Koleksiyondaki çantaların hepsi Gehry’nin tasarladığı yapılardan veya nesnelerden esinlenmiş. Bu, markayla Gehry’nin ilk işbirliği de değil, daha önce de Paris’teki Fondation Louis Vuitton binası, marka için parfüm şişesi ve mağazaları için avize tasarımı gibi çalışmalar da olmuştu. Dünyanın en önemli sanat fuarlarından Art Basel Miami için tasarlanan bu çantalardan Gehry’nin hayvan formlu ünlü heykellerinden ilham alan balık, timsah ve ayı figürlü çantalar oldukça dikkat çekici.
Gehry’nin Bilbao’daki Guggenheim Müzesi gibi yapıların dekonstrüktif yapısı da koleksiyondaki bazı parçalara ilham olmuş. Koleksiyon, deri, lusit (bir tür kaliteli plastik) ve metal ile detaylı şekilde işlenmiş. Sanat ve modanın kesiştiği işlerin moda tarihinde her zaman özel bir yeri oluyor; bu da sadece moda ile mimari arasındaki sınırları zorlamakla kalmıyor, aynı zamanda tasarım dilini de baştan aşağı yeniden tanımlıyor. Her bir çanta, birer sanat eseri gibi değer taşıyor, Gehry’nin imza formları ve çizgilerini bariz hissettiriyor.
Frank Gehry’nin mimari ekolüne bakıldığında, modern mimaride bir devrimin izlerini görmek mümkün. Dekonstrüktivist akımın öncülerinden olan Gehry, organik formlar ve denge konusundaki çığır açıcı yaklaşımıyla Guggenheim Müzesi, Walt Disney Konser Salonu gibi ikonik eserlere imza atan bir mimar ve heykel sanatçısı. Bu koleksiyon, Gehry’nin mimari evreninden izler taşıyor.
Moda ve sanatın bu birlikteliği, sadece giyilebilir sanat eserlerini değil, aynı zamanda kültürü de zenginleştiriyor. Sanat ve moda, Frank Gehry x Louis Vuitton işbirliği gibi projelerle bir araya geldiğinde bunlar sadece tasarım dünyasından çıkan ticari işler olarak kalmıyor ve daha bir özenle kayıtlara geçiyor. Müzeler, müzayede evleri ve lüks giyim mağazalarının aynı anda ilgisini çeken bu parçalar, astronomik etiketinin hakkını veriyor mu sorusu ise her zaman geçerli. Malzemenin dayanıklılığının sorgulanabileceği bazı parçalar, örneğin pleksiglas bir çanta için bunu söylemek biraz zor. Tabii bu tarz koleksiyonları bir prestij fırsatı gören alıcılar olduğu müddetçe, bu astronomik etiketler çok da şaşırtıcı değil. Görmenin, görülmenin ve bir nesneye sahip olmanın statü göstergesi olduğu durumların çok yoğunlaştığı bir dünyadayız. Bu tarz parçalar, yüksek fiyat etiketine bir de sanat eseri ve kültürel değer tınısı eklendiğinden, alıcısına, salt parayla elde edilemeyecek bir sınıfsal yükseliş de vaat ediyor. Tabii, markalar da bundan mümkün olduğunca faydalanmayı iyi biliyor.
Koleksiyondaki diğer çantaları burada görebilirsiniz.
Mikromozaik Mücevherler: Aslında Bizans yadigarı
Opak cam veya mineden yapılmış küçük parçaların (tesserae) bir araya gelmesiyle yapılan bir bezeme sanatı Mikromozaik. Bu sanatın/zanaatin ilk örnekleri Bizans’ın muhteşem mozaiklerinde görülüyor, günümüzdeki formunun ise kökleri 1700’lere dayanıyor. Üzerine tesserae döşenen zemin, altın, bakır veya siyah Belçika mermerinden oluşuyor. Mozaiklerle manzara resimleri, çiçek buketleri, insan ve evcil hayvan portreleri gibi şeyler yapılıyor. Aslında eski (Batı) Roma’da da mozaik yaygın, fakat, bugünkü letafette mikromozaikleri ilk kez Doğu Roma’da görüyoruz. O zamana kadarki hiçbir mozaik Bizans’ın mikromozaiklerine yetişemiyor. Bizans’ta bu işin zirve noktası son dönem; yani Fetih öncesindeki 100-150 yıl. Bu dönemde İstanbul’da yapılan (mikro)mozaiklerden bazıları hala Floransa’da, Roma’da, örneğin Bargello Sarayı ve Santa Croce Gerusalemme kiliselerinde sergileniyor. Yazının en sonunda bunların örneklerini bulabilirsiniz.
Castellani marka bu broş 1800’ler yapımı ve İstanbul Ayasofya’nın mozaiklerinden ilham alınmış.
Bugünkü formatta mikromozaikler 1800’lerin ortasında popülerleşip zirveye çıkmış. Aynı Asyut işlemeler gibi (bizde Bartın işi veya tel kırma diye bilinen bu sanatın detaylarını burada bulabilirsiniz) bunda da Grand Tour furyasının etkisi var. 1600’lerden başlayarak “Doğu”ya, aylar hatta bazen yıllar süren bir seyahat yapmanın Batı Avrupa’da varlıklı gençler arasında yaygınlaştığı, olmazsa olmaz bir kültür-eğitim aktivitesi haline geldiği bir furya bu. Doğu dedikleri de İtalya, Yunanistan falan, daha sonraları işin içine Mısır da giriyor. 1900’lere gelindiğinde Art Deco akımının etkisiyle, desenler ve resimler antik Mısır’dan da esinleniyor. Egyptian revival denen, eski Mısır’ın diriltildiği bu üslup özellikle 1920’lerin Art Deco eserlerinde, mücevherden dekorasyona çok sevilip kullanılıyor.
Mikromozaik sanatına aslında 1900’lere kadar Roma mozaiği deniyormuş, ama bu isabetsiz isim çok ciddi bir mikromozaik koleksiyonuna sahip Sir Arthur Gilbert sayesinde değişmiş, mikromozaik terimi yerleşmiş. Bizans mozaiği dense daha uygun olurdu, çünkü bu ölçekte incelikli işlerin ilk örnekleri bizim topraklarımızdan, Doğu Roma’dan çıkmış. Roma mozaikleriyle mikromozaik sanatının ilgisi zayıf, bu açıdan Gilbert çok doğru bir şey yapmış. Gilbert’ın koleksiyonu halihazırda Londra’daki Victoria & Albert Müzesinde. Bazı parçaları burada paylaştım, Londra’ya yolu düşen moda ve sanat meraklıları için bu müze harika bir adres olacaktır.
Bu bilezikte de Bizans sanatından ilham alındığı bariz görülüyor.
Floransa Bargello Sarayı, İstanbul’da yapılmış bir Bizans mozaiği.
Santa Croce Gerussalemme Kilisesi, Roma, 1300’ler İstanbul yapımı mozaik.
Elif Akyol