Mülüman bakış açısından “dini” ve “dini olmayan (dindışı alan) ayırımı yoktur. Varlık Nefesürrahman’dır, kozmik, tabii ve beşeri olay ve olguların Allah’ın mutlak iradesi, bilgisi ve kutreti dahilinde cereyan etmektedir. Laik veya seküler (ya da profan) alan zihinsel bir kurgu, varlık-gerçeklik temeli olmayan bir varsayım, teorik bir inşadır.
Kimi insanlar Allah’ın muradına uygun veya aykırı hareket ederler ama insanların tümü –iyiler ve kötüler- Allah’ın iradesi, bilgisi ve gücü haricinde hareket edemezler.
Türkiye ve Suriye Kürt hareketi, kendini batı dünyasına bölgenin seküler temsilcisi ve anti-İslamcı gibi gösteriyor olsa dahi, hakikat-ı halde Kürt meselesi dini bir meseledir.
Müdahil aktörler, hiçbir zaman dini kimlik ve inançlarını gizleme lüzumunu hissetmemişlerdir. Bölge üzerinde belirleyici etkisi olan Amerika’da siyaseti Hırisityan Evanjelikler ve Yahudi siyonistlerin belirlediği görmezlikten gelinemez. Yönetimde demokrat veya cumhuriyetçilerin olması sonucu değiştirmez. Evanjelikler ilhamlarını Yuhanna’nın kehanetinden almaktadırlar. Geçen ay (Mart-2025) Trump’ı ziyaret eden Amerika Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Elpidoforos, Trump’ı İstanbul’u kuran Roma imparatoruna benzetip bir de haç hediye etti ve “git ve zafer kazan” dedi. Trump, hediyeyi memnuniyetler kabul etti. Körfez Savaşı’nı başlatan Baba Bush, bunun bir “Haçlı savaşı” olduğuu söylemişti. 1986’da Libyayı bombalama emrini veren Ronald Reagen, saldırdan bir gün önce şöyle demişti: “Bu savaş İsmailoğullarını çölün derinliklerine sürünceye kadar devam edecektir.”
Düşünün ki dünyayı rehin alan Hıristiyan ve Yahudi siyonistlerin referansı kehanetlerdir. İsrail, motivasyonunu “seçilmiş halk ve “va’dedilmiş toprak”tan alan siyonizminini hiçbir zaman gizlemiş değildir. 7 Ekim 2023’te sistemli soykırım ve tehcir politikaları uygulayan İsrail Başbakanı Netanyahu, “Yeşu’nun kehanetinin gerçekleşmekte olduğunu” söylemişti.
Milli/ulusal çıkar veya küresel hegemonyaların tesisinde bir siyaset aracı olarak kullanılıyorsa da, yine de herşey “din” içinde cereyan etmektedir. Bir şeyin istismar edilmesi, o şeyin sahih özünün inkârına ve bir kenara itilmesine gerekçe teşkil etmez. Yapılması gereken şey Şeriati’nin deyimiyle “dine karşı din” mücadelesinde sahih dinin tarafında pozisyon almaktır.
Can yakıcı hal alan Kürt meselesi de “din-dışı sorun” değildir, özellikle Abdullah Öcalan’ın 26 Şubat 2025’te yaptığı çağrıdan sonra konuyu yeni bir paradigma içinden ele alma mecburiyeti vardır.
Cevabını arayacağımız soru şudur: Yeni bir paradigma filiz verirken “din”in rolü ne olacaktır?
Makro bakşla şunu tespiti yapabiliriz: İran ve Irak’ta Kürt hareketini yürüten kadrolar dinle kavgalı değildirler. Dört ülkede yaşayan Kürt halkı hala muhafazakar stilde dindardırlar Türkiye’de ve PKK ile bağlantılı PYD’nin hareketi yürüttüğü Suriye’de Kürt hareketinin ister silahlı unsurları ister siyasi temsilcileri genellikle ateist, sosyalist veya en azından belirgin olarak seküler milliyetçidirler, dinle hem kelami/felsefi hem sosyo politik düzeyde sorunları vardır. Suriye coğrafyasının 1/3’nü elinde tutan SDG, PYD’den ibaret değil, yüzde 90’ı Araplardan müteşekkil. Şamar ve Tay kabilelerine mensup Araplar ise ateist, sosyalist değildirler, Amerika’nın baskısıyla bir arada duruyorlarsa da, zaman zaman PKK-PYD’den şikayet etmektedirler, etnik olarak değil, din olarak aralarında muazzam uyuşmazlıklar bulunmaktadır.
Din dışı veya vurgulu sekülarizmi aynı zamanda politik ve stratejik bir değer olarak kullanan PKK-PYD’nin önder kadroları kendilerini batı dünyasına “Bölgenin en seküler örgüt ve İslamcılarla mücadele eden güç” olarak pazarlamaktadırlar. Bir bakıma batıya verdikleri mesaj şudur: “Arap, Türk ve İran İslamı’nın tehdidine karşı bölgede batılı modern-seküler değerleri Kürtler temsil etmektedirler.” Bu retorik, İsrail’in kendini pazarlarken kullandığı araçsal argümanla aynıdır.
Din bağlamında dört ülekede yaşanan sorunu öncelikle Türkiye Kürt hareketi çerçevesinde ele almamız gerektiği fikrine götürmektedir. Buna diğer sebep, sonuç itibariyle bölgede Kürt hareketinin alacağı şekil, biraz da Türkiye Kürt hareketinin hangi menzilde karar kılacağına bağlı görünmektedir.
Özellikle Türk hükümetinin 2016’dan başlamak üzere benimsediği “Milli ve yerli” resmi politikanın sonucunda, 1970’lerden bu yana Türkiye genel İslami/İslamcı akım ve politik hareketler içinde yer alan Kürt aydınlarının önemli bir bölümünü kopuş sürecine götürmiş, kopuş PKK veya HDP-DEM içinde pozisyon almaya dönüşmüş bulunmaktadır. Bunu, biraz da Meclis’e vekil olarak girmek isteyen bazı İslamcıların/muhafazakar mütedeyyin siyasetçilerin Kürt partilerinden vekil seçilip seküler Kürt partileri içinde siyaset yapmaları kolaylaştırmıştır. Bunun Kürt sorununa, İslamcılara dikkate değer bir fayda sağlayıp sağlamadığı sorulmaya değer, bunun hala bir kritiği yapılmış değil. Ne kadar mütedeyyin vekil olarsa olsun, Kürt partilerinde hakim siyaset, silahlı mücadeleyi esas alan Kandil’in onayı çerçevesinde yürütülen ateist/marxist yapıdır ki, belki fayda sağlar mülahazasıyla HDP’den vekil olarak Meclis’e giren rahmetli Kadir Yıldırım (öl. 2021), kısa zamanda bu yapı içinde siyaset yapmanın mümkün olmadığını, siyaseti yürütenlerin “düpedüz ateist” olduklarını yakınarak dile getirmişti.
Ancak dikkatli bir gözlem, bu tecrübenin (İslamcı veya mütedeyyinlerin) seküler/sosyalist Kürt hareketine belirgin bir dini aşı yapmadığını, aksine dindar ve zamanında İslamcı olan Kürt aydınlarını seküler Kürt milliyetçiliğine yakınlaştırdığını, dönüştürdüğünü göstermektedir. Dindar/İslamcı Kürt siyasetçi veya aydınların PKK-DEM’le kurduğu ilişkide ava giden avlanmış, seküler Kürt siyaseti dini ton kazanacağına aksine, dindar Kürtleri sekülerleştirmiştir. “Etnisite veya milliyetçilik” öne geçince din artık dünyevi sorunların çözümünde rol oynayan bir anlam ve yol haritası olmaktan çıkar, şu veya “din dışı” amacın önünde ayakbağı durumuna düşer.
Tam da bu durumdaki eski Kürt İslamcılar veya dindar aydınlar, yeni milliyetçi-seküler tutum alırken:
1. İslamcılığın ve hatta dinin Kürt hareketini zayıflattığını,
2. Din kardeşliğinin Türklerin lehinde Kürtleri uyuttuğunu/uyuşturduğunu,
3. Ümmet fikrinin hayal olduğunu (bu, Türk veya Arap milliyetçilerinin pek sevdiği iddiadır),
4. Yanlış ve sorunlu olsa da, önce bir Kürt ulus devletine sahip olduktan sonra, diğer bölge ülkeleriyle gerekirse birlik kurulabileceğini,
5. İslam dünyası üzerinde mutlak emperyalist baskı kuran ABD’nin Kürt hareketine verdiği desteğin değerli olduğunu,
6. Gazze’de soykırım uygulayan İsrail’in tabii müttefik olduğunu, artık Kürtlerin Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa gibi sorunlarının olmadığını,
7. Eğer Kürtlere bir ulus devlet kurmada yardımı ve desteği olacaksa Amerika’nın ve İsrail’in dost kabul edilebileceğini öne sürmektedirler.
Bu argümanları tek tek ele alıp üzerinde imal-i fikr edilebilir, edilmelidir.
İlk soru şudur: Doğru tanımlama (veya isimlendirme) yapmak gerekirse, Kürtleri “ne” olarak isimlendirmek mümkün? Halk mı, ulus mu, kavim mi?
Aynı suali Arap, Türk, Fars, Peştun, Beluc, Berberi vs. nüfus için de sorabiliriz.
Benim paradigmatik cevabım şudur:
a. Kürtler, diğerleri gibi bir kavimdirler
b. Kürt kavmi Müslüman dünyanın/ümmetin bir parçasıdırlar
c. Kürtlerin yaşadığı coğrafi bölge, Darul’l İslam’ın bir parcçasıdır
d. Kürtler de, diğer kavimler gibi aynı haklara sahiptirler. Ne eksik, ne fazla!
Belirtmek gerekir ki Müslüman Dünya’da sadece bir veya iki değil, birden fazla sorun yaşanmaktadır. Sorunlar arasında özde mahiyet birliği var, farklılık surette ve şiddetin derecesindedir. Buna göre Kürt sorunu da İslam dünyasının tamamında yaşanan 10 çatışmadan biridir. Bunlar da:
- Din müntesipleri arasında çatışma
- Mezhep mensupları arasında çatışma
- Etnik gruplar arasında çatışma
- Ülkeler arası çatışma
- Yöneten-yönetilen arasında çatışma
- Yoksul-zengin arasında sınıfsal çatışma
- STK’lar-Cemaatler arası çatışma/Cemaat içi çatışma
- Laik-anti laik çatışması (Yaşama biçimi anlaşmazlığı)
- Kadın-erkek arasında çatışma
- Ulusal ahali ile muhacirler arası çatışma
Şimdi buradan baktığımızda mesele artık vuzuhiyet kazanmış bulunmaktadır, yeryüzü ölçeğinde temel bir paradigma değişikliği yaşanırken, bölgemizdeki olay ve olguları anlamada ve çözüm arayışında ne türden bir paradigma değişikliğine getmemiz gerektiği konusu da artık karmaşık olmaktan çıkmış bulunmaktadır. Bizim ilk günden savunduğumuz paradigma arayışında Öcalan’ın çağrısı “seküler-dindar Kürt milliyetiçleri”nin dikkate alıması gereken bir pencere açmıştır. Bu çerçeveden konuya bakmaya devam edeceğiz.
Bunlar veya başka sorunlar, din(ler) hesaba katılmadan, İslam bakış açısı kelami ve fıkhi sağlam bir zemine oturtulmadan çözülmeyecektir.Yahudi-Hıristiyan veya deist siyasetler çizilirken din, inanç ve felsefe belirleyici rol oynarken, Müslümanların, İslam’a referans vermelerinin suç ve ayıpmış gibi takdim edilmesi ahlaki ikiyüzlülüktür.