Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, 17 Eylül 2020 tarihinde Enis Berberoğlu’nun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine oy birliği ile karar verdi (2018/30030). Daha önce Şahin Alpay ve Mehmet Altan kararlarında derece mahkemeleri, AYM’nin kararına direnmişlerdi. AYM, benzer bir sorunun yaşanmaması için derece mahkemesinin yapması gerekeni de açık bir dille kararına işledi. Buna göre, davaya bakan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ihlallerin giderilmesi için öncelikle yeniden yargılama yapılmaya başlandığına dair bir karar alması gerekiyordu.
Ancak İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi AYM’nin bu kararını tanımadı; yeniden yargılamaya yer olmadığına ve eski hükmünün aynen ifasına karar verdi. Berberoğlu’nun avukatları bu karara itiraz ettiler. İtirazı değerlendiren İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi de yeniden yargılamaya gerek olmadığına hükmetti. İki derece mahkemesinin AYM’nin kararını tanımaması üzerine Berberoğlu’nun avukatları bir kere daha dosyayı AYM’ye taşıdılar.
Hukukun iptali
Mer’i anayasal ve yasal düzenlemeler karşısında derece mahkemelerinin verdikleri kararlar, hukuka mutlak bir aykırılık teşkil eder. Zira 1982 Anayasasının 153. maddesi, “Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğunu,” Resmî Gazetede hemen yayınlanan bu kararların “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri” bağladığını yazar. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesi de bu hükme aynen yer verir.
6216 Sayılı Kanun, bireysel başvuru kararlarında izlenecek yolu da çok net olarak gösterir. Kanunun 50. maddesinin 1. fıkrası, ihlalin bir mahkeme kararından kaynaklanması halinde, ihlali ve sonuçları ortadan kaldırmak için dosyanın yeniden yargılama yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderileceğini belirtir. Aynı kanun maddesinin 2. fıkrası da ilgili mahkemenin yeniden yargılama yapmakla yükümlü olduğu hükmünü içerir.
Görüldüğü üzere gerek anayasa ve gerek yasa maddeleri, başka türlü bir yoruma elvermeyecek düzeyde kesin bir dille kaleme alınmıştır. AYM Türkiye’nin en üst mahkemesidir ve kararlarının bağlayıcılığı noktasında herhangi bir istisna söz konusu değildir. Herkesi bağladığı gibi bu kararlar mahkemeleri de bağlar. Dolayısıyla mahkemeler, çeşitli gerekçelerin ardına sığınarak AYM’nin hükmünü icra etmekten kaçındıklarında anayasayı ihlal etmiş olurlar.
Derece mahkemeleri, elbette, AYM kararlarının yanlış olduğunu düşünebilir, AYM’nin hukuki argümanlarını ve vardığı neticeyi paylaşmayabilirler. Ama yine de onlara düşen, AYM kararının gereğini yerine getirmektir. Çünkü AYM’nin kesinleşmiş kararlarına karşı bir takdir yetkileri yoktur. 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yaptığı gibi eğer derece mahkemeleri kendilerini AYM kararları ile bağlı saymazlarsa, bu hukukun iptal edilmesi anlamına gelir.
Anayasal kriz
Bir anayasal krize denk düşen bu halin oluşmasının birincil derecedeki sorumlusu siyasi iktidardır. Zira bundan dört yıl önce derece mahkemelerini AYM kararlarına karşı direnmeye çağıran bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. Erdoğan önce Erdem Gül ve Can Dündar hakkında ihlal kararı veren AYM’ye ağır bir dille yüklenmişti: “Anayasa Mahkemesi bu kararı vermiştir; ben AYM’nin verdiği karara sessiz kalırım ama bu kararı kabul etmek zorunda değilim. Bu karara uymuyorum saygı da duymuyorum. Bu bir beraat kararı değildir, tahliye kararıdır.”
Ardından da İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ni eleştirmiş ve mahkemenin AYM kararına uymaması gerektiğini söylemişti: “Onlarla ilgili kararı veren mahkeme, kararında direnebilirdi. Direnseydi AYM’nin verdiği karar boşa çıkabilirdi. Bu durumda AİHM’e gideceklerdi. Bu süreç, bu şekilde atılan adımlar bana göre doğru adımlar değildir.”
Cumhurbaşkanının bu çağrısı yerini buldu; nitekim daha sonra AYM’nin Şahin Alpay ve Mehmet Altan hakkında verdiği kararlara derece mahkemeleri uymadılar. Bir daha altı çizilmeli ki, derece mahkemeleri AYM kararlarını tanımama gibi bir “yetki” ya da “hak”a sahip değiller. Ancak siyasi iktidarın verdiği destek nedeniyle kendilerinde hukuk dışı bu “güç”ü buluyorlar. Bir başka ifadeyle, AYM’nin derece mahkemelerine söz geçiremeyen bir seviyeye düşürülmesi, iktidarın yarattığı bir sonuçtur.
AYM’ye kuşatma
İktidarın AYM’ye dönük saldırılarının son dönemlerde yoğunluk kazandığı âşikâr. AYM kritik bir konuda iktidarın arzusu hilafına bir karar verdiğinde, iktidarın bütün aparatlarıyla AYM’nin üzerine gitmesi bir rutine dönüştü.
Kısa bir süre evvela İçişleri Bakanı Soylu, AYM’yi ve bilhassa AYM Başkanı Zühtü Arslan’ı doğrudan hedef aldı. Akabinde iktidarın küçük ortağı Bahçeli, her zaman olduğu gibi, Soylu’ya sahip çıktı ve AYM’yi topa tuttu. Dahası Bahçeli, mevcut AYM yapısının kendisinin de mimarı olduğu 2017 anayasa değişikliğinin bir eseri olduğunu bir kenara bırakarak, AYM’yi başkanlık sistemiyle uyumlu hale getirmek gerektiğini belirtti.
AYM’nin iktidar tarafından muhasaraya alınmasının birbiriyle irtibatlı iki gayesi olabilir. Biri, geleceğe dönük olarak AYM’yi baskı altına almak ve mahkemeden iktidarın istediği doğrultuda kararlar çıkmasını sağlamaktır. Diğeri de AYM’nin iktidar tabanı nezdinde itibarını düşürmek, iktidarın istemediği kararlar vermesi halinde AYM’yi şimdiden günah keçisi kılmak ve muhtemel menfi gelişmelerin mesuliyetini AYM’nin boynuna yıkmaktır.
AYM’de değişiklik mümkün mü?
Lakin iktidarın, bu hedeflerine eriştiği ve AYM’yi arzuladığı kıvama getirdiği söylenemez. Peki, bu durumda AYM’nin yapısında bir değişikliğe gidilir mi? Bahçeli, bu doğrultuda niyetini açık etti, Erdoğan da “olabilir” minvalinde konuştu. Cumhur İttifakı, hayalindeki gibi, her yaptığına itirazsız bir şekilde boyun eğen yeni bir AYM oluşturmak için hamle yapar mı?
AYM’nin kuruluşuna ilişkin ilkeler Anayasanın 146. maddesinde düzenlenmiştir. Bu nedenle AYM’nin yapısında bir değişiklik, ancak anayasanın değiştirilmesiyle mümkün olabilir. 175. maddeye göre anayasanın değiştirilmesi için ise asgari Meclis üye tamsayısının beşte üçünün (yani 360) desteği gerekir. Bugün AK Parti’nin 290, MHP’nin ise 48 milletvekilliği bulunuyor; toplamda 338’e ulaşan milletvekili sayısı anayasa değişikliği için yetmiyor.
Cumhur İttifakı, dışarıdan bir destekle 360 sayısına ulaşsa bile sorun çözülmüyor. Zira Anayasaya göre 360 ile 400 arasında oyla kabul edilen anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulması zorunlu. Böyle bir oylama bir güvenoyu niteliğine bürüneceğinden iktidar böyle bir riski üstlenmez, AYM’nin kompozisyonunu değiştirmek için sandığa müracaat etmez.
Dikensiz gül bahçesi
İktidar, kendisi için dikensiz bir gül bahçesi yaratmaya çalışıyor. Aykırı ses çıkarması muhtemel odakları mümkün mertebe bastırmaya çalışıyor. Kendine muhalif gördüğü veya mutlak iktidarına karşı tehlike sezdiği kurumları iki şekilde yola getirmeye çalışıyor. Ya Meclis çoğunluğuna dayanarak kurumların yapısını yasa yoluyla değiştiriyor ve kendine bağlı kurumlar oluşturuyor. Barolarda bunu yaptı; şimdi önüne -başta Türk Tabipler Birliği olmak üzere- meslek odalarını koydu. Ya da gözüne kestirdiği ama hukuki olarak değiştiremediği kurumları siyasi olarak baskılıyor. AYM’de de olan bu!
Hülasa mevcut Meclis aritmetiği, iktidarın AYM’nin yapısını yeniden düzenlemesine müsait değil. İktidar AYM’nin yapısını değiştiremez ama AYM üzerinde basınç uygulamaya devam eder. AYM, ne yazık ki ülkenin sayıları giderek azalan nefes borularından biri; tıkanmaması için herkese önemli sorumluluklar düşüyor.
(*) Perspektif, 04.11.2020