Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul-Pendik’te bir açılış töreninde konuşurken, kendisine bayrak sopalarına takılı bir seccade gösterildi. O da, son günlerde mutat olduğu üzere, sözü yine seccadeye bağladı: “Siz kıblenizi biliyorsunuz ama kıblesini bilmeyenler tabii ki seccadeye ayakkabıyla basarlar. Ama bunlara asıl kıblenin neresi olduğunu 14 Mayıs’ta siz göstereceksiniz.”
Erdoğan’ın bu konuyu ısrarla işlemesinin iki temel nedeni var:
Bir: 1990’larda ve 2000’lerin başında Baykal CHP’sinin, dini değerlere ve dindar kesimlere dönük bir hassasiyeti yoktu. CHP, radikal ve dışlayıcı bir laikliğin militanlığına soyunmuş ve bütün geleceğini -seçmenlerin desteğine değil- ülkenin anahtarını elinde tutan devletin güçlerinin kendisine açacağı alana bağlamıştı. CHP, topluma hem zihnen hem de fiziken sırtını dönmüş ve kaderini siyaset dışı aktörlerin eline bırakmıştı.
CHP’nin bu tercihinin birbiriyle bağlantılı iki sonucu oldu: Bir, parti ile toplumun ağırlıklı bir kesimini oluşturan muhafazakâr-dindarlar arasındaki zaten var olan duvarın boyu daha da yükseldi. Tek parti döneminden gelen ve nesilden nesle aktarılan yargılar ve korkular kökleşti. CHP’nin ismi, bu kesimlerin indinde, sadece kötülükleri, fenalıkları ve haksızlıkları andırır oldu.
İki, CHP son derece dar bir tabana sıkıştı. En iyi döneminde bile seçmenlerin ancak dörtte birinin oyunu alabilen bir parti oldu. CHP’nin bu oy oranıyla iktidar olabilmesinin imkânı yoktu. Nitekim olamadı da. Her seçimden boynu bükük çıkmak, bir taraftan CHP seçmenini diğer toplumsal gruplardan uzaklaştırdı. İktidara oy verenlere öfkesini kabarttı, kendi dar ve steril mahallesine sığınmasına yol açtı. Diğer taraftan da sandığa olan inancını ve demokratik mekanizmalarla idare makamlarına oturma ümidini kırdı.
Bir transatlantik olarak CHP
Gidilen yol, yol değildi; o nedenle Baykal’dan sonra genel başkanlığa gelen Kılıçdaroğlu partinin izlediği güzergâhı değiştirme çabasına girdi. İlk başta oldukça yavaş, ihtiyatlı ve sembolik bir çabaydı bu; nihayetinde CHP bir transatlantik gibiydi, öyle ha deyince yönünü birden çevirmek mümkün değildi. Değişimin hızının artırılması; bu değişimi yapmak isteyen yönetimin parti içindeki gücünü tahkim etmesine bağlıydı.
Kılıçdaroğlu, bastığı zemini sağlamlaştırdıkça vitesini büyüttü. Evvela kısık sesle söylediklerini daha gür sesle söylemeye başladı. Ucundan kıyısından değindiği meselelerin derinlerine daldı. CHP’nin yanlış bir laikliğin peşine takıldığını, kadınların giyim-kuşamlarını bir rejim sorununa dönüştürmesinin kabul edilemeyeceğini belirtti. Maruz tutuldukları muameleden ötürü başörtülülerden özür diledi. CHP’nin hem uzak hem de yakın tarihindeki mağdurlarından helallik istedi.
Telafi etme ve kapsama niyetini beyan eden bu dil; CHP’nin temel söyleminde geçmişle kıyaslanmayacak bir değişime işaret ediyordu. Ve bu, salt söylemle sınırlı kalmadı, tatbikata da yansıdı. CHP, oy havuzunu ve tesir sahasını genişletmek için başka partilerle de işbirliği yaptı. 2019 seçimleri, bu değişimin siyaseten iş gördüğünü gösterdi; diğer partilerle birliktelik oluşturmak CHP’ye siyasi bir zafer getirdi.
Elde edilen bu başarıyla güç kazanan Kılıçdaroğlu, bu stratejiye dört elle sarıldı; işbirliği ağını genişletti ve başta muhafazakâr-dindar seçmenler olmak üzere CHP’nin bugüne kadar gönlünü kırdıklarının gönlünü almaya dönük faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Gaye; yıkılan köprüleri onarmak ve kopmaya yüz tutmuş bağları kuvvetlendirmekti.
Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi soktuğu bu yol, elbette, AK Parti’nin arzu ettiği bir yol olmadı. Baykal CHP’si ile mücadele etmek, AK Parti için işten bile sayılmazdı. Zira dini değerlere mesafe koymayı alamet-i farikası haline getiren CHP’nin muhafazakâr-dindar çevrelerle yakınlaşması ya da bu çevrelerin CHP’ye alaka göstermesi söz konusu olamazdı. Ama Kılıçdaroğlu CHP’si için durum aynı değildi.
Kılıçdaroğlu’nun CHP ile geniş kitleler arasındaki tarihi soğukluğu elden geldiğince gidermeyi hedefleyen politikası, AK Parti için bir tehditti. Erdoğan da bu tehdidi gördüğünden, kaza olduğu şüphe götürmez seccadeye basma hadisesini bu kadar büyütüyor. Eski CHP imajını hep canlı tutmaya çalışıyor ve muhafazakâr-dindar seçmenlere “Aman ha, bu yeni CHP’ye kanmayın, eğer iktidar değişirse CHP orijinal formuna geri döner, bütün kazanımlarınızı elinizden alır ve size yeniden kan kusturur” mesajı veriyor.
Tek tabanca
İki: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle hayatımıza giren ittifaklar, memleketin siyasi partilerini iki yönden etkiledi: Bir, partileri siyasetsizleştirdi; tabir-i caizse kişiliksizleştirdi. Artık pür, kendi programına sahip çıkan bir parti yok; hemen her parti genel geçer ifadeler kullanan ortalama bir kimliğe büründü ve iki, partileri uzlaşmaya zorladı. İktidar olmak için, zıt kutuplar bir araya geldi, tarihi ve sosyolojik olarak farklı kümelere seslenen partiler birlikte yol almak mecburiyetinde kaldı.
Netice olarak, Cumhur ve Millet İttifaklarının her birinde, ülkenin ana siyasi hatlarını temsil eden siyasi partiler görülür oldu. Mesela milliyetçi hattın sözcülüğünü, Cumhur İttifakı’nda MHP ve BBP, Millet İttifakı’nda İYİ Parti yapıyor. Keza Cumhur İttifakı’nda AK Parti, Millet İttifakı’nda ise Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi, muhafazakâr-dindar hattın bayraktarlığını üstleniyor.
Hülasa AK Parti, artık tek tabanca değil; üzerinde hak iddiasında bulunduğu kesimlerin temsilciliğine soyunan başka partiler de var. Dolayısıyla AK Parti, kendi seçmenindeki CHP karşıtlığını tahkim etmek kadar, karşı bloktaki Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi seçmenlerinin de kafasını karıştırmak, onların CHP’ye dair endişelerini kabartmak ihtiyacı hissediyor. Seccadenin bu kadar vurgulanmasının bir sebebi de bu.
“Seccade, bir kumaş parçası”
Elbette, iktidarın bu seccade istismarından beklediği siyasi faydayı görüp görmeyeceği sorgulanabilir. Zannımca bu tarz siyaset bir doygunluk seviyesine vardı; buradan iktidara pek bir ekmek çıkmaz. Lakin bu, muhalefet cenahında işlerin düzgün yürütüldüğü anlamına gelmez. Muhalefetin, iktidar tarafından tepe tepe kullanılacağı belli olan bu tür yol kazalarına düşmemesi için azami dikkati göstermesi lazımdır.
İki husus bu konuda önem taşır: Biri, seçim kampanyasının mahiyetidir. Bir daha toplumsal-dini değerler üzerinden yıpratıcı bir propagandaya maruz kalmamak için, muhalefetin kampanya ekibinin, toplumsal değerleri bilen ve bunlara duyarlı kişilerce donatılması gerekir. Evet, bir kazadır ama yine de bir cumhurbaşkanı adayının yakınında, o seccadeyi görecek ve adayın kazara da olsa ona basmasını engelleyecek birilerinin olması gerekir.
İkincisi, muhalefet medyasının dilidir. İktidarın salvolarına cevap vermek adına, acele ve toplumsal karşılığının ne olduğu düşünülmeden geliştirilen bazı argümanların, muhalefete yarar yerine zarar verdiği unutulmamalıdır. Misal, seccadeye toplum büyük bir ihtimam gösterirken “Abartmayalım, seccade de sonuçta bir kumaş parçası” demenin muhalefete bir getirisi olmaz. Dün olduğu gibi bugün de laik fetvaların tek işlevi, iktidarın değirmenine su taşımaktır.
Perspektif, 14 Nisan 2023