Amerika’nın en ünlü siyah yazarlarından James Baldwin, İstanbul’a ilk gelişinin tek sebebi New York’ta tanıştığı tiyatro oyuncusu arkadaşı Engin Cezzar’ın daveti değildi. Baldwin, 1961 yılında resmi konuk olarak 13 yıl önce yeni kurulan İsrail’e çağrılmıştı. Bu gezi 37 yaşındaki yazar için oldukça heyecan vericiydi. Holokost sonrasında bir Yahudi ulus devletinin kurulmasına önem veriyor, geçmişten o güne değin siyahların yaşadığı ayrımcılıkla Yahudilerin yaşadığı tarihsel acıları karşılaştırıyor, siyahların yoğun yaşadığı Harlem’i anlatırken “getto” tabirini tercih ediyordu. Amerikalı siyahların aksine Yahudilerin özgür olduğu, kendi kaderini tayin etme hakkını kullandığı bir devlet kurulması ümidi içerisindeydi. Fakat Baldwin İsrail’de umduğunu bulamadı. Kontrol noktaları, dikenli teller, sınırlar Baldwin’in canını sıkmıştı. Henüz net bir şekilde İsrail’i eleştirecek, Filistinlileri destekleyecek o ateşli cümleleri bulamamıştı, fakat geziden hemen iki yıl sonra Harper’s Magazine için yazdığı makalesinde huzursuzluğunu çok net bir şekilde ifade etmişti:
“Bir sınır çizgisi görmeden beş dakika dahi yürüyemiyorsunuz. Kudüs’te bir tepeye çıkıp Arap-İsrail sınırına baktım. Çok ürkütücü bir şey vardı. Kalbimi kıran, çok çılgın bir şey hissettim. Ve tabii ki ülke dışında – ve hepsinden önemlisi ülke içinde – yaşanan tüm bu Arap meselesi, insan hayatına, doğruya ve yanlışa, şu anda kendimi içinde bulduğum topraklar kadar köşeli bir bakış açısı edinmeme sebep oldu.”
Baldwin Filistinlilerin yaşadığı zulmü, sürgünü ve yerlerinden edilmelerinden açıkça bahsetmemiş olsa da Yahudilerin yıllar sonra kavuştukları bu ulus devlet hayalinin birilerinin kabusu olacağını önceden tahmin etmişti. Baldwin normalde İsrail’den Afrika’ya geçmeyi planlamıştı. Fakat hem parası azalmış hem de içi sıkılmıştı. New York’tan tanıdığı Engin Cezzar’ın daveti cazip gelmiş ve kendisini bir anda İstanbul’da bulmuştu. Robert Kolej ve Yale Üniversitesi Tiyatro bölümünden mezun olan Engin Cezzar, Actors Studio’da oyuncuyken Baldwin’in Giovanni’s Room (Giovanni’nin Odası) romanından uyarlanan bir tiyatroda başrolü canlandırmış yetenekli bir aktördü. Engin Cezzar, 1957 yılında Türkiye’den ABD’ye okumaya giden 22 yaşındaki bir tiyatro oyuncusu olarak Baldwin’in iki eşcinsel çiftin aşkını anlattığı oyundaki yeteneğiyle Baldwin’in hem takdirini hem de dostluğunu kazanmıştı.
Baldwin, İstanbul’da Engin Cezzar’ın yine Robert Kolej mezunu tiyatro oyuncusu partneri Gülriz Sururi tarafından ağırlandı. Şehirdeki en yakın dostları Zeynep Oral, Cevat Çapan, Yaşar Kemal gibi İstanbul kültür camiasının tanınmış isimlerdi. 1961’de birkaç aylığına geldiği İstanbul’da yine ırklar arası ilişkileri ve eşcinsel aşkı anlattığı Another Country (Başka bir ülke) romanını tamamladı. İstanbul, artık Baldwin’in “nerede olduğunu ve yapması gerektiğini anlamak, yeniden başlamak için durmak ve hiçbir şey yapmamak” için geldiği bir kaçış noktasına dönüşmüştü. Hem çalışmalarına odaklanmak evine kapanabilecek yalnız, hem de çok hareketli bir İstanbul sanat camiasının merkezinde olacak kadar kalabalıktı. İstanbul’un Doğu-Batı, Müslüman-Hıristiyan sentezi bir şehir olmasına bayılmıştı.
Elbette Türkiye’de de her şey güllük gülistanlık değildi. Tatil için gittiği Erdek’te eşcinsel olduğu için dövülmüş, birçok solcu arkadaşıyla Kürt meselesi üzerine tartışmıştı. Gülriz Sururi’nin anlatımına göre, Baldwin ABD’deki siyahlarla Kürtlerin Türkiye’deki durumunu benzetiyor, birçok arkadaşını bu konu üzerine düşünmeye zorluyordu.
Yine de her şeye rağmen ABD’deki sistematik siyah ayrımcılığı Türkiye’de yoktu, birçok Amerikalı siyah sanatçı, diplomat ve aktivist segregasyondan kaçmak için soluğu İstanbul’da alıyordu.
Türkiye’deki lakabı “Arap Jimmy” olan Baldwin, İstanbul’da 10 sene yaşadı. Kendi deyimiyle “Türkiye hayatını kurtarmış”, Amerika’daki sistematik ırkçı tartışmalardan uzaklaşmasını, “ABD’ye dışarıdan bakıp nefes almasını” sağlamıştı. Baldwin için ABD her açıdan zordu. Hem silahlı şiddeti savunan radikal siyahlarla hem de kendisiyle diyaloğa girmeyen ırkçı ve homofobik beyazlarla arası kötüydü. Martin Luther King Jr. gibi pasifist insan hakları savunucularının mirasını yaşatmaya çalışıyor, toplumsal diyalog çağrısını yineliyordu.
Martin Luther King Jr.’in suikaste kurban gitmesinin ardından Baldwin’in iyimserliği de kayboldu, dili de sertleşti. Sömürgecilik ve kolonicilik literatürüne daha sık atıf yapıyor, Harlem için artık getto değil, işgal edilmiş topraklar tabirini kullanıyor, Batı sömürgeciliğini çok sert bir şekilde eleştiriyordu. Artık İsrail konusunda da çok daha netti. Bu hafta 100 yaşına giren ABD Başkanı Jimmy Carter tarafından BM Daimi Temsilcisi olarak atanan MLK Jr.’nin yakın çalışma arkadaşlarından Andrew Young’ın Filistin Kurtuluş Örgütü BM Temsilcisi Zuhdi Labib Terzi ile görüşmesi üzerine görevden alınmasına bu nedenle sert bir şekilde tepki göstermiş, The Nation dergisinde “Yeniden doğmak için açık mektup” adlı bir makale kaleme almıştı:
“İsrail devleti Yahudilerin kurtuluşu için kurulmadı; Batı’nın çıkarları için kuruldu. Artık bu net (benim için her zaman net olduğunu söylemeliyim). Filistinliler otuz yılı aşkın bir süredir İngiliz sömürgeciliğinin “böl ve yönet” politikasının ve Avrupa’nın suçlu Hıristiyan vicdanının bedelini ödüyor.
Son olarak: Filistinlilerle ilgilenmeden Avrupa’nın küstahça Orta Doğu dediği yerde (Hindistan’a bir geçit bulma konusunda bu kadar başarısız olan Avrupa nereden bilsin) barışı tesis etme umudu kesinlikle -tekrar ediyorum: kesinlikle- yoktur. İran Şahı’nın çöküşü sadece samimiyetsiz Carter’ın “insan hakları” konusundaki endişelerinin derinliğini ortaya çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda İsrail’e kimin petrol ve İsrail’in kime silah sağladığını da ortaya çıkardı. Hecelemek gerekirse, bu beyaz Güney Afrika oldu.”
Baldwin artık Apartheid Güney Afrikası ve İsrail’i işbirliğiyle suçluyor, Amerikalı Yahudilerin İsrail’e silah yollarken, siyahların Güney Afrika’daki siyahlara yollayamamasını eleştiriyor, İsrail’deki Filistinlilerin çektiği zulmü açıkça dillendiriyordu.
Baldwin, Türkiye’den sonra Fransa’ya yerleşti. 63 yaşında vefat edene kadar Fransız Riviera’sındaki küçük bir Ortaçağ köyü Saint-Paul-de-Vence’de yaşadı. Ne ABD’deki eşcinsel hareketin AİDS aktivizmiyle birlikte ana akımlaştığını ne de Demokrat Parti’nin sol kanadının İsrail eleştirilerini siyasetin merkezine taşımasına ne de Obama’nın ilk siyah başkan seçilmesine şahit oldu.
Baldwin’in erken vefatından sonra da Amerikalı siyah yazarları etkilemeye devam etti, kitapları ve sözleri unutulmadı. Baldwin’in paltosundan Maya Angelou ve Toni Morrison gibi birçok siyah yazar çıktı. Fakat çocuklarıyla birlikte kölelikten kaçan bir kadını konu alan şiir tadındaki “Beloved” (Sevilen) romanının Pulitzer ödüllü yazarı Toni Morrison’a göre “James Baldwin’in ölümünden sonraki entellektüel boşluğu dolduran kişi hiç şüphesiz” Ta-Nehisi Coates’ti.
Ne tesadüf ki Ta-Nehisi Coates de James Baldwin gibi kısa süren bir İsrail gezisinin ardından sadece siyah haklarına değinmekten vazgeçmiş çok sert bir İsrail eleştirisi yapmaya başlamış, gerçek anlamda James Baldwin’in tahtına talip olmuştu.
İsrail’i eleştirmek belki James Baldwin’in başını pek ağrıtmamıştı ama 49 yaşındaki Ta-Nehisi Coates düne kadar sadece siyah haklarından bahsettiği için kendisini alkışlayan, ödül veren elitleri ve merkez medyayı konu İsrail’e gelince bir anda karşısında bulmuştu.
Falih Rıfkı Atay’lıktan Halide Edib’liğe
Ta-Nehisi Coates, 1975’te siyahların çoğunluk olduğu Baltimore kentinde dünyaya geldi. Siyah bir çocuk olarak çok şanslıydı. Zira babası önemli siyah yazarların baskısı tükenen eserlerini basan Black Classic Press yayınevinin sahibi bir insan hakları savuncusuydu.
Ta-Nehisi, Antik Mısır dilinde siyahların yoğun yaşadığı Nubia’yı tarif etmek için kullanılan “siyahların diyarı” anlamına gelen isminin hakkını verecek şekilde çocukluğundan itibaren babasının bastığı siyahlara ilişkin bütün kitapları okudu. Amerikalı siyahların yaşadığı sistematik ayrımcılığa, ünlü siyah yazarların hayatına ve siyahların tarihine merak saldı. Annesi her yaramazlık yaptığında ceza olarak bir şeyler yazmasını istediği için de küçük yaştan itibaren eli kaleme ısındı. Yazarlığa çok erken başladı.
Kamala Harris’in de mezun olduğu siyahların entellektüel “Mekke”si olarak anılan ve sadece siyahların girebildiği Howard Üniversitesi’nde bir süre okuduktan sonra gazetecilik yapmak için üniversiteyi terk etti. Kolları sıvadı ve bildiği en iyi şeyi yapmaya başladı: Hiç durmadan yazdı, daha doğrusu kendi hikayesini kaleme aldı.
“The Beautiful Struggle” (Güzel mücadele) adlı ilk kitabında çocukluğunu anlattı. Siyah bir çocuk olarak Baltimore’da nasıl büyüdüğünü, siyah hareketi içerisinde önemli bir entellektüel olan babasını yazdı. Kitap 2008 yılında yayınlanmıştı. 2008 Amerikalı siyahlar için tarihi bir yıldı. Barack Obama ülkenin ilk siyah başkanı seçilmiş, siyahların belki de ilk kez siyasete ve sisteme olan inançları uzun zaman sonra yeniden yeşermişti. Ta-Nehisi tam olarak böyle bir dönemde yeni bir siyasi atmosferin adeta “başyazarlarından” biri oldu. Liberal müesses nizam The Atlantic dergisinde Obama çiftinin profilini, kampanyasını, siyahların yaşadığı tarihi haksızlıkları anlatan dikkat çekici makaleler yazıyordu. Yazdığı yazılar ses getiriyor, gündemi belirliyor, yeni bir siyah orta-üst eğitimli sınıfı Amerika’ya tanıtıyordu.
Ta-Nehisi, adeta Demokrat Parti’nin Falih Rıfkı Atay’ı olmuştu. 2014 yılında siyahlara geçmişteki kölelik uygulamaları nedeniyle geriye dönük tazminat ödenmesi gerektiğini savunduğu iki senelik bir emeğin ürünü “The Case for Reparation” makalesi Demokrat Partililerin siyasetini doğrudan etkilemişti. Makalenin ardından Demokrat Partililer yasa tasarıları hazırlamış, birçok siyasetçi bu fikri savunmaya başlamış, parti içinde yoğun bir tartışma yaşanmıştı. Ta-Nehisi hem savunduklarıyla yeni bir düzenin ipuçlarını veriyor hem de bu düzeni şekillendiriyordu. 2015’te çıkan “Between the World and Me” ise bir başka ses getiren eseri oldu. Ta-Nehisi, Baldwin’in yeğenine hitaben yazdığı “The Fire Next Time” kitabından esinlenerek oğluna yazdığı mektup tarzındaki bu kitapla “Amerika’da siyah olmak” temasını ele aldı ve kamu düzeninden, eğitim sistemine, polis teşkilatından siyasete siyahlara yönelik sistematik ayrımcılıklarla nasıl mücadele edilebileceğini anlattı. Pulitzer ödülü kazanan kitap Toni Morrison başta olmak üzere birçok yazarın dikkatini çekti, Ta-Nehisi’nin imza kitabı oldu.
Özellikle Trump’ın yükseldiği ve Obama’nın görevi bıraktığı 2015’in en çok konuşulan kitabıydı. Ta-Nehisi, siyahlar hakkında yazdığı kitaplar ve makalelerle Obama döneminin başlangıç ve bitiş ruhunu yansıtmış, neredeyse bütün kanalların ve söyleşilerin aranan yüzü olmuş, Kongre’den kitap tanıtım toplantılarına bütün ABD’yi gezmiş, Marvel’in Black Panther serisinin yazarlarından biri olmuş, bir zamanlar terk ettiği Howard’da yazarlık dersi vermeye başlamıştı.
Ta-Nehisi, Barack Obama ve çevresi ile de sık sık görüşmüş, farklı düşündüğü hususlarda eleştirilerini sarf etmek, Obama’nın daha cesur olmasını desteklemekten de çekinmemişti. Bir nevi Obama’nın yapmak isteyip de çekindiği konularda öncü yazılar kaleme alarak kamuoyunun nabzını yoklamıştı.
Ta-Nehisi büyük ihtimalle İsrail’i karşısına alma cesaretini göstermese yolu kendisiyle aynı okuldan, Howard’dan geçmiş ilk siyah kadın başkan adayı Kamala Harris’in kampanyasında bugün de etkili olabilir, medyada alkışlarla karşılanabilirdi. Fakat Ta-Nehisi, 2023 yazında Howard’daki öğrencilerine “nasıl yazar olunur?” sorusunun cevabını vermek için bir gezi ve anı kitabı kaleme aldı, işgal altındaki Filistin’e giderek İsrail “gerçeğiyle” yüzleşti.
Maalesef Ta-Nehisi’nin yüzleştiği gerçek sadece İsrail’in bir apartheid rejimi olması değil, aynı zamanda İsrail’i eleştiren Amerikalıların hedef haline dönüştürülmesi ve sistemden itilmeye çalışılması da oldu. Ta-Nehisi, durduk yere Filistin’i gündemine alarak müesses nizamdaki konumunu sarsmış, “The Message” kitabının yayınlandığı 1 Ekim’den bir önceki gece Falih Rıfkı Atay’ken ertesi sabah kendisini birden Halide Edip olarak bulmuş, neredeyse entellektüel bir sürgüne gönderilmiş, “istenmeyen radikal yazar” ilan edilmişti.
76 yıllık Apartheid’i anlamak için 10 günlük gezi
Ta-Nehisi Coates’in hayatını değiştiren etkinlik 2008’den beri Batı Şeria’da düzenlenen Filistin Edebiyat Festivali’ydi. Festival komitesi, uzun zamandır her yıl yabancı yazarları çağırarak Batı Şeria’yı gezdiriyor, edebiyat ve Apartheid rejimi temalı paneller düzenliyor. Ta-Nehisi, 2023 yazında bu festivalin konuğu oldu ve 10 gün boyunca Batı Şeria’yı gezdi. Hem İsraillilerle hem de Filistinlilerle tanıştı, Holokost müzesinden Batı Şeria’daki dikenli telli geçiş noktalarına bir Apartheid rejiminin hızlı bir röntgenini çekti.
Ta-Nehisi bu gezisinden sonra kaleme aldığı “The Message” kitabında eski köle ticaretinin merkezlerinden Senegal, kitabının yasaklandığı South Carolina eyaleti ve Filistin’de gördüklerini yazmış; bir yazarın amacının dünyayı değiştirmek olması gerektiği mesajı üzerine bütün kitabı kurgulamıştı.
Ta-Nehisi’nin Filistin’e gitmesindeki esas amaç ise 2014’te yazdığı siyahlara yönelik tazminat verilmesi gerektiğini ileri sürdüğü makalesindeki İsrail örneğiydi. Almanya’nın İsrail’e Holokost sonrası verdiği tazminatı iyi bir örnek olarak gösteren Ta-Nehisi kitap tanıtım toplantılarında Filistinli göstericilerin tepkisine maruz kalmış, bu tazminatın doğrudan mağdurlara değil Filistinlileri yerinden eden İsrail devletine verildiği kendisine haykırılmıştı. Ta-Nehisi bunun üzerine İsrail hakkında yazarken hiçbir Filistinli’den fikir almadığını fark etmiş ve 10 sene sonra bu açığı kapamak için festival komitesinin teklifini kabul etmiş, Batı Şeria’ya gitmişti.
Batı Şeria’daki bir sokağın girişinde oğlu yaşındaki siyah bir İsrail askeri kendisini durdurmuş ve dinini sormuş, ancak Ta-Nehisi’nin ailesinin Hıristiyan olduğunu duyunca geçmesine izin vermişti. Ta-Nehisi, Filistinlilerin İsrail işgali altında oy kullanamadıkları, kendi devletlerine sahip olamadıkları, evlerine giderken dahi dikenli tellerden, duvarlardan geçtikleri, kendi vatanlarında belirli sokaklara, yerlere girmelerinin yasaklandığı bu düzenin siyahların ikinci sınıf vatandaş olduğu Jim Crow dönemi ABD’ye, Apartheid Güney Afrikası’na benzetmiş, James Baldwin’in aydınlanmasını yaşamış, siyahlarla Filistinlilerinin mücadelesinin ortak olduğunu fark etmişti. İsrail de birçok Batı ülkesi gibi kolonyal bir sömürü düzeni kurmuştu.
Ta-Nehisi Coates her zaman olduğu gibi yeni kitabını yakın ilişkiler kurduğu merkez medya turuna çıkarak tanıtmayı planlamıştı. Bu kapsamda ilk geniş söyleşisini New York Magazine’e verdi ve kitabındaki en çarpıcı gözlemlerini çok açık bir dille aktardı.
Ta-Nehisi’nin ana argümanı, İsrail-Filistin meselesinde ABD medyasının İsrail tarafında olduğu, hiçbir Filistinli gazetecinin, sunucunun ana akımda yer almadığı ve bütün olayların İsrail perspektifiyle aktarıldığıydı.
Ta-Nehisi, birçok kişi tarafından eleştirildiği üzere Hamas’tan, Gazze’den ve 7 Ekim’den neredeyse tek kelime bahsetmemişti. Hem bu olayları bizzat yerinde gözlemleme şansı yoktu hem de İsrail’in bakış açısının fazlasıyla ABD’de temsil edildiğii düşünmüştü. ABD için en aykırı çıkışı ise 7 Ekim değerlendirmesiydi. Ta-Nehisi 7 Ekim’i 1830’larda siyah kölelerin beyaz sahiplerin çocuklarını ve ailelerini katlettiği isyanlardan birine benzetmişti:
“Eğer 1830’larda köleleştirilmiş olsaydım ve Nat Turner’ın isyanı gerçekleşmiş olsaydı. Ben de bunu kınayan insanlardan biri olurdum. Ama Nat Turner bir bağlam içinde gerçekleşti. Diğer bir yanım da şunu söylüor: Gazze’de, abluka altında ve açık hava hapishanesinde büyüseydim ve lösemi hastası küçük bir kız kardeşim olsaydı ve tedaviye ihtiyacı olsaydı ama babam ya da annem doğru kartı çıkaramadığı için tedavi olamasaydı ne yapardım? Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Kardeşim duvara çok yaklaştığı için vurulsaydı ne yapardım? Amcam balıkçı olduğu için çok uzağa gitmiş olsaydı ve vurulsaydı ne yapardım? Ve eğer o duvar yıkılsaydı ve ben o duvardan geçseydim, kim olurdum? Şöyle diyen kişi olurdum diyebilir miyim, ‘Hey, çocuklar, durun. Bunu yapmamalıyız’ diyen kişi olur muydum? Bu ben olur muydum?”
Ta-Nehisi, Filistin için gösteri yapan üniversite öğrencilerinin de radikal pankartlarını kınamayı reddetmişti: “Columbia’daki o çocuk, hangi aptalca şeyi söylerse söylesin, hangi sloganı kullanırsa kullansın, Pulitzer Ödülleri ve Ulusal Dergi Ödülleri kazanmış, en donanımlı ve güçlü gazeteciler olan bazı o. çocuklarından ahlaken daha doğru yerde duruyor.”
Ta-Nehisi’nin adaylık kurultayında bir Filistin kökenli Amerikalı Demokrat Partili’nin beş dakika konuşmasına dahi izin vermeyen ve İsrail’e silah sevkiyatına devam eden Kamala Harris’e yönelik tepkisi ise çok daha sertti: “Siyahların mücadelesinin nihayetinde, temelinde gerçekten de sadece dar siyah çıkarlarıyla hapsolacağına dair derin bir korkum var. Bunun en ünlü düşünürlerimizin dünyaya anlattıkları geleneğe uygun olduğunu düşünmüyorum. Martin Luther King’in siyahların mücadelesi hakkında böyle düşündüğünü sanmıyorum. Du Bois’in siyahların mücadelesi hakkında böyle düşünmediğini biliyorum. Baldwin’in siyahların mücadelesi hakkında böyle düşünmediğini biliyorum. Eğer Kamala Harris ilk siyah kadın başkanımız ve ilk Güney Asyalı başkanımız olursa ve apartheid rejimi olan bir devleti savunmak için soykırım yapmak üzere 2,000 kiloluk bombalar ihraç etmeye devam ederse, burada oturup başımı sallayarak sadece ‘Bu talihsiz bir durum’ diyemeyeceğim. Kalan zamanımda ve elimdeki yazılarla buna izin vermemek için elimden geleni yapacağım, çünkü bana göre aksi durum esas (sadece siyah haklarına odaklanmak ve İsrail’i eleştirmemek) siyahların mücadelesinin varoluşsal bir ölümü olur.”
Ta-Nehisi, ortalama bir Amerikalı liberal için oldukça radikal kaçan bu açıklamaları yaptıktan ve Filistinlilerin bakış açısını yansıtan bir kitap yazdıktan sonra anaakım medyada pek hoş karşılanmadı. Yeni kitap çıkaran yazarların “pohpohlandığı” CBS Mornings sabah programına konuk olan Ta-Nehisi, altı dakikalık programın tamamında İsrail’i savunan sunucu Tony Dokoupil’in sözlü saldırısına maruz kaldı. Dokoupil, diğer konuklara yapmadığı şekilde Ta-Nehisi’nin kitabını çok sertçe eleştirdi, kitapta yazar ismi ve kapak olmasa “radikal bir eylemcinin sırt çantasındaki bir kitap” olduğunu söyledi ve neden İsrail’in bakış açısının, Hamas’ın kitapta olmadığını sordu. Dokoupil’e göre Ta-Nehisi sadece İsrail’i eleştirmiş ve neden sadece bir “Yahudi” devletini eleştirdiğini açıklayamamıştı. Sunucunun stratejisi oldukça netti. Ta-Nehisi’nin bir sürü devlet arasından İsrail’e odaklanmasının antisemitist bir tutum olduğunu ima ediyordu.
Ta-Nehisi’nin cevabı da netti: “Bir Yahudi devletinin beni rahatsız eden hiçbir yanı yok. Nerede olursa olsun etnokrasi (etnik hiyerarşi) üzerine inşa edilmiş devletler fikri beni rahatsız ediyor.”
Ta-Nehisi’nin CBS performansı öfkeli sunucunun saldırısıyla iyi sonuçlanmamıştı. Fakat İsrail’i en çok eleştiren Amerikalı Yahudilerden Jon Stewart’ın talk-show’unda çok uzun ve sakin bir konuşma yaptı, Stewart’ın sorularıyla fikirlerini daha da iyi açtı. Stewart kendisine “Korkmuyor musun?” diye sorduğunda ise cevabı yine her zamanki netti: “Başıma gelebilecekler Filistinlilerin çektiklerinin yanında hiçbir şey sayılmaz.”
Bir zamanlar medyanın aranan ismi Ta-Nehisi Coates artık New Yorker’dan sosyal medyaya kendisine “radikal”, “hayalperest” lakabını yakıştıran sert eleştirilerin muhattabı. Özellikle sağa yakın siyah yazarlar Ta-Nehisi’yi çok sert bir şekilde hedef alıyor, karikatürize ediyor ve antisemitizm ile suçluyor. Ta-Nehisi ise her seferinde esas meselenin Yahudi kimliği değil, Apartheid devleti olduğunu, Holokost’u yaşamış bir halkın başka bir zulme ortak olma zorunluluğu olmadığını, bir zamanların kurbanlarını yarının faillerine dönüşebileceğini vurguluyor. Kitabı yayınlanır yayınlanmaz başlayan çamur atma yarışını sakince suyu berraklaştırarak kazanmaya çalışıyor.
Ta-Nehisi şimdi ne yapacak?
Ta-Nehisi Coates, neredeyse bütün kanallara çıkıyor, gazetelere demeç veriyor. Popüler bir yazarın yeni çıkan kitabı için rutin bir tanıtım turu bu. Fakat kendisini övenler artık az, eleştirenler çok. Dokunulmaz bir alana girdi. Son zamanlarda İsrail lehine en ateşli yayınları yapan eski yayın organı The Atlantic’te şimdi istese eskiden olduğu gibi köşe yazarı olamaz veya The New York Times kendisine eskiden olduğu gibi yazarlık teklifi yapmaz, çekinir. Kamala Harris veya İsrail’i eleştirmeyen Demokrat Partililer artık Ta-Nehisi’yle yan yana gelirken daha ürkek olur, baş tacı etmez veya söylemlerine sık sık atıf yapmaz.
Ta-Nehisi İsrail’i eleştirerek ateşten bir gömlek giydi, itibarlı konumunu binlerce kilometre uzaklıktaki Filistinlilerin sesini duyurmak için feda etti. Ta-Nehisi maalesef bu sonuca katlanan tek Amerikalı değil. Daha geçen ay, İsrail’i ve siyonizmi eleştirdiği için Muhlenberg Üniversitesi kadrolu bir Amerikalı solcu Yahudi antropolog hocası Maura Finkelstein’i sosyal medya paylaşımları nedeniyle işten çıkardı. Finkelstein Filistin’e desteği nedeniyle işten uzaklaştırılan ilk kadrolü üniversite hocası oldu. Devamı gelebilir.
Yıllar önce kimliğine ve görüşlerine yönelik saldırılardan, baskılardan bunalan James Baldwin nefes alabilmek için soluğu İstanbul’da almış, en güzel dostluklarını bu şehirde kurmuş, en güzel metinlerini bu şehirde yazmıştı. 1960’ların İstanbul’u elbette homofobi, ırkçılık, otoriterlikten azade bir cennet değildi. Fakat Baldwin gibi birçok siyah Amerikalı için kendi ülkelerindeki baskıdan kısa süreliğine uzaklaşmak, yeniden başlamak için bir fırsattı.
Bugün Amerikan entellektüelleri; müesses nizamın, siyasetin ve elitlerin İsrail’e şerhsiz desteğine rağmen hâlâ kamuoyunun dikkatini çekebilecek özgün çıkışları yapabiliyor, tartışmalı metinleri yazabiliyor. Fakat kamusal alan günden güne daha da daralıyor, McCarthy dönemine nazaran çok daha az görünür, çok daha kibar ve steril bir “iptal kültürü” Filistin’i gündeme taşıyanların peşinden sinsice geliyor.
Yarın öbür gün Ta-Nehisi gibiler bunalırsa ve yeniden başlamak, Batı’ya uzaktan bakmak için Baldwin gibi soluğu alabilecekleri bir “İstanbul”a ihtiyaç duyarlarsa nereye gidecekler tahmin etmek zor. Belki de bu yüzden böyle bir “İstanbul”u inşa etmeye başlamanın tam zamanıdır.
İlgilisine öneriler:
- Ta-Nehisi Coates’in “The Message” başta olmak üzere yazdığı bütün kitaplar ve makaleler. Çok iyi bir kalemi var. Sade, şiir gibi ve özgün.
- James Baldwin’in İstanbul anılarını anlatan müthiş kitap: James Baldwin’s Turkish Decade- Erotic of Exile – Magdalena J. Zaborowska