Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHarvard’ın kapıları Amerikalı siyahlara kapanacak mı?

Harvard’ın kapıları Amerikalı siyahlara kapanacak mı?

ABD Yüksek Mahkemesi, dün verdiği kararla Harvard Üniversitesi’nin üniversite başvurularında adayların ırkını da bir faktör olarak değerlendirmesinin eşitliğe aykırı olduğuna karar verdi. Asyalı Amerikalılar; siyahlara yönelik pozitif ayrımcılık nedeniyle iyi üniversitelere daha zor kabul aldıklarını iddia etmişti. ABD verilen kararla ikiye bölündü: Liberallere göre okullardaki siyahların ve Hispaniklerin sayısı azalacak, muhafazakarlara göre artık sadece liyakatli öğrenciler iyi okullara girecek. Harvard kararı, Yüksek Mahkeme’nin iki siyah yargıcını da karşı karşıya getirdi: Siyahlara özel kota sayesinde Yale’e giren Clarence Thomas pozitif ayrımcılık aleyhinde oy kullandı, Harvard mezunu Ketanji Jackson ise pozitif ayrımcılığı savundu. İki yargıcın arasındaki tartışma ise basit bir görüş ayrılığının çok daha ötesinde.

21 yaşındaki genç siyah bir Amerikalı olan Richard Theodore Greene, 1865’in Eylül ayında Harvard Üniversitesi’nin kapısından içeri giriyordu.

Greene hem heyecanlı hem de gergindi.

Aslında 1636 yılında kurulan ve ABD’nin en prestijli üniversitesi olan Harvard’a daha önce çok sayıda siyah girmişti: Beyaz öğrencilerin, hocaların hizmetçileri, okul yöneticilerin köleleri veya beyazların siyahlardan üstün olduğunu ispatlamak isteyen akademisyenlerin araştırmalarında görev alan denekler…

Fakat Greene’nin girişi diğerlerinden farklıydı. Richard Theodore Greene, Harvard Üniversitesi’nin ilk siyah öğrencisi olarak kapıdan içeri giriyordu.




Richard Theodore Greene’nin portresi yıllar sonra Harvard’a asıldı

1865’te Lincoln ve Kuzey eyaletlerinin savunduğu köleliğin kaldırılması kararına karşı çıkan Güney eyaletlerinin itirazı nedeniyle çıkan İç Savaş sona ermiş, kölelik kaldırılmış, siyahlar özgürlüklerine kavuşmuştu. Harvard Üniversitesi de yeni dünyaya uyum sağlamak adına bir sosyal deney yapmış ve ilk kez bir siyah öğrenciyi okula kabul etmişti.

Greene, Harvard’daki başarısı ve aldığı ödüllerle takdir toplayan bir öğrenci oldu. Mezun olduktan sonra güneyde siyah ve beyazların birlikte eğitim aldığı ilk eyalet üniversitesi olan South Carolina Üniversitesi’nde hukuk okudu, aynı üniversitenin ilk siyah profesörü oldu. Diplomatlıktan dekanlığa birçok görev üstlendi, siyah hakları üzerine önemli metinler kaleme aldı.

Greene, çok şanslı bir siyah olmasına rağmen, siyahların beyazlarla iş birliği yapmaması, ayrımcılığın son bulması için siyaset kurumunu bir kurtarıcı olarak görmemesi gerektiğini savundu. “İlk ve tek siyah” olarak bulunduğu prestijli kurumlarda yaşadıkları büyük ihtimalle iyimserliğine gölge düşürmüştü.




Greene mezun olduktan sonra önemli konumlardaki “ilk ve tek” siyah oldu: Akademisyen, yazar, diplomat

Greene pek haksız sayılmazdı. Profesör olduğu South Carolina Üniversitesi kısa bir sonra kapanacak ve siyahların giremediği, sadece beyazların eğitim aldığı bir üniversiteye dönüşecek, Greene oy kullanmaya gittiği zaman kafasına silah dayanacaktı. İç Savaş’ta yenilenler, silahları bırakmış, fakat siyahlarla “eşit” olmayı kabul etmemişti.

Güney eyaletlerinde kölelik yasaktı, fakat Güney eyaletlerindeki beyazlar yerel yasalarla açık bir kast sistemi kuruyordu: Siyahlar sadece “kağıt üzerinde” eşitti. Ayrımcılık her haliyle devam ediyordu: Sadece beyazların binebildiği otobüsler, girebildiği lokantalar, okullar, mahalleler, siyahlara yönelik oy verme kısıtlamaları, beyazlarla siyahlar arasındaki evliliklerin yasaklanması vb.

İşin acısı, “Ayrı ama eşit” denilen bu düzen Yüksek Mahkeme tarafından hukuka uygun bulunuyor, siyahların beyazlarla ayrı okullara gitmesi, bu okulların koşullarının aynı olması durumunda eşitsizlik olarak değerlendirilmiyor, Anayasa’daki eşitlik ilkesine uygun görülüyordu.

60’lı yıllarda Martin Luther King ve aktivistlerin mücadelesi, Yüksek Mahkeme kararları, Kennedy, Johnson gibi liberal başkanlar sayesinde durum değişti. Ayrımcılıkla ilgili yeni yasalar çıktı, Yüksek Mahkeme zaman içerisinde içtihat değiştirdi, “ayrı ama eşit” uygulamasını eşitliğe aykırı buldu. Siyahlar mahkeme kararlarıyla beyazları okullarına, otobüslerine, parklarına girmeye, beyazlarla evlenmeye başladı, siyahların oy verme hakkını kullanmasının önündeki fiili engeller kaldırıldı.




ABD Başkanı Johnson, Martin Luther King ile beraber 1964 yılında siyahlara yönelik ayrımcılıkların çoğuna son veren Sivil Haklar Yasası’nı imzalıyor

Harvard gibi prestijli üniversiteler, her sene sadece 2-3 siyah öğrenci almalarının artık “normal” karşılanmaması üzerine üniversitenin ilk siyah öğrencisi Richard Theodore Greene’nin açtığı kapıyı biraz daha aralamaya karar verdi.

Buldukları çözümün adı: “Affirmative Action” yani pozitif ayrımcılıktı. Bu politikaya göre siyahlar, geçmişte yaşadıkları ırkçılık nedeniyle eşit koşullarda beyazlarla yarışmıyor, Harvard’daki siyah öğrenci oranı ABD’deki siyah nüfus oranını karşılamıyordu. Merkezi bir üniversite giriş sisteminin olmadığı ABD’de bu nedenle, birçok üniversite lise ortalaması, SAT gibi bazı genel yetenek sınavları, sosyal aktiviteler, spor başarısı gibi etkenlerin yanı sıra başvurucuların ırkının da bir etken olarak değerlendirmeye karar verdi. Kabul komisyonları, her aşamada başvurucuların ırkının da değerlendiriyor ve puanlıyor, okuldaki Hispaniklerin ve siyahların oranının belirli bir sayının altına düşmemesine dikkat ediyordu. Öğrenciler de başvururken ırklarını belirten kutucukları işaretliyordu: Siyah, Hispanik, Beyaz, Asyalı vb.

Böylece Harvard gibi üniversitelerde siyah ve Hispanik öğrenci oranı %10’lara çıktı. Bu uygulamanın sonucunda doğal olarak üniversitelere giren beyaz sayısı azalıyor, beyazların tepkisi de artıyordu.

Fakat pozitif ayrımcılığın kaderini değiştirecek olan beyazlar değil, bir başka azınlık olan Asyalı Amerikalılar olacaktı. 2010’da %5 olan Asyalı oranı, 2020’de %7’ye çıktı. Asya kökenli Amerikalıların geliri de zaman içerisinde yükseldi. Asyalı Amerikalılar eğitim alanında başarılı bir azınlık olarak ön plana çıktıkça, siyahların ve Hispaniklere uygulanan pozitif ayrımcılık nedeniyle kendilerinin Harvard gibi okullara daha zor girdiklerini dile getirdiler. Pozitif ayrımcılık tartışmaları daha da şiddetlendi.

Giderek güçlenen bir azınlık, diğer bir azınlığın kurdu olmuştu. Asyalı Amerikalıların, Harvard’a açtığı dava bu hafta Yüksek Mahkeme tarafından karara bağlandı.

Ve Greene’nin Harvard yolculuğunun başlattığı bu pozitif ayrımcılık yolculuğu, bir Yüksek Mahkeme kararı ile son buldu.

Yüksek Mahkeme, üniversiteye girişte başvurucuların ırkının da değerlendirilmesini eşitlik ilkesine aykırı bulmuştu.

Daha sadece 7 sene önce üniversitelerin adayların ırklarının değerlendirilmeye katılmasını hukuka uygun bulan mahkeme, Trump’ın atadığı 3 muhafazakâr yargıç ile 1978’den beri uygulanan içtihadına son vermişti.

Yüksek Mahkeme’den veda busesi: Önce kürtaj, şimdi pozitif ayrımcılık

Donald Trump, 2016 yılında ABD başkanı olduktan sonra 3 genç muhafazakar yargıcı Yüksek Mahkeme’ye atadı ve böylece yıllar sonra muhafazakar yargıçlar mahkemede çoğunluk olma şansını yakaladı.




Yüksek Mahkeme, 9 yargıçtan oluşuyor. Yargıçları başkan aday gösteriyor, Senato onaylıyor. Cumhuriyetçiler muhafazakar, Demokratlar liberal yargıçları atıyor. Şu anda 9 yargıçtan 6’sı muhafazakar. Yeni atanan yargıçlar ayakta duruyor, eskiler ise oturuyor. Kıdem önemli 🙂

Mahkeme, geçen sene kürtaj içtihadını değiştirdi, eyaletlerin kürtajı tecavüz, ensest sonucu gebelikte dahi yasaklamasına imkan tanıyan bir karara imza attı: Artık kürtaj federal düzeyde korunan bir hak değildi.

ABD gibi “common law” sisteminin uygulandığı, yani mahkeme içtihatlarının en az yasalar kadar önemli olduğu bir hukuk sisteminde içtihatların değişmesi pek alışılmış değildi. Fakat muhafazakar çoğunluk, liberal yargıçların önceki dönemde oluşturduğu içtihadı geride bırakmakta kararlı.

İşte kürtajdan sonraki bir içtihat değişikliği de pozitif ayrımcılık konusunda yaşandı. Mahkeme önceki kararlarında, üniversitelerin kurumlarındaki etnik çeşitlilikten dolayı elde edecekleri yararı göz önünde bulundurarak başvurularda adayların ırkının da değerlendirilmesine imkan tanıyordu.

Mahkeme’nin verdiği kararı anlamak için öncelikle basit bir şekilde uyguladığı içtihadı özetlemek gerekiyor.

Anayasa m. 14 açık bir şekilde herkesin kanunlar karşısında eşit olduğunu belirtiyor, bu nedenle ırklara yönelik farklı uygulamalar eşitliğe aykırı olarak değerlendiriliyor. Mahkeme’ye göre ırklara yönelik farklı uygulamaların eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmemesi için bir testten geçmesi gerekiyor: Strict Scrutiny (detaylı inceleme). Irklara yönelik bu farklı uygulamanın testi geçmesi içinse iki koşul var: 1) ikna edici bir kamu yararı amacı taşımalı 2) bu amaca ulaşmak için mümkün olduğu en dar biçimde uygulanmalı.

Mahkeme bu haftaya kadar, üniversite başvurularında adayların ırkının değerlendirilmesinin bu testin şartlarını sağladığını kabul ediyordu, zira üniversitelerde etnik çeşitliliğinin sağlanmasını ikna edici bir kamu yararı olarak görüyordu. Fakat mahkemenin dört ek şartı daha vardı: 1) Irk, ekstra bir puan, etken olarak değerlendirilecek, fakat ırklara özel, önceden belirlenmiş kotalar uygulanmayacak, 2) bu uygulamalar ırklar hakkındaki önyargıları arttırmaya elverişli olmayacak, 3) azınlık olmayanlara zarar verilmeyecek ve 4) belirli bir süre geçtiğinde -tahmini 25 sene- pozitif ayrımcılık sona erecek.

İşte Yüksek Mahkeme, bu hafta verdiği kararında günümüz koşullarında pozitif ayrımcılığın bu şartları kümülatif olarak sağlamadığına karar verdi. Mahkeme’ye göre Harvard’ın iddia ettiği gibi üniversitedeki etnik çeşitliliğin ülkeye, okula, eğitime verdiği katkı somut değildi, mahkemeler tarafından ölçülemeyecek kadar soyut ve dolaylıydı; ırkların tasnifi ise soyuttu (Asyalılar, Pakistan’dan Singapur’a herkesi içeren bir kategoriydi, Ortadoğulular için ayrı bir kategori yoktu vb. sebepler), Asyalılar ve beyazların kabul oranlarında düşüş olduğu için başkaları zarar görüyordu.

Mahkeme bu gerekçelerle, 6 yargıcın çoğunluk oyu, 3 liberal yargıcın karşı oyuyla üniversite girişlerinde pozitif ayrımcılığın sona ermesine karar verdi.

Karar sadece ABD’yi ikiye bölmedi, aynı zamanda Yüksek Mahkeme’deki siyah yargıçları da karşı karşıya getirdi. Muhafazakar yargıç Clarence Thomas, pozitif ayrımcılığın kaldırılması, Ketanji Jackson ise kaldırılmamasını savundu.




Yargıç Clarence Thomas ve Yargıç Ketanji Jackson

Bu iki önemli siyah yargıcın birbirilerine yönelik eleştirileri, sadece iki hukukçunun yaşadığı bir görüş ayrılığı değil, aynı zamanda ABD’nin yaşadığı derin bir ikilemin de izdüşümünü gözler önüne serdi.

Kim haklı: Yargıç Jackson mu, Yargıç Thomas mı?

Clarence Thomas, ABD tarihindeki ikinci siyah Yüksek Mahkeme yargıcı. 1991 yılında ABD’nin ilk siyah Yüksek Mahkeme yargıcı Thurgood Marshall’ın 82 yaşında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı, baba Bush da o zamana dek Cumhuriyetçilerle birlikte çalışan muhafazakâr hukukçu Clarence Thomas’ı yargıç olarak aday gösterdi. Thomas, Anita Hill adında kadın bir eski çalışma arkadaşı tarafından cinsel tacizle suçlandığı uzun bir Senato onay sürecinin ardından göreve başladı, 1991’den günümüze dek her zaman muhafazakâr yargıçlarla birlikte hareket etti.




Yargıç Clarence Thomas, 1991 tarihinde yemin ederek göreve başladı

Thomas’ın en çok karşı çıktığı konulardan biri ise pozitif ayrımcılıktı. Bu nedenle de bu hafta verilen Harvard kararına uzun bir şerh düştü. Thomas, pozitif ayrımcılığın, iyi üniversitelere her koşulda girebilecek siyahların başarısına gölge düşürdüğünü, pozitif ayrımcılıkla üniversitelere giren siyahların başarısız olarak siyahlara yönelik önyargıları arttırdığını, zengin siyahların da bu tür imkanlardan yararlanması nedeniyle yoksul siyahların daha çok dezavantajlı konuma düştüğünü, beyazlara yönelik ciddi bir zararın oluştuğunu gerekçe olarak ileri sürüyor. Yine Thomas’a göre, Asyalı Amerikalılara yönelik önyargıları arttığı bir dönemde siyahlar uğruna, Asyalı Amerikalıların feda edilmesi de doğru değil.

Clarence Thomas bu görüşleri nedeniyle liberaller tarafından eleştiriliyor. Kendisine geçmişte pozitif ayrımcılık sayesinde üniversite eğitimi aldığı hatırlatılıyor, fakat aslında Thomas tam da kendi kişisel tecrübesi ve yaşadıkları nedeniyle pozitif ayrımcılığa karşı çıkıyor.

Thomas, Georgia’da evinde su olmayan yoksul bir aileye doğdu, babası küçük yaşta aileyi terk etti. Thomas’ı temizlik işçisi annesi büyüttü. Thomas’ın ana dili Afrika’nın yerel dilleriyle İngilizce’nin karışımı olan Gullah’tı. Thomas, bu nedenle hiçbir zaman tam anlamıyla düzeltemediği bir İngilizce aksanına sahip olacaktı. Thomas liseyi bitirdikten sonra dindar bir Katolik olduğu için papaz okuluna başvurdu, fakat Martin Luther King’in suikaste uğraması üzerine bir öğrencinin: “Tanrım, inşallah ölmüştür” sözünü duyunca okulu bıraktı. Okulun rahibesinin tavsiyesiyle, o zamana kadar hiç siyah öğrenci almamış Katolik üniversitesi olan Holy Cross Koleji’ne girdi. Üniversite yönetimi pozitif ayrımcılık yaparak siyahlar için özel bir kota ayırmış ve 30 siyah öğrenci kabul etmişti.

Bu pozitif ayrımcılık Clarence Thomas’ın hayatını değiştirecekti. Thomas, bu üniversitede İngiliz dil ve edebiyatı okudu. Thomas’ın mezun olduğu sene (1971) tesadüf eseri Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi de pozitif ayrımcılık uygulayarak öğrencilerin %10’unun siyah olmasına karar vermişti. İşte Thomas, Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girerek 12 siyah öğrenciden biri oldu. Fakat Thomas, Yale’den sonra özel sektörde iş bulmakta zorlandı, iş verenlerin “sadece siyah olduğu için iyi okullarda okumuş” önyargısına sahip olduğuna kanaat getirdi.

Thomas iş ararken, Missouri Savcısı Danforth ile tanıştı. Danforth, senatör olmayı hayal ediyordu, bu nedenle ekibini “çeşitlendirmek” istiyor, sadece beyazlarla çalışmak istemiyordu. Danforth, Thomas’ı işe aldı, yıllar sonra siyah olduğu için Thomas’ı işe aldığını söyleyecekti. Thomas daha sonrasında Cumhuriyetçilerle sıkı bir ilişki kuracak, Reagan tarafından İstihdamda Eşitlik Komisyonu Başkanlığı’na atanacaktı. Thomas’a “siyah olduğu için göreve getirildiği” sık sık hatırlatılacak, kutlamalarda beyaz Cumhuriyetçiler Thomas’a bakıp “Pozitif ayrımcılığın işe yaradığının en büyük kanıtı Thomas’ın burada olması” diyerek kadeh kaldıracaktı.

Clarence Thomas’ın pozitif ayrımcılıkla ilgili görüşleri, kendisine kaldırılan o tatsız kadehlerle şekillenmişti.

Thomas, 1991’den 2023’e kadar Yüksek Mahkeme’deki tek siyah yargıç olarak görev yaptı. 2023’te ise Biden, geçmişte Guantánamo tutuklularının avukatlığını üstlenmiş Harvard mezunu bir kamu avukatı olan Ketanji Brown Jackson’ı aday gösterdi. Jackson, Senato onayıyla ABD tarihinin ilk siyah kadın Yüksek Mahkeme yargıcı oldu. 

Jackson, avukat tutamayacak kadar yoksulların veya Guantanamo’daki tutuklulular kadar sevilmeyen “marjinallerin” avukatlığını üstlenmiş bir isimdi. Kendi deyimiyle “mücadelenin içinden” geliyordu. Yargıç Thomas ile de tamamen zıt görüşteydi.

Jackson’a göre, kölelik nedeniyle siyahlar ve beyazlar arasında tarihi bir eşitsizlik var. Kökü geçmişe dayanan sistematik eşitsizlik nedeniyle siyahlar ev kredisine, sağlıklı bir çevreye, güvenli bir mahalleye, iyi okullara erişim konusunda beyazlarla aynı şartlara sahip değil. Bu nedenle de üniversitelere girişte, siyahlara yönelik pozitif ayrımcılık uygulanması, ırkın bir faktör olarak değerlendirilmesi geçmişten günümüze gelen bir eşitsizliği telafi etmek gibi meşru bir kamu yararı amacı taşıyor.

Jackson’a göre eşitlik ilkesi, siyahları beyazlarla eşit konuma getirmek için, eşitsizliği siyahlar lehine kapamak için konulmuş bir madde, Thomas’a göre ise ırklar arasındaki farklı uygulamalara son vermek adına konmuş “renkkörü” bir madde.

Jackson’a göre, ırkın kağıt üzerinde önemsiz olmasının hayatta karşılığı yok, yasal engeller kalksa da ırkçılık gerçek dünyada hala devam ediyor, ırkı yok sayarak ırkçılıkla mücadele edilmiyor,  Thomas’a göre, “İnsanlar sadece ırklarından ibaret değil, tecrübeler ve başarılarının toplamı ve bir insanın ırkı, hayatta karşılaştığı her iyilik ve kötülüğün sebebi değil.”

Jackson’a göre, siyah bir çocuğun sırf ailesi geçmişte köle olduğu için üniversiteye girmemesi hakkaniyete aykırı, Thomas’a göre dedeleri beyaz olduğu için bir beyaz çocuğun üniversite sırasını siyah birisine vermesi hakkaniyetsiz.

İki siyah yargıcın tartışması sadece hukuki argümanlarla da sınırlı kalmadı, Jackson, Thomas’a “konuyu saptırıyor, demediğim şeylere cevap veriyor” derken, Thomas, Jackson’a “düz mantıkla bakıyor, elitist” dedi.

Yargıçlar bu denli birbirine düşmüşken, en azından bir konuda uzlaştılar: Üniversiteler ırkı ayrı bir etken olarak değerlendiremeyecek, fakat öğrencilerin ait oldukları ırk dolasıyla yaşadıkları ayrımcılıklar ve bunlarla mücadele etmesi, bu ırkın sebep olduğu olayların, olguların kişiliklerine olan katkısı, kültürünün getirdiği özellikler başvuru metinlerinde dile getirilmesi durumunda hesaba katılabilecek.

Greene’nin açtığı kapı kapanıyor

Üniversiteler, pozitif ayrımcılık uygulanmaması durumunda siyah öğrencilerin sayısının yarı yarıya düşeceğini ileri sürüyor. Harvard her ne kadar dolaylı yoldan ırk dengesini gözeteceğini ilan etse de eskisi gibi rahat bir şekilde uygulamayacağı kesin.

Üstüne üstlük birçok eyalette muhafazakarlar, “diversity statement” denen ırkın kişi üzerindeki etkisinin anlatıldığı başvuru metinlerinin de değerlendirilmesinin eşitliğe aykırı olduğunu ileri sürmeye başladı bile.

Harvard gibi prestijli okullar, belki siyahlara yönelik pozitif ayrımcılık uygulamalarına son verecek, fakat önemli mezunların, bağışçıların, üniversite personelinin çocuklarına, sporcu öğrencilere yönelik pozitif ayrımcılık devam edecek. Harvard’a başvuran bu tür “elit” öğrencilerin oranı %5 olmasına rağmen, kabul alanların oranı %30. Ve bu “elit” öğrencilerin %67’isi beyaz. Sadece %6’sı siyah.

Yani Yüksek Mahkeme’nin pozitif ayrımcılık kararından önce de üniversiteye giriş pek adil değildi, sonra da olmayacak gibi duruyor.

Yoksul bir aileden gelen beyaz bir işçi çocuğuyla, ailesinde ilk kez üniversiteye başvurmuş siyah bir çocuğu da aynı anda kapsayacak detaylı bir reform veya çözüm topluma sunulmadıkça ne liberal Yargıç Jackson’ın ne de muhafazakar Yargıç Thomas’ın kişisel duruşlarıyla ideolojilerini harmanlayarak sundukları argümanlar Amerika’daki eşitlik tartışmaları sona ermeyecek.

Ve 300 sene önce Harvard’ın ilk siyah öğrencisi Richard Theodore Greene’ne açılan o kapı, her sene Amerikalı siyahlara biraz daha kapanacak.

- Advertisment -