yolculuğa çıkarmak istiyor.
Bütün emareler bu yolculuğun başladığı yönünde.
Öncesinde perde arkasında yürütülen dolaylı ve direk temaslar, sayın Bahçeli’nin açıklamaları ile bir siyaset diline dönüştü.
Sonradan sayın Erdoğan’ın açıklamaları ile bu siyaset dili ete kemiğe büründü
Ve yeni bir süreç mi başlıyor tartışmaları her yönüyle konuşulmaya başladı.
Evet yeni bir süreç başlıyor.
Bunu artık net ifade etme etmek gerekir diye düşünüyorum.
Türkiye, 2013 çözüm sürecinde geç kaldığı reflekslerini bugün hızlıca harekete geçiriyor
Çünkü 2013 çözüm süreci öncesi geç kalmanın bedelini bu ülke ağır ödedi.
Peki, Türkiye nerede geç kalmıştı ve bu geç kalmanın çözüm sürecine faturası neydi?
Hatırlarsanız Arap Baharı’nın Suriye’de kırılma süreci öncesi İran, stratejik bir hamle ile Kürtler Esad karşıtı koalisyonda yer almasınlar diye Rojava’nin PYD’de kalmasına izin verdi.
Ve 40 yıllık tarihinde ilk defa PKK bir toprak parçasını yönetme gücüne kavuştu.
2012 haziranında gerçekleşen bu durum PKK’nin Türkiye’deki barış veya demokratikleşme ile ilgi ve alakasını tümüyle rafa kaldırdı.
Bu gelişmeyi okuyamayan ve PKK’nin yeni pozisyonunu sağlıklı değerlendiremeyen devlet aklı, geçmişte yapmış olduğu klasik görüşme ve adımlarla bu durumu anlatacağını hesaplayarak ve sadece kaygı ve endişelerden kaynaklanan bir ruh hali ile 5 ay sonra çözüm sürecini başlatmış oldu.
Ama geç kalmıştı.
Bölgesel konjonktür çözüm sürecinin aleyhine işlediği için bütün çabalar ve harcanan muazzam emek bir sonuç vermedi.
PKK açısından Suriye tek gündemi olmuştu.
Ve Türkiye’deki iç kavga ve devletin ağır refleksi ile korku ve endişe kaygısı çözüm sürecinin önünde hep engel olarak durdu.
Öcalan’ın Bütün uğraşlarına ve Erdoğan’ın süreci bir fiil sahiplenmesine rağmen İran’ın Suriye’yi varlık ve yokluk sorunu haline dönüştürme stratejisi çözüm süreci üzerine kabus gibi çöktü ve süreç bitkisel hayata girdi.
Bugün ise çözüm süreci döneminde oyun kurucu ve oyun bozucu olan İran’ın kabus gibi çöktüğü bir dönemde değil, İran üzerinde kabusların dolaştığı bir dönemi yaşıyoruz.
Daha değişik bir ifade ile çözüm sürecini sabote edecek bölgesel aktörler artık kendileri zor durumda ve bu da kimseye bir bahane bırakmayacak kadar açık ve net.
Yani Kürt meselesini bir hal yoluna koymak istiyorsanız engel olacak aktörler yok.
Tek engel kendinizsiniz.
Öyle anlaşılıyor ki, bu ülkeyi yönetenler de bunun farkında ve 2012’de olduğu gibi bu kez geç kalmak istemiyorlar.
Bölgesel dengelerin değişimini erken yakalama ihtiyacı ile ilk açıklamayı sayın Bahçeli yaptı, bu özenle düşünülmüş bir adımdı.
Kamuoyunda oluşabilecek bütün negatif söylemleri önceden engellemeye yönelik bu tavır sayın Erdoğan’ın hem sayın Bahçeli’nin bu sözlerini sahiplenmesi hem de cezaevinde olan sayın Demirtaş’a bir muhasebe çağrısında bulunması ayrıca düşünülmüş bir adım olarak okunmalı diye düşünüyorum.
Süreci Öcalan, Demirtaş ve Kandil üzerinden götürme girişimi olarak görünen bu tabloyu negatif değil daha serinkanlı okumakta fayda olduğuna inanıyorum.
Özelikle de başta CHP olmak üzere muhalefet partileri, bu ülkenin bütün sorunlarını kilitleyen ve ekonomik gelişimini engelleyen, ülkeyi geren, iklimi sertleştiren, demokrasisinin bir türlü oturmasına izin vermeyen bu sorunun bir şekilde çözülmesinin sadece iktidara yaramayacağını, siyaseti esas bunun normalleştireceğini, bu normalliğin de en başta muhalefete yarayacağını görmeli ve 2013’deki gibi “Kürtler iktidarla anlaşıyor” paniği yaşamalılar.
Olağanüstü bir durum yaşanmasa yakın bir zamanda şimdiye kadar görünmeyen trafiğin görünür olacağa hep beraber şahit olacağız.
Güzel günlere yaklaşıyoruz. Bu sefer hiç kimsenin mazereti olmayacak