Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHayali ömre bedel

Hayali ömre bedel

Toplumun bir kesimi Bahçeli’ye, bir kesimi Erdoğan’a, bir kesimi Öcalan’a, bir kesimi bunlardan herhangi bir ikiliye, bir kesimi ise tamamına nefretle baktığından “Bu adam(lar) mı barış yapacak” diyor. Barışı kimin yapacağı bu sorunun cevabını imkansız kılıyor; çünkü evet, elinde silah olanlar anlaşacak. Realiteden kopuk, ideal ülke hayaliyle herhangi bir çatışmanın son bulması mümkün değil. Tüm taleplerin maksimalist düzeyde ele alındığı tartışmalar, tarafların hüsrana uğramasına yol açar. Hele ki Türkiye gibi “toplumlaşamamış bir toplum”da.

“Bilgimiz eleştirel bir bulmacadır; 
varsayımlardan oluşmuş bir ağ; 
sanrılardan dokunmuş bir kumaş.” 

(Karl Popper)

27 Şubat Perşembe günü İmralı heyetinin yaptığı açıklama ve peşi sıra gelen PKK’nin Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda kendini feshedeceğini ilanının ardından, ülkede kimi kesimler için barış rüzgarları esmiyor.

Kürt meselesi ve daha özel tarafıyla PKK meselesi, 2010’lu senelere dek ağırlıklı olarak seküler/sol entelijansiyanın barış tartışmaları ekseninde gündeme geldi. AK Parti iktidarı döneminde Oslo görüşmeleri, Demokratik Açılım ve Çözüm Süreci gerçekleştiğinde de yine aynı sivil toplum örgütlerinin aktif olarak barış ile ilgili çalışmalarının devam ettiğini söylemek mümkün. Fakat  2013 senesindeki Gezi kırılmasının ardından mesele değişti. Daha evvel Kürt meselesini ve çözümü önceliklendiren bazı grupların varsayımları yaşanan hakikatin önüne geçti. Sanılar, bilgiyi kuşattı ve barış hayallerde kalan, hakikileşme gücünü bulduğunda aktörleri sebebiyle uzaklaşılan bir romantizm oldu. 

Bugün yeniden böyle bir ayrışma yaşıyoruz. Bir tarafın sanılarının kendi gerçekliğini oluşturmasıyla, mevcuttaki hakikatin görmezden gelinmesine ve ihtiyatlı karamsarlığa sebep oluyor.  

Bunun bir diğer sebebi de mevcut iktidarın özellikle son 8 senedir despotik uygulamalarla toplumun nefes kanallarını daraltmasının yol açtığı iklim elbette. En basit konuda dahi toplantı ve gösteri yürüyüşleri yapılamaması, Osman Kavala’nın 7,5 senedir cezaevinde olması, Gezi heyulasının iktidar tarafından güncel tutma gayesiyle aramızda dolaştırılması, kayyumlar, her söze yönelik terör propagandası soruşturması diye listeyi uzatabiliriz. 

Evet, tüm bunlara rağmen PKK ile devlet arasında çatışmasızlık için bir süreç var. Tüm bunlara rağmen barış gündemde.

Esasen barış çeşitli manifestolardaki, şiirlerdeki kadar romantik değil. Birlikte yaşamanın gerek şartı (zorunlu unsuru) ve toplumsal sözleşmenin başlangıcı. Yani doğası gereği pek çok hakkı tartışmadan evvel bir arada yaşamanın gerek şartı. Dolayısıyla barış veya çatışmasızlık meselesine bakışta taraflara ya da aktörlere göre tavır almak rasyonal bir tutum değil. Hele ki savaş/çatışma gibi bir durum varsa, taraflardan en az birini “sevmemeniz” doğaldır ve emin olun çatışanlar/savaşanlar da aynı şekilde diğer tarafı sevmiyordur. Fakat mesele zaten bundan ibaret; sulh, harp varsa mümkündür. 

Barışı kimler yapar?

Toplumun bir kesimi Bahçeli’ye, bir kesimi Erdoğan’a, bir kesimi Öcalan’a, bir kesimi bunlardan herhangi bir ikiliye, bir kesimi ise tamamına nefretle baktığından “Bu adam(lar) mı barış yapacak” diyor. Barışı kimin yapacağı bu sorunun cevabını imkansız kılıyor; çünkü evet, elinde silah olanlar anlaşacak. Çünkü yine girişteki alıntının sahibi Popper’ın yaklaşımıyla  bakarsak yanlışlanabilir tek bir unsur barındırmayan ve dolayısıyla anlamlı olamayan bu duygusal tepkiler, hakikatle örtüşmüyor ve ülkeye katkı sunmuyor. İrlanda merkezli Gleencree Barış ve Uzlaşma merkezinin geçmiş direktörlerinden Will Devas’ın söylemiyle “Barışı birbirini sevmeyen, karşı tarafın eylemleriyle canı yanmış insanlarla yaparsınız.” 

Söz konusu mesele, bağışlanma, sevme, aşkla bağrına basma gibi duygu yoğun içeriklerden ari düşünülmek zorunda. Tüm demokratik hakların gaspı ile aynı anda da konuşulabilir. Bu, tek başına “olmayacak bu iş” demenin gerekçesi değil. Bunu sadece teorilere yaslanarak belirtmiyorum; en yakın örneklerinden biri Kolombiya-FARC barış görüşmeleri esnasına bakmak bize iyi bir çıkış yolu sunabilir. Çatışmanın en yoğun dönemlerinde, çatışmasızlığı sağlamak üzere barış görüşmeleri yapılıyordu. Hem bombalar patlıyor hem gerillaların silah bırakması için iktidar her türlü aygıtı kullanıyor hem de sanki tüm bunlar yokmuşçasına barış konuşuluyordu. 

Doğruyu hayallere öncelemek

“Doğru iyi karşısında önceliklidir” der Rawls. İyi insanlar, elleri temiz ve kana bulaşmamış kişileri barış için bulamazsınız. Ancak iyi olduğunu düşünmediğiniz kişilerin doğruyu yaptığına tanıklık edebilirsiniz. Zira en başta barışın “gerekliliğini” ve yüzde yüzlük mutabakatla barışın “doğru” olduğunu söyleyebilirsiniz. 

Realiteden kopuk, ideal ülke hayaliyle herhangi bir çatışmanın son bulması mümkün değil. Tüm taleplerin maksimalist düzeyde ele alındığı tartışmalar, tarafların hüsrana uğramasına yol açar. Hele ki Türkiye gibi tüm mahallelerin ötekinin acısına, sevincine, ihtiyacına, hasletine, ihtiyaçlarına yabancı olduğu ve dahi gereksiz gördüğü “toplumlaşamamış bir toplum”da. 

Evet, Türkiye’nin demokrasisi, belki de bazı bakımlardan 20. yüzyılın gerisinde kaldı. Ama Jonathan Powell’ın 2013’de bize hatırlattığı gibi “Uzun vadede, 50 yıl sonra Türkiye için en önemli şey barış olacaktır.”  Çünkü bugünün demokratik veya ekonomik standartlarını tartışırken ıskaladığımız hayatı kazanmak olabilir. 

Sevmediğiniz veya iyi olmadığını düşündüğünüz insanlar doğru işler yapar, yapabilir. Meseleye kişilerden, aktörlerden bağımsız bakamadıkça duygularına yenilen, aklını yitiren ve doğruyu ıskalayan tarafta kalmak kaçınılmaz. Üstelik barışın gerçekleşmemesinin sonucu gerçekten ömre, ömürlere bedel. 

- Advertisment -