Çok dinamik bir seçim sürecinden geçiyoruz; sürecin içinde meydana gelen her hadise, kartların yeniden dağıtılmasını ve hesapların yeniden gözden geçirilmesini gerektiriyor. Son bir haftada gerçekleşen Erzurum provokasyonu ve Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmesi de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Erzurum’da İmamoğlu’nun taşlanması ve iktidarın kimi mensuplarının bu eylemi ilk andan itibaren sahiplenmesi, muhalefet seçmenlerindeki tahkimatı artırdığı gibi kararsız seçmenlerin bir kısmını da sandığa gitme yönünde motive etti. Hadisenin iktidar aleyhine bir durum yarattığı görüldüğünde, iktidar temsilcilerinden gelen “ama”lı açıklamalar ve işi FETÖ’ye bağlama gayreti, zevahiri kurtarmaya yetmedi ve iktidara bir fayda sağlamadı.
İnce’nin çekilmesi de iktidarın aldığı bir başka yara oldu. Ortada dolaşan birçok komplo teorisi var bu konu hakkında, ama bana göre İnce, başlıca üç sebepten ötürü havlu attı.
Birincisi, İnce artık yarışta olmadığını belirtirken “Türkiye’ye üçüncü bir seçenek önerdim. Bir kanal açmaya çalıştım. Bu kanalı başaramadık” ifadesini kullandı. Aslında o kanalın açılmayacağı daha başından biliniyordu; bu seçim öyle bir seçim değildi. İlk konuşulmaya başlandığı andan beri, 14 Mayıs bir “halk oylaması” karakteri edindi ve bu halk oylamasının iki tarafı da belliydi. Bir üçüncü tarafın, bu iki tarafın arasında veya dışında kendine bir yol açmasının ve seçimi kazanabilecek bir ağırlık merkezine dönüşmesinin imkânı yoktu.
Güneş görmüş kar
Elbette, iki ana aktörün dışında kalanların da seçime tesiri olacaktı: Kazanması muhtemel adayların oy oranlarının nasıl şekilleneceği ve seçimin ilk turda mı yoksa ikinci turda mı sona ereceği, onların alacağı oylara bağlıydı. Ama onların seçim kazanmaya namzet üçüncü bir seçenek oluşturma şansları bulunmuyordu.
Ancak İnce çok büyük iddialarla cumhurbaşkanlığı mücadelesine soyundu. Bir beyanında, halihazırda % 19 oyunun olduğunu, kampanya sürecinde oyunu % 30’a yükselteceğini, ikinci tura kalacak seçimleri de % 60 ile kendisinin alacağını ifade ediyordu. Adaylığının kesinleşmesinden sonra yapılan ilk kamuoyu araştırmalarında nispeten yüksek bir rakam elde etmesi de, onun bu iddialı ruh halini besledi.
Lakin zaman geçtikçe İnce’nin oyu güneş görmüş kar gibi erimeye başladı. Hem seçimin referandum kimliğinin baskınlaşması İnce’nin oy desteğini kaybetmesine yol açtı, hem de İnce konuştukça kendisini tüketti. Bir diğer aday olan Sinan Oğan sahne aldıkça oyunu çoğaltırken, İnce her sözünde oyunu düşürdü.
Nihayetinde, bir yandan seçimin doğası, öbür yandan İnce’nin kamusal profilinin düşüklüğü, İnce’yi seçimin kaderini etkileyebilecek bir aktör olmaktan çıkardı. İnce de bunu gördü ve kendisine çok acı verecek bir son ile karşılaşmamak için çekilmek zorunda kaldı.
Çıkmaz sokak
İkincisi, toplumun seçime biçtiği mana, İnce’yi bir çıkmaz sokağa sürükledi ve adaylık, sonuç ne olursa olsun, İnce’nin kazanamayacağı bir oyuna dönüştü. Adaylığını sonuna kadar götürdüğünde, ister Erdoğan kazansın ister Kılıçdaroğlu, İnce kaybedecekti: Şöyle ki:
Eğer, ilk turda Kılıçdaroğlu seçilmek için yeterli oyu alsaydı, İnce’nin seçim dengelerini öyle ya da böyle etkileyecek bir gücünün bulunmadığı ortaya çıkacak ve İnce siyasi bir mevta olacaktı.
Yok, eğer seçim ikinci tura kalsaydı, İnce bunun müsebbibi olarak damgalanacak, iktidar lehine yarışa girmekle, “Erdoğan’ın Truva Atı” olmakla itham edilecekti ve muhalefet kamuoyundan çok büyük bir tepki görecekti. Nitekim çekilmesini duyururken İnce “Bahaneleri kalmasın, yoksa seçimi kaybettiklerinde bütün suçu bize atacaklar” diyerek bu ihtimale dikkat çekti.
Velhasıl İnce için, 14 Mayıs’ta mutlu bitecek bir senaryo söz konusu değildi, her halükârda kaybeden kendisi olacaktı. O da bunu fark etti ve adaylıktan çekilerek oluşacak tablodan sorumlu tutulmak istemediğini göstermek istedi.
Muhalefete muhalefet etmek
Üçüncüsü ise, seçimde son düzlüğe girilirken İnce’ye kendi partisinin içinden eleştirilerin büyümesi, kendi mücadele arkadaşlarından gelen itiraz tonunun koyulaşmasıydı. Birçok Memleket Partili aday ve yönetici, partiden veya adaylıktan istifa ettiklerini kamuoyuna ilan ettiler ve bunu yaparken de genel olarak, hayati önemi haiz bir seçimde, İnce’nin eleştiri oklarını esas olarak iktidara yöneltmesi gerekirken, onun muhalefete muhalefet etmesinden rahatsızlık duyduklarını belirttiler.
Partileriyle bağlarını koparan İnce taraftarlarına göre, 14 Mayıs, bir kader seçimiydi. Yanlış bir siyasi tercih, bu kader seçiminde hem ülkeye hem de partiye ağır bir maliyet çıkarırdı. Maalesef Genel Başkan’ın takip ettiği siyasi rota, iktidar yararına bir vaziyetin oluşmasına hizmet ediyordu. Onlar böyle bir günaha ortak olmak istemiyorlardı ve bu nedenle de Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerdi.
Memleket Partisi’nde, muhalefetin İnce’ye dönük eleştirilerine hak veren bir üslubun giderek güçlenmesi karşısında İnce’nin çekilmekten başka bir şansı kalmadı. O da çekildi. Ancak bu çekilme, onun siyasi hayatiyetini sürdürmesine yeter mi, emin değilim.
Eğer yolun başında kendisine bu minvalde yapılan çağrılara olumlu bir karşılık verseydi, İnce siyaseten çok daha itibarlı bir konumda olurdu. Ancak treni kaçırdı ve yanlış kararlarla -bir nevi- kendi ipini kendisi çekti.
14 Mayıs akşamı, kimin kazandığını ve kimin kaybettiğini öğreneceğiz; ama İnce için artık merak etmeyi gerektirecek bir husus yok; onu şimdiden kaybedenler hanesine yazabiliriz.