İngiltere’de düzenlenen 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın yarı finalinde ev sahibi ekip, Almanya ile karşılaşır. Otuz yıl önceki (1966) dünya şampiyonluğundan sonra bir daha büyük bir turnuva kazanamamış olan İngiltere’nin gayesi bu makûs kaderi yenmek ve kendi evinde ilk kez Avrupa Şampiyonu sıfatını kuşanmaktır. Maçın normal süresi ve uzatmalar 1-1 biter ve finalisti belirlemek için penaltı atışlarına geçilir.
Her iki takım da ilk 5 penaltıyı gole çevirirler. Sırada seri penaltı atışları vardır. İngiltere adına topun başına Gareth Southgate geçer ama kaleciye takılır. Almanya ise Andreas Möller ile golü bulur ve finale adını yazdırır. İngilizler kendi evlerinde vurulur. O vakitler “mabet” olarak adlandırılan Wembley, İngilizlerin başına yıkılır. Seyirciler yerlerinde donup kalırken, bütün takımın teselli çabaları Southgate’in tarifsiz acılarını dindirmeye yetmez.
Zaman akar, yıllar yılları kovalar ve Southgate Milli Takım’ın dümenine geçer. 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası, Covid salgını yüzünden 2021’e alınır ve kupaya birçok Avrupa ülkesi ev sahipliği yapar. Southgate, o uğursuz geceden çeyrek asır sonra İngiltere’nin adını finale yazdırır. Rakip İtalya’dır. Mekân yine Wembley’dir. İngilizler bu kez şeytanın bacağını kıracaklarına eminlerdir.
Ancak kader kendini tekrar eder. Maç yine 1-1 biter. Uzatmalarda yine gol sesi çıkmaz. Kupanın sahibini tayin etmek için takımlar yine penaltı noktasına yürürler. Aslında işler önce İngiltere için iyi gider. İlk iki penaltıda hedefi bulurlar. Fakat son üç penaltıcı da topu ağlara ulaştıramayınca, Southgate’e yine hüzün düşer. Roberto Mancini şık takım elbisesinin içinde kupayı alıp giderken, montuna sarınmış Soutghate ardından sükûtu hayal ile bakakalır.
Düşe kalka
“Hayatımın en zor geceleri” olarak nitelediği bu iki geceyi geride bırakmak için 2024’te bir fırsat daha eline geçer Southgate’in. Dünyanın en iyi liginden oyuncu seçme şansına sahiptir. Altın bir jenerasyon ona denk gelmiştir; elinde Bellingham, Saka, Rice, Palmer, Toney, Watkins gibi hem genç hem de tecrübe kazanmış yıldızlar vardır. Ona düşen, onları işlemek ve parlamalarını sağlamaktır.
Lakin o ışıltılı kadroya yakışan bir futbol oynatamaz Southgate. Tutucudur, ezberleri vardır, zihin konforunu bozmaya yanaşmaz. O yüzden Palmer’i sahaya sürmek yerine yanında tutar. O nedenle kadroda Watkins ve Toney gibi alternatifler varken, takımı Kane’e esir eder, vs. Haliyle yalpalar takım.
Son 16 turunda İngiltere Milli Takımı az kalsın Londra’nın yolunu tutacaktır. Ancak Bellingham’ın Slovakya maçında 90+5’te attığı akıllara ziyan gol, erken Londra biletini iptal eder. Çeyrek finalde İsviçre karşısında ölüp ölüp dirilir. Neyse ki penaltılarda şansı yaver gider ve Yakın’ın ekibini eler. Yarı finalde ise bilhassa ikinci yarıda Hollanda’ya karşı çok mahkûm bir top oynar ama haksız bir penaltı ve bir son dakika golüyle Portakalları saf dışı eder.
Hülasa İngiltere düşe kalka olsa da ilerler ve nihayetinde final için Berlin’in yolunu bulur.
Euro-2024’ün Almanya’da olması İngilizler için ayrı bir motivasyon sebebidir. Berlin’de kaldırılacak bir kupayla hem ilk defa Avrupa’nın tepesine çıkılacak hem de 1996 Wembley’in hesabı, 20024’te Berlin Olimpiyat Stadı’nda kapatılmış olacaktır. Ancak geçilmesi gereken rakip çok dişlidir: İspanya.
İspanya’nın gururu
İspanya, kupanın en gözde takımıdır. Oynadığı 6 maçı da kazanarak final sahnesine çıkmıştır. Sadece kazanmamış, sürekli golü düşünen müspet oyunuyla futbolseverlerin gönlünü ve gözünü okşamış, taraflı tarafsız herkesin sempatisini de cebine koymuştur. (Mesela bizim kahve cemaatinde hemen herkes İspanya’nın safındadır ve bunda tabii, takımın futbolu kadar ve belki de bundan öte, İspanyol hükümetinin Filistin yanlısı politikasının da tesiri olmuştur. Ne derler, futbol asla sadece futbol değildir, değil mi?)
İspanya’nın direksiyonu, 2013’ten beri milli takımlar bünyesinde çalışan, Luis de la Fuente’nin elindedir. Alt yaş kategorilerinde şampiyonluk madalyaları takan (2015’te 19 yaş altı ve 2019’da 21 yaş altı İspanya Milli Takımı ile Avrupa Şampiyonu olmuştur) de la Fuente, 2008-2012 arasında önüne geleni deviren ve bütün kupalara ambargo koyan ama sonradan durulan Milli Takımı tekrar zirveye taşımak niyetindedir. (2023’te de UEFA Uluslar Ligi şampiyonluğunu İspanya’ya kazandırarak bunun ilk işaretini vermiştir.)
Berlin’deki kapışmanın ilk yarısı, İspanya’dan dolayı beklentisi çok yükselen futbolseveri tatmin etmez. Ancak ikinci yarı, tecrübe ve dinamizmin çok güzel bir biçimde harmanladığı İspanya fırtına gibi eser. Daha 17’sine bir gün önce basmış Yamal getirir, daha iki gün önce 22’sine giren Niko Williams bitirir. Kökenleri Afrika’ya dayanan bu iki genç, İspanya için bir gurur kaynağı olurlar.
Akabinde dalga dalga İngiltere’nin üzerine gelir İspanyollar, ancak bir türlü fişi çekecek ikinci golü bulmazlar. Tabiatıyla, futbolun şaşmayan kuralı devreye girer; atamayan, yer! İngiltere beraberliği sağlar. İspanya bir ara yalpalar ama sonra toparlanır ve İngiltere’yi tekrar abluka altına alır. Oyarzabal bitime az bir süre kala attığı golle, hesabı uzatmalara ve penaltılara bırakmaz. Southgate, bir kez daha kaybeder ama bu kez daha az ıstırap duyar.
Futbolun adaleti!
Maçtan sonra İngiliz hoca, kendine uzatılan mikrofonlara, İspanya’nın kupanın en iyi takımı olduğunu, finalde de çok iyi bir futbol sergilediklerini ve şampiyonluğu sonuna kadar hak ettiklerini söyler. Herkesin duygularına tercüman olur.
Gerçekten de sağından soluna, sıkı taraftarından göz ucuyla bakanına, uzmanından müptelasına herkes, ilk gününden son gününe kadar kupaya İspanya’nın futbolu damga vurduğu ve şampiyonluk tacının İspanya’nın hakkı olduğu noktasında hemfikirdi. Böylesine bir uzlaşı, futbolda çok rastlanılır bir şey değildir!
De la Fuente’nin talebeleri, sürekli savunma ile hücum arasında estetik bir denge kuran, aklı hep golde olan ve göze hoş halen bir top oynadılar. Rakiplerine saygı duydular, skoru almak için çirkefleşmediler, oyunu çirkinleştirmediler. Aksine hep daha iyiyi inşa etmenin çabası içinde oldular. Güzel oyunla kazanırken, tribünlerde ve ekranlarda kendilerini takip edenlerden seyirlerine zevk kattılar.
Dolayısıyla Boğaların zaferi, futbolun geleceği için de iyimser olmamıza bir vesile oldu. İspanya kazanınca futbol da kazandı; bir başka ifadeyle İspanya kazanınca biz de kazanmış sayıldık!
Avrupa semalarına İspanya’nın renkleri hâkim olurken, ondan birkaç saat sonra Amerika da Arjantin’in Mavi-Beyaz’ına boyandı. Copa America’da Tangocular, üst üste ikinci, toplamda 16. şampiyonluklarına ulaştılar. Messi’nin son Copa America’sıydı. 17 sene önce bir leğende başını yıkadığı Yamal “en iyi genç futbolcu” unvanıyla Almanya’ya mührünü basarken, efsane Messi de, olması gerektiği gibi efsane bir sonla noktayı koydu. 2007’de Barça tesislerindeki o leğenden, aynı gecede iki kıtanın en büyük kupaları çıkmış oldu. Ne büyülü bir leğenmiş!
Almanya’da olduğu gibi Amerika’da da kupa, onu hak edene gitti. (Lionel Scaloni’nin, altı yıldır başında bulunduğu Arjantin’de elde ettiği tekrarı zor başarı, ayrı bir yazı konusu. Bir gün onu da konuşuruz.) Futbolun her zaman böyle adaletli olmadığını biliriz. Zaten futbola sonuçlara bakarak bir değer biçmeyiz. Bazen yüreğimizi yaralasa da biz onu her haliyle severiz.
Lakin bir de, oyun güzel ve neticeler de adil olunca, işte o vakit futbol, tadından yenmez olur. Euro 2024 ve Copa America’da olduğu gibi!
Velhasıl 2024, güzel ve adil bir oyun dilenenler için bereketli bir sene oldu; darısı diğer senelere…