“Sosyolojik bir gerçek” ifadesini kullanırken bana da artık bir bıkkınlık geliyor zira Türkiye sosyolojisi hakkında herkesin fikir sahibi olması sorun olmasa da bu fikirlerin gerçeklikle alakası olmamasının rahatsızlığını iliklerime kadar hissediyorum.
Allah iliklerimizi korusun ama şöyle bir sosyolojik gerçekliğimiz var; Türkiye sosyolojisini oluşturan şartlardan biri de yönetici kadroların topluma biçtiği rol ve onlara yönelik davranışlarıdır. Türkiye uzun yıllar boyunca devlet benim şeklinde davranan yönetici kadroların değerli, halkın ise devlet, kurumlar, ülke sıralamasında en son sırada yer aldığı, halkın maalesef yönetici kadrolar tarafından baskılandığı ve aşağılandığı dönemlerden geçti. En basit örnek olarak darbelere bakın, halkın iradesine yönetici kadrolar tarafından herhangi bir saygı duyulsa bu kadar darbe olur muydu, bu kadar parti kapatma davası açılır mıydı, darbe anayasası ile devam edilebilir miydi? Vesaire, vesaire…
AK Parti’nin ilk on yılında, o baskılanan, değersiz hissettirilen, hatta aşağılanan halk, birden kutsal halk muamelesi görmeye başladı. Ve bu sadece sözlü değildi, ekonomik, siyasi, toplumsal olarak halka değerli olduğunu, kutsal vatandaş olduğunu hissettiren bir parti oldu AK Parti. Ancak son on yılda iktidar parça parça bu politikasını terk etti. Kutsal vatandaş siyaseti neredeyse sadece sözde kaldı uygulamada ne siyasi, ne ekonomik ne de toplumsal olarak o değeri, o kutsallığı göremedik. İktidar halkı unuttu ama halk ona bir dönem belki de ilk kez değer veren yöneticileri unutamıyor. Zaten bu nedenle de temel ihtiyaçlarını karşılamakta dahi zorlanan kesim, enflasyonun, işsizliğin müsebbibi iktidardan vazgeçemiyor. “Dün doktorlar bize hakaret ederdi, bugün biz doktor dövebiliyoruz” ifadesi anlattıklarımın en net örneğidir.
Türkiye’de kurumsal, siyasi ve halk nezdinde anlamasak da çok ciddi bir enflasyon var. Açlık sınırında (Açlık sınırı 9500 TL) ve hatta onun da altında yaşayan binlerce insan var. Geçtiğimiz haftalarda hatırlarsanız, kredi kartlarından nakit avans çekilmesi durduruldu, olayın faili merkez bankasıydı, buna rağmen iktidara operasyon yapılıyor savunmasına geçildi, seçim arasında bahsettiğim yoksul kesimler bu durumdan olumsuz etkilenmesin diye değil, sandıkta yüzleştiği gerçeğin karşılığını vermesin diye 24 saatten kısa sürede bu uygulamadan vazgeçildi.
Hem seçim sürecinde olduğumuz için hem de ülkedeki ekonomik problemler, görmek istemeyenler dışında herkes tarafından artık net biçimde görüldüğü için muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, kendileri iktidar olursa dar gelirli vatandaşın kredi kartı borçlarının hazineye devredileceği vaadinde bulundu.
Kılıçdaroğlu’nun seslendiği kesim dar gelirli ve yoksul, ay sonunu getiremeyen, aylık bütçesi sürekli açık verdiği için kredi kartı borçlanması ile ay sonunu getirmeye çalışan ve sayıları hiç de az olmayan bir kesim.
Kılıçdaroğlu’nun bu seçim vaadinden sonra, iktidar lehine bu vaatlere yapılan eleştirilere bakınca, işte dedim kutsal vatandaş efsanesinin sonuna geldik ve bunu muhalefet değil, iktidar yanlıları kendi ağızları ile deklare ediyorlar.
Yoğun eleştiriler şu şekildeydi; size mesaj gönderip kredi kartı borçlarınızı sileceğini söyleyen dolandırıcılara inanmayın, elalemin keyfinden yaptığı borçları devlet, halk niye ödesin… Tabi görülmeyen şöyle bir gerçek var, Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre “Ocak 2023 itibarıyla bireysel kredi veya bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı 144 bin kişi. Bireysel kredi kartlarını da içeren bireysel kredilerde tasfiye olunacak alacaklar bir önceki yıla göre yüzde 19 artış ile 33,9 milyar TL olmuştur.”
Resmi rakamlara göre çok sayıda insanın kredi borcu var, bunların bir kısmı elbette müsrifliğe dayalı borçlar olabilir ancak aynı zamanda burada yoksulluk nedeniyle kredi kullanan ve yokluk nedeniyle borcunu ödeyemediği için yasal takibe takılan binlerce insan var. Kılıçdaroğlu ile dalga geçmeden önce bu kadar sayıda insanın borcunu ödeyemeyecek hale neden geldiğini elbette soracak değiller ama sormak gerekiyor ve sorayım, Kılıçdaroğlu ile dalga geçtiğini zannederken borç yükü altında ezilen vatandaşla dalga geçtiğinizin farkında mısınız? Kutsal vatandaş efsanesinin sonu biraz da burada ortaya çıkıyor.
Benzer ve hatta aynı vaatleri, iktidar dolaşıma soktuğunda aynı halk için bir hizmet kabul ediliyor ama muhalefet yapınca kutsal halk efsanesi birden “züppe, müsrif, borcuna sadakat göstermeyen” halka dönüşüyor. Doğalgaz faturalarımız ödenirken, doğalgaz kullanmayan kesimler neden bu hizmetten faydalanmıyor ve neden hepimiz bir seçim yatırımının faturasını kendi cebimizden ödeyeceğiz? 45 yaş gibi çok genç bir yaşta EYT gibi bir seçim yatırımıyla insanlar emekli edilip, oturdukları yerden tüm ülkenin maddi zenginliğini sadece bir kesim olarak tüketirken biz neden bu erken emeklilere tüm halk olarak emekli maaşı ödüyoruz? (Burada eleştirdiklerim EYT’liler değil, onlar kendilerine verilen imkanı kullanıyor) Sonra mesela neden imar barışıyla, deprem ülkesinde kural ihlali yapanlar seçim zamanı affediliyor da, seçim geçtiği için, ev almak hayal olduğundan ötürü, yeni binasının üstüne çocuğu belki yaşlı anne babası için iki oda yapan kişi cezalandırılıyor? Şimdi bunlar kutsal halka hizmet mi yoksa halkın herkese ait kaynaklarının sadece belli kesimlere verilmesi mi? Bununla da dalga geçebilecek misiniz? İktidara yakın sermaye sahiplerinin milyarlarla ifade edilen kredi borçları silinirken ya da yeniden yapılandırılırken sorun yok da, yiyecek, barınma ihtiyacını karşılayamadığı için kredi borcu altında giren vatandaşın borcu ödenirken mi sorun oluyor? Ülkede her şeye %100 zam gelirken belki bir evinden aldığı kirasıyla geçinen ev sahibini % 25 zamla sınırlamakla da dalga geçebilecek misiniz?
Ne tür borç olursa olsun, borç aldıysanız ödemeniz gerekir. Bu bireysel de olsa böyle, kamusal da olsa böyle… Ancak enflasyonun durdurulamadığı, yiyecek içecek, barınma gibi temel ihtiyaçların zor karşılandığı ya da karşılanamadığı yığınların olduğu bir ülkede Kılıçdaroğlu, imtiyazlı kesimlerin, bol yıldızlı otellerde tatil yapanların, büyük sermaye sahiplerinin borçlarını hazineye devredeceğini söylemedi, borç altında ezilen dar gelirli vatandaşların borçlarını hazineye devredeceğini söyledi. Normal şartlarda bunu kabul edilebilir bulamayız belki ama normal şartlarda mıyız? Açlık sınırı her ay bir önceki aya göre bin lira artıyorken, bizler her ay maaşımıza biner lira zam almıyoruz. Bu durumla da dalga geçebilecek misiniz?
Kutsal vatandaş efsanesinin sonunun gelindiğini, almak istediğimiz temel ihtiyaçlarımıza ve onları almamıza imkan vermeyen yetersiz bütçemize baktığımızda görüyoruz. Yetmiyor, bu pür melal halimiz içinde bir de bizimle dalga geçildiğini görüyoruz.
28 Mayıs’tan sonra, bu yüklü seçim yatırımı ödemelerin hepimizin cebinden çıkacağı korkusu yanında önemsiz gibi kalsa da, kutsal vatandaş efsanesinin sonuna geldiğimizi, imtiyazlı kesimler dışında kalan, kredi borcu altında, yoksulluk sınırında yaşayan herkes kredi borcu öderken maalesef tecrübe edecek. O vakit en fazla SMS’i borçlu olunan bankalardan ya da icra takibi yapanlardan alacağız ve kutsal olmadığımızın yüzümüze çarpılmasının da bir önemi kalmayacak.