Ana SayfaManşetHelikopterden düşen hukuk (*)

Helikopterden düşen hukuk (*)

Bugün Türkiye’de işkenceyi ve kötü muameleyi hoş gören, sorumlularını cezalandırmaktan imtina eden ve giderek koyulaşan Kürt karşıtı bir iklim var. İktidarın müsebbibi olduğu, muhalefetin ise karşısında sessiz ve etkisiz kaldığı bu iklim, insanlığı da hukuku da helikopterden düşürür. Maalesef, olan budur.

Van’ın Çatak ilçesinden bir süredir, tüyler ürpertici iddialar yükseliyor. 11 Eylül’de operasyon düzenleyen askerler tarafından gözaltına alınan iki köylünün, işkence ve kötü muameleye tabi tutulduğu ve helikopterden atıldığı iddia ediliyor. 50 yaşındaki Osman Şiban ve 55 yaşındaki Servet Turgut’un basına yansıyan fotoğrafları ve sağlık raporları da, her iki köylünün ağır bir işkenceden geçtiğini belgeliyor.

Mesela, 11 Eylül akşamı Servet Turgut Lokman Hekim Hastanesi’ne ambulansla götürülüyor. Turgut’a ait Acil Muayene Formu’nda, “Bir başka şahıs tarafından darp, vurulma, bükülme, ısırılma ya da tırmalanma; İntreserabal hemoroji (beyin parenkiminde oluşan kanama); pnömotoraks (akciğer çökmesi); hemotoraks (plevra yaprakları arasında belirgin miktarda kan toplanması)” tanılarına yer veriliyor.

Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Hasta Epikriz Raporu’nda da Turgut’un “yüksekten düşme sebebi ile getirildiği” kayda geçiriliyor. Turgut’un ağabeyi Naif Turgut “Kardeşimin vücudunda kırılmadık kemik kalmamış. Doktorlar umutlu konuşmadı ama biz yine de Allah’tan ümit kesilmez diyerek bekliyoruz, Allah onu çocuklarına bağışlasın diye dua ediyoruz” diye konuşuyor.

Hukuksuzluk ve keyfilik

Görgü tanıkları, her iki köylünün askerler tarafından helikoptere bindirildiklerini teyit ediyorlar. Osman Şiban’ın kardeşi Hamit Şiban, ağabeyi ve Servet Turgut’un birlikte helikoptere bindirildiklerinde kendisinin de köyde olduğunu aktarıyor, “Bize neden gözaltına alındıklarını ve nereye götüreceklerini söylemediler, iki gün sonra hastanede olduklarını öğrendik” diyor. Naif Turgut, Osman Şiban ile hastanede iki defa görüştüğünü ve Şiban’ın kendisine “Her ikisinde de ağlayarak, gözlerinin ve ellerinin bağlandığını ve 15-20 metre yükseklikten helikopterden attıklarını söylediğini” belirtiyor.

Osman Şiban, 20 Eylül’de hastaneden taburcu ediliyor. Hakkında resmi bir gözaltı kararı olmayan Şiban’ı ailesi Mersin’e götürmeyi düşünürken 22 Eylül’de Şiban fiili olarak gözaltına alınıyor. Şiban’ın avukatı Hamit Koçak, yapılanı şöyle özetliyor: “Onlarca resmi kolluk kuvveti eve baskın yapıp apar topar Askeri Hastane’ye götürdüler. Bu sabah Osman’a uygulanan şeyin Türk Ceza Kanunu ya da CMUK’da bir karşılığı yok. Yasal olan gözaltı kararının verilmesi gerekiyor ama burada gözaltı ya da gözlem kararı yok, tamamen hukuksuz ve keyfi bir uygulama var.”

“Usulüne uygun olarak muhafaza altına alınmak”

Fotoğraflar, belgeler, raporlar ve tanık anlatımları, kan donduran bir olayla karşı karşıya olduğumuzu gösterirken sorumlu ve yetkili makamların tarafından yaprak kımıldamıyor. Van Valiliği, olaydan 11 gün sonra, tenezzül edip bir açıklama yayınlıyor. Ve hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde mağdurları itham ediyor. Valiliğin açıklamasında, her iki köylünün de “bölgede bölücü terör örgüt mensuplarına yardım ve yataklık ettiğinin değerlendirildiği” belirtiliyor.

Ayrıca Valilik, “gözetleme yapan ve şüpheli hareketler sergileyen Turgut’un ‘dur’ ihtarına uymadığı, kaçarken kayalıklardan düşüp yaralandığını”, Şiban’ın ise “mukavemet gösterdiğini” ve her iki şahsın da “usulüne uygun olarak muhafaza altına alındığını” ifade ediyor.

“Usulüne uygun olarak muhafaza altına alınmak” böyle oluyormuş demek! Ne denilebilir ki, inşallah bu açıklamayı kaleme alanlar, bir gün usulüne uygun olarak muhafaza altına alınmazlar.

Bir susturucu olarak “terör” suçlaması

Servet Turgut’un oğlu Hüseyin Turgut’un söyledikleri, açıklamanın gerçekten ne denli uzak olduğunu gösteriyor. Oğul Turgut, babasının her zamanki gibi ot biçmeye gittiğini, bunun fotoğraflarının da olduğunu ifade ediyor. “Valilik kaçarken kayalıklardan düştüğünü söylüyor, 55 yaşındaki adam nasıl koşacak, ki orada kayalık da yok uçurum da yok.”

Avukat Hamit Koçak “mukavemet” iddiasının da doğru olmadığını vurguluyor: “Helikopter gözden kayboluncaya kadar köylüler izliyor. Yani valiliğin söylediği gibi bir mukavemet yaşanmamış.” Yani ne bir kaçıp kayalıklardan düşme var ne de bir mukavemet.

Valiliğin açıklaması skandal olduğu kadar tipik de. Herhangi bir olaya hemen “terör” etiketi yapıştırmanın maksadı bellidir: Suskunluğu sağlamak. Terör suçlaması, öncelikle bir susturucu işlevi görür; ardından fiili önemsizleştirir, üzerinde durulmamasını sağlamaya çalışır. Faili belirsizleştirir, gözden kaçırır, sorumluluğun ortaya çıkmasını ve suçluların cezalandırılmasını engeller. Günahı mağdurun boynuna yıkar, mağdur hem bedenen hem de hukuken işkenceye tabi tutulur.

Ezcümle “terör” ithamı, Türkiye’de çoğunlukla, gerçeği gizlemek için kullanılır. Peki, Van’da gizlenmek istenen gerçek ne? Avukat Hamit Koçak, olayın yaşandığı gün askerlerin iki defa köye geldiğini belirtiyor. Koçak, köylülerin anlatımına dayanarak, yaşananlara dair şu önemli bilgiyi veriyor: “Sabah altı gibi askerler geliyor. Köylüleri meydana toplayıp ‘Acımız var, öfkemizi sizden çıkaracağız, köyünüzü yakacağız’ diyerek iki kişiyi darp etmişler.”

Servet Turgut’un oğlu Hüseyin Turgut’un anlatımı da benzer: “O saatlerde bir şehit haberi geliyor. Yüzbaşımız, uzman çavuşumuz vefat ediyor. Sonra aşağıda köyde ilk karşılaştıkları kişiyi alıyorlar.” Bu bilgiler, operasyonda arkadaşlarını kaybeden askerlerin öfkelerini sivil halktan çıkartma, hesabı masum köylülere kesme ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor.

“Hukuk, iklimden etkilenir”

Amerika Yüksek Mahkemesi üyesi Ruth Bader Ginsburg yakınlarda hayatını kaybetti. İlham verici bir hikâyesi var Ginsburg’ün, ölümü üzerine onun hayatını anlatan 2018 yapımı “On the Basis of Sex (Eşitlik Savaşçısı)” adlı filmi yeniden seyrettim.

Filmde etkileyici bir sahne var: Ginsburg, Harvard Üniversitesi’nde hukuk öğrencisidir. Bir gün derste profesörlerden biri, hukuk, toplumsal-siyasal yapı ve değişim arasındaki bağlantıyı anlatır. “Hukuk” der “günlük hava durumundan etkilenmeyebilir ama hâkim olan iklimden mutlaka etkilenir.”  

İşkence de bir iklim meselesidir. İktidarı ve muhalefetiyle işkenceye karşı müteyakkız, işkence iddialarına karşı anında harekete geçen ve işkencecilerine yaptıklarının yanlarına kâr kalmayacağını gösteren bir toplumsal iklim, işkenceye karşı en etkili panzehirdir.

Ne yazık ki, bugün böyle bir iklim yok Türkiye’de. Aksine işkenceyi ve kötü muameleyi hoş gören, sorumlularını cezalandırmaktan imtina eden ve giderek koyulaşan Kürt karşıtı bir iklim var. İktidarın müsebbibi olduğu, muhalefetin ise karşısında sessiz ve etkisiz kaldığı bu iklim, insanlığı da hukuku da helikopterden düşürür. Maalesef, olan budur.

Not: Bu yazıdaki bilgiler için bakınız:

https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-54254681

(*) Kurdistan 24, 23.09.2020

- Advertisment -