Top belâsına düşmesini istemeyen babası uzun süre seçmelere katılmasına izin vermiyor. Ama Diego da inatçı; ısrarlı taleplerine karşı babası daha fazla direnemiyor ve Diego on yaşındayken sokaktan resmi futbol alemine geçiş yapıyor.
Sahaya adımını attığı ilk andan beri Allah vergisi muazzam yeteneklerini sergilemeye başlıyor. Kaç gol attığını hatırlamadığı ilk seçme maçında hem seyircilere, hem de kendisiyle birlikte top peşinde koşanlara parmak ısırtıyor. Gözü ona değen herkesin sıra dışı bir oyuncuyla karşı karşıya olduklarını anlaması zor olmuyor.
Giderek ismi daha çok yankılanır oluyor camiada. Bilinen ilk görüntülü söyleşinde, hayatta iki hedefinin olduğunu belirtiyor. “Birincisi, dünya kupasından oynamak” diyor ve hemen ardından ekliyor. “İkincisi de dünya şampiyonu olmak.”
Tarağa yol vermeyen sıklıktaki kıvır kıvır saçları, boyuyla orantısız gövdesi ve çelimsiz bacaklarıyla bu fakir çocuk, mikrofonlara bunları söylemesinin üzerinden çok da geçmeden ilk hedefinin kapısına kadar geliyor. Ancak 1978 Dünya Kupası’nın kadrosundan son anda çıkarılıyor. Ona hayranlığını “Onun ayaklarıyla yaptıklarını biz ellerimizle yapamıyoruz” ifadeleriyle dile döken kurt hoca Menotti, biraz daha pişsin diye kenara alıyor.
Tutacak kadar yakınlaşmışken hedefinin elinden kaçıp gitmesi Diego’nun kalbini sızlatıyor. Lâkin hayal kırıklığını çabuk atlatıyor, ülkesini Dünya Gençler Şampiyonası’nda neredeyse tek başına zirveye taşıyor. Lige damgasını vuruyor ve İspanya-1982’de dünyanın huzuruna çıkıp ilk hedefini gerçekleştiriyor. Bütün bir ülke eli yüreğinde, futbolun yeni efendisi olmaya namzet 22 yaşındaki bir gencin ayaklarına bakıyor.
İlk görüşte aşk
78’de çok küçüktüm, 82 ise benim ilk bilinçli dünya kupam oluyor. Televizyonun karşısına mıhlanmış, her maçı izliyor, kadroları ezbere alıyorum. Adlarını abilerimden duyduğumu hayal meyyal duyduğumu hatırladığım Kempes’i, Ardiles’i, Passarella’yı seyretmek keyif ama Maradona bir başka; topu ayağa alışı, rakibi geçişi, koşması, durması, çalımları, pasları kimseye benzemiyor. Kendi başına bir dünya o; beni benden alıyor, büyüleniyorum. İlk görüşte aşk derler ya, aynen öyle, görür görmez keskin bir Maradona fanatiğine dönüşüyorum.
Fakat rakip takımlar çok acımasız davranıyorlar ona. Normal oyun kuralları içinde durdurmanın imkânı olmayınca çare yıldırmakta bulunuyor; gelen tekmeyi basıyor, giden dirsek atıyor. Hele İtalyanlar; Gentile’ler, Bergomi’ler… Bugün yapılsa cinayete teşebbüsten yargılanmayı gerektirecek gaddarlıkla ona vuruyorlar.
Maradona fiziki açıdan mükemmel ama zihni açıdan açığı var hâlâ; bu saldırganlığı kaldıramıyor. Sinirini kontrol edemediği bir anda, bir Brezilya maçında, yediği onca dayağın acısını o da bir başkasından çıkartmaya yeltenince kırmızı kartı görüyor. Arjantin kupadan eleniyor, Maradona da boynu bükük bir şekilde oyunu terk ediyor. İkinci hedefine ulaşması için biraz daha beklemesi gerekiyor.
Tanrı’nın elini ödünç almak
Meksika-1986’da toyluğunu atmış, tecrübeli biri olarak sahne alıyor. Takımın kaptanlığını üstleniyor, memleketinin bütün beklentilerini sırtlıyor. Şiir gibi bir top oynuyor. Milimetrik paslar atıyor, akla hayale gelmez çalımlarla alıp götürüyor. Mıknatıs gibi sol ayağına top adeta yapışıyor, karşısındaki talihsizleri ipe dizer gibi geçip gidiyor, rakipleri bir bir deviriyor.
Çeyrek finalde İngiltere’yi iki golle yıkıyor. İlk golde önce Tanrı’nın elini ödünç alıyor, ikinci golde de Tanrı’nın kendisine cömertçe sunduğu meziyetlerden herkesi nasiplendiriyor. Öyle ki o gol “yüzyılın golü” unvanına layık görülüyor. Yarı finalde Belçika’yı saf dışı ediyor. Zavallı Belçika’nın bütün bir takım olarak onun akasında koşması, onun iki golüne engel olamıyor. Finalde ise sihirli dokunuşlarıyla Valdona’ya ve Burruchaga’ya aktardığı paslar, Panzerleri ezmeyee yetiyor ve Arjantin şampiyon oluyor.
O sahada, biz ekran başında kendimizden geçiyoruz; hayattaki ikinci hedefine de ulaşan Maradona da bir ikona dönüşüyor. Zevkten dört köşeyiz!
Yolun sonu
İtalya-1990, Maradona’nın olgunluk dönemine denk geliyor. Kadro pek parlak olmasa da Kaptan’ın varlığı geminin güvenli bir şekilde yol almasını sağlıyor. Kaderin garip bir cilvesi, yarı finalde Arjantin ile İtalya, Maradona’nın futbol oynadığı Napoli’de karşı karşıya geliyorlar.
Maradona, 61 yıllık tarihinde Napoli’yi ilk kez şampiyon yapıyor. Şımarık Kuzeylilerin burnunu sürtüyor Maradona; onların “köylü” ve “mafyatik” gördükleri için aşağıladıkları Güneylilerin nezdinde ise bir “ilâh” mertebesine çıkıyor. Napoli taraftarları şampiyonluk kupasını kaldırdıklarında, şehrin en büyük mezarlığına “Ne kaçırdığınızı bilmiyorsunuz” yazan bir pankart asıyorlar.
Kendisine dönük bu müthiş sevginin verdği özgüvenle Maradona, Napolilere “Yılın her günü İtalyansınız zaten, bu maçta bir günlüğüne benim için Arjantinli olun” çağrısı yapıyor. Hatırı sayılır miktarda Napolili bu çağrıya uyuyor; kendi milli takımlarını değil kaptanlarını destekliyorlar. Arjantin, İtalya’yı eleyip finale çıkıyor. Ancak finalde Almanlar dört yıl öncesinin intikamını alıyorlar; Maradona da gözyaşlarına boğuluyor.
1994-Amerika, artık 34 yaşına gelen Maradona için yolun sonunu ifade ediyor. Eşi bulunmaz sol ayağıyla Yunanistan’a attığı jeneriklik gol, dünya kupalarında attığı son gol oluyor. Maçtan sonra yapılan doping testi pozitif çıkınca da kupa öyküsü tatsız bir şekilde sona eriyor. Onun yokluğuyla Arjantin dağılıyor; aradan 36 yıl geçti, halen de toparlanamıyor.
1997’de aktif futbolculuğa veda ediyor. Akabinde yöneticiliği ve antrenörlüğü deniyor ama sahadaki dehasını masaya ve kulübeye taşıyamıyor, başarılı olamıyor. 2010’da bir rüya gerçekleşiyor Arjantinliler için, efsane Maradona ile veliahdı Messi milli takımda bir araya geliyorlar hoca ve kaptan olarak; ancak o bileşim de fayda etmiyor ve macera hüsranla bitiyor.
Arıza bir tip
Saha içinde ne kadar büyükse saha dışında da bir o kadar arızalı bir tiptir Maradona. Kokain bağımlısıdır. Gece hayatına düşkündür. Çapkındır. Gayrimeşru ilişkilere girer. Evlilik dışı çocuk sahibi olur, ama babalığın gereğini yapmaktan kaçınır. Mafya ile bağlantılıdır. Maliye ile arası her daim bozuktur, vs.
Saha içinde takımı muazzam bir beceriyle yönetir ama şahsi yaşamını tanzim etmede aynı mahareti gösteremez. Onun için gençlere sahadaki Maradona’yı örnek almalarını söyler, saha dışındaki Diego’ya ise mesafe koymalarını.
Pele’nin mi yoksa Maradona’nın mı daha iyi olduğu, futbolda sonu gelmeyen münakaşalardan biridir. İkisinin hayat çizgileri çok farklı yönlerde seyreder. Pele kendini törpüler, kurum ve kurallara saygıda kusur etmez, diplomatik bir kişilik edinir. Maradona ise salon adamı olmayı reddeder; kuralları pek takmaz. Pele FIFA’nın gözbebeğidir, Maradona ise FIFA ile bitmeyen bir kavgaya girişir. 2000’de dünya çapında yapılan bir oylamada Maradona “yüzyılın oyuncusu” seçilir. FIFA bunu dengelemek için Pele’ye de “futbol ailesi” tarafından seçilen “yüzyılın oyuncusu” unvanını verir. Maradona bu katakulliye ateş püskürür, FIFA’yı küçümser.
Futbolun ruhu
Maradona’nın geçmişte Pele, günümüze ise Messi ve Ronaldo gibi oyuncularla mukayese edilmesine pek bir mana vermem, sadece gülümserim. Maradona’nın en büyük olmasının nedeni sarihtir: O kendisiyle mukayese edilenler gibi çok iyi bir takımın bir parçası olup o takımla zirveye çıkmış değildir. Aksine, rakipleriyle kıyaslandığında vasat, hattâ zayıf ekipleri tek başına en üst basamağa yükseltmiştir.
1958, 1962 ve 1970 Brezilya’sı ile ya da Real Madrid, Barcelona ve Juventus ile herkes şampiyonluk tacını takabilirdi, ama 1986 Arjantin’ini ya da Napoli’yi ancak Maradona şampiyon yapabilirdi. Bir başka ifadeyle, Pele’yi Messi’yi, Ronaldo’yu çıkardığınızda Brezilya da, Real de, Barça da, Juve de yerinde kalır; ama Maradona’yı çıkardığınızda ne Arjantin kalır ne de Napoli!
Hülâsa, duran kalbiyle çocukluğumuza ve ilk gençliğimize çizgi çeken Maradona, bana göre, uzak ara dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusudur. Futbolun ruhudur o. Futbol tek bir kişiyle tanımlansa, o Maradona’dır, başka biri değil. Bir numaraya onu koyarım. İkinci ve üçüncü sıraları boş bırakırım. Ve belki ancak ondan sonra bir sıralamanın yapılabileceğine inanırım.
Tartışmaya kapalıyım bu konuda, liberal felsefeye sadakatim bu alana sirayet etmez.
Nihayetinde liberallik de bir yere kadar!