Geçen hafta Serbestiyet’in “Muhalefet vaat etmişti, iktidara ‘nasip’ oldu” manşetinin ne kadar doğru olduğunu aşağıdaki röportajı okuyunca anlayacaksınız.
İktidar 2023 yıl sonuna kadar bir milyon sığınmacıyı gönderme hedefini açıklamıştı, son günlerde sıkça artan haberlerden anlıyoruz ki hedefe ulaşmak için kadın, çocuk, yaşlı ayırt etmeden, aile fertleri birbirinden ayrılarak binlerce sığınmacı geçici koruma kimlikleri olmasına rağmen sınır dışı ediliyor.
On yıldır Türkiye’de yaşayan ve aynı zamanda Türkiye vatandaşı Taha Elgazi, bir Suriyeli olarak sığınmacılar için çabalıyor. Günlerce evine, işine bakamadığı oluyor. Aldığı her telefona aralarında bulunduğu STK’ların ve sivil toplumun desteğiyle yetişmeye çalışıyor. Taha Bey’le son geri gönderme furyasını, Suriyeli sığınmacıların uzun on yılını konuştuk.
Geri gönderme merkezlerinde neler yaşanıyor, Suriyeliler sınır dışı edilmeden önce nasıl bir süreçten geçiyor?
Türkiye’de dört Geri Gönderme Merkezi var; İstanbul’da Tuzla, Gaziantep’te Oğuzeli, Kilis’te Elbeyli ve Şanlıurfa… Dördünde de yoğun bir şekilde geri gönderme var. İstanbul dışındaki illere de gidiyoruz, ziyaret ediyoruz ya da gerektiğinde oradaki avukat arkadaşlarımızı arıyoruz. Sınır dışı edilmeden önceki son durak Kilis ve Urfa. Süreç şöyle işliyor: Tuzla’da bulunan kişi sınır dışı edilmeden önce ya Kilis Elbeyli ya da Urfa Geri Gönderme Merkezi’ne gönderiliyor. Burada bir süre kaldıktan sonra Akçakale Sınır Kapısı’ndan sınır dışı ediliyor. Meselâ Urfa Geri Gönderme Merkezi’ndeki 170 kişi, geçtiğimiz cuma ve cumartesi Akçakale Sınır Kapısı’ndan sınır dışı edildi. Kilis Elbeyli geçici barınma-geri gönderme merkezindeki yaklaşık 130 kişi de Öncüpınar (Kilis) sınır kapısından geri gönderildi. Sınır dışı edilen bu insanların neredeyse yüzde sekseni geçici koruma kimliği sahibiydi.
Aslında buradaki en büyük sorunlardan biri şu: Suriyeli sığınmacı İstanbul’da ikamet ediyor, İstanbul’da çalışıyor ama geçici koruma kimliği başka bir ile bağlı. Polis çevirdiğinde ve bu kişinin elinde yol izni belgesi olmadığı durumda hemen gözaltına alınıp Tuzla’ya, Tuzla’dan başka bir Geri Gönderme Merkezine gönderiliyor. Aslında hukuken yapılması gereken geçici koruma kimliğini hangi ilden aldıysa oraya göndermek.
Geçen sene hatırlarsanız Sivas’ta otuz sekiz mülteci taşıyan bir otobüs devrilmiş ve iki kişi hayatını kaybetmişti. Mültecilerin tümü geçici koruma kimliğine sahipti. Bu olaydan sonra, Kasım ayında Göç Başkanlığı yöneticileri, geçici koruma kimliği olan herhangi bir Suriyeli sığınmacıyı sınır dışı etmeyeceğini açıklamıştı. Ama kesin olarak ifade ettikleri bu “söz” maalesef sözde kaldı.
Yanlış bilmiyorsam geçici koruma kimliği olsun olmasın Suriyeliler “sığınmacı statüsü” dolayısıyla geri gönderilemez. Ama siz kimliği olanların bile sınır dışı edildiğini söylüyorsunuz?
Geçen sene -çok iyi hatırlıyorum- 6 Haziran’da, İçişleri eski Bakanı Süleyman Soylu’nun yardımcısı İsmail Çataklı Bey şunları söyledi: “Göç Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı arasında yeni bir düzenleme oluşturuldu. Geçici koruma statüsünün sekizinci maddesine ve üçüncü fırkasına istinaden şöyle bir yeni karar aldık. Geçici barınma ve geri gönderme merkezlerinde bulunan ve kimliği bulunmayan Suriyeli sığınmacıları gerek kamplarda gerek gönderim merkezlerinde, üç ila altı ay tutarak ‘Acaba bunlar evliler mi, aileleri var mı, çocukları var mı, bir sağlık durumları var mı?’ diye durumlarını değerlendireceğiz. Eğer bu gibi durumdalarsa geçici koruma kimlikleri yoksa bile sınır dışı etmeyeceğiz.” Bu resmî açıklamaya rağmen maalesef geçici koruma kimliği olan ya da olmayan Suriyeliler sınır dışı ediliyor.
Bu son operasyonda, İstanbul Valisi Davut Gül ve İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “Geçici koruma kimliği olmayan Suriyeli sığınmacıları sınır dışı edeceğiz, çünkü bunlar düzensiz göçmen” diye bir açıklama yaptı. Bunun yanında şöyle çok net ve açık bir tespitimiz var: Geri Gönderme Merkezlerinde sınır dışı edilmek için tutulan Suriyeli sığınmacıların hepsine, “gönüllü dönüş” evrakları imzalatılıyor. İkincisi bu işlem sırasında hepsinin “gönüllü olarak kendi vatanım Suriye’ye dönmek istiyorum” dedikleri bir video çektiriliyor. Human Rights Watch, Uluslararası Af Örgütü, TİHEK gibi ulusal ve uluslararası kurumların raporlarında da Suriyeli sığınmacıların geri gönderme merkezlerinde gördükleri fiziksel ve manevi baskılar okunabilir.
Şimdi burada şöyle bir soru sormak lâzım: Diyelim ki bu insanların kimlikleri yok ve Göç Başkanlığı’nın insanları direkt gönderme yetkisi gerçekten varsa niçin baskıyla gönüllü dönüş evraklarını imzalatıp video ile kayıt altına alıyorlar? Demek ki kimlik olsa da olmasa da sığınmacıların kanunen gönderilmesi mümkün değil.
Genel seçimlerin üzerinden çok zaman geçmeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve Göç İdaresi Başkanı Davut Gül peş peşe Suriyeli mülteciler/sığınmacılarla ilgili açıklama yaptı. Ve birden her yerden geri gönderme haberleri gelmeye başladı. Açıklamalar ve haberlerin artışı arasında bir bağlantı var mı?
Bu sorunun cevabı için aslında iki yıl önceye dönmemiz gerekiyor. Kasım 2021’de Dışişleri Eski Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, mecliste şöyle bir ifade kullandı: “Suriye’nin 4 komşusu; yani Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Irak arasında sığınmacılar ve Suriyeli sığınmacıları göndermek için bir plan ortaya koyduk.” Bu açıklama iki yıl önce yapıldı.
Hatırladığım kadarıyla geçen sene (2022 Ağustos ayında), o zamanki Aile Bakanı Derya Yanık, Adana/Eski Pazar’da bir açıklama yaptı: “Biz dört beş milyon Suriyeli sığınmacıyı sadece insanlık için almadık” dedi ama asıl hemen sonrasında bir cümle kurdu ve “2023 Suriyeli sığınmacıların gönderilme yılı olacak” dedi. Mevlüt Çavuşoğlu, 2021’de dört ülke arasında bir anlaşmadan bahsediyor, bir yıl sonra da Derya Yanık yukarıdaki cümleleri kuruyor. İster Türk medyasında ister bizim Suriye medyasında her şey seçime bağlanır; ama ben açıkça şöyle görüyorum, her şey önceden planlanmış aslında. Seçimlerin etkisi tabii ki var ama o kadar değil… Şimdi seçimlerden sonra ne değişti? Cumhurbaşkanı’nın balkon konuşması bizim için, Suriyeli sığınmacılar için çok kritikti. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın balkon konuşmasındaki sözleri vaattir. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında, “Altı yüz bin kişiyi gönüllü olarak gönderdik, bir milyon kişiyi daha göndereceğiz” dedi.
Şimdi seçimleri geçtik, iktidar önceden “muhalefet baskı yapıyor, biz de muhalefetin etkisini kırmak için gönderiyoruz” diyordu. Seçimlerden sonra Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Meral Akşener’in bu konuda sesi çıkmaz oldu. Açıkçası artık muhalefetin mülteci konusunda herhangi bir sözü yok ama bir anda iktidarın sesi ve diğer uygulamalar ortaya çıktı.
İktidarın belediye seçimleri için şimdiden, özellikle İstanbul ve Ankara için propaganda yaptığını düşünüyorum. Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz hafta perşembe günü “Halkımız gelecek dönemde ya da yakın günlerde düzensiz göçmenle mücadelemizin etkisini görecek” dedi, 17 Temmuz’da da başka bir açıklamasında “Suriye ile kapıyı kapama gibi bir durumumuz söz konusu değil, kapı açık” dedi ama devamında da “Şu anda Suriye’de Esed, maalesef Türkiye’nin Kuzey Suriye’den çıkmasını istiyor. Böyle bir şey olamaz. Çünkü biz orada terörle mücadele ediyoruz. Yani, sınırlarımızda bu teröristler varken biz nasıl çıkarız?” dedi.
Bu sözler çok önemli aslında, her şeyi ortaya koyuyor; mademki Suriye’nin kuzeyi hâlen terör tehdidi altında, niçin Suriyeli sığınmacılar “güvenli bölge” diyerek Suriye’nin kuzeyine gönderiliyor?
25 Haziran’da 130 sığınmacı, Öncüpınar sınır kapısından sınır dışı edildi. Bu insanlar Elbeyli’den sınır kapısına gönderilmeden iki üç saat önce Rus uçakları İdlib, Cisr el Şuğur bölgesini bombaladı ve on bir kişi hayatını kaybetti. Demek istediğim, güvenli bölge deyip insanları sınır dışı ettiğimiz bölge hâlen bombalanıyor. Nasıl diyeyim, burada bir terslik var.
Şöyle durumlar da yaşanıyor, geçen sene Suriye’nin kuzeyine Afgan, İranlı mültecileri de gönderdiler.
Doğru mu anladım, Suriyeli olmayan göçmenleri de mi Suriye’ye gönderiyoruz?
Evet, tespit edilen vakalar var elimizde, geçen sene altı Afgan, iki İranlı ve hatta 2019’da (yine bir operasyon olmuştu) bir Türk vatandaşı İdlib’e gönderildi. Urfalı arkadaşlarımızdan biri, evinden çıkmış kimliği cebinde değil, biraz da esmer olunca “arkadaşlar Suriyeli değilim” dese de Türk olduğuna inanmamışlar. Önüne geleni oraya göndermek şu demek; artık Göç Başkanlığı Suriye’nin kuzeyini kapalı bir cezaevi gibi görüyor.
Ben artık şöyle düşünüyorum, önümüzdeki yıl sonuna kadar geri gönderme merkezleri tamamen dolacak. Hatta bazı yerlerde geçici barınma merkezleri de açılabilir. Göçmen ve mültecilerin sınır dışı edilmesi hızlanacak. Bakan Yerlikaya ve Başkan Davut Gül düzensiz göçmen diyorlar ama bu aslında geniş bir kavram.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, düzensiz göçü şöyle tanımlamış: “Yabancıların yasadışı yollarla Türkiye’ye girişi, Türkiye’de kalışı, Türkiye’den çıkışı ve Türkiye’de izinsiz çalışmasıdır. Eğer bir yabancı yasadışı yollarla Türkiye’ye girerse düzensiz göçmendir. Aynı şekilde vizesi, vize muafiyet süresi ya da ikâmet süresi bitmesine rağmen Türkiye’de kalmaya devam ediyorsa düzensiz göçmendir. Bizim mevzuatımız da uluslararası hukuk da düzensiz göçmeni böyle tanımlar. Düzensiz göçle mücadele kapsamında bu yabancılar tespit edilir, yakalanır ve sınır dışı edilir. Bizim yaptığımız da bu.” Siz devam edin lütfen…
Şunu ortaya koymamız gerekiyor, düzensiz göçten öte düzensiz bir sistem var. İki örnekle anlatayım. 10 Şubat 2022’den itibaren turizm vizesiyle gelip -mülteci, sığınmacı ya da göçmen değil- süresi biten yabancılar için artık ikamet izin verilmiyor. Bakan Yerlikaya’nın dediği gibi İstanbul’da bazı mahalleler kapandı. Şimdi mahalleden Afrikalı ya da Türkmenistanlı, Özbekistanlı bazı arkadaşlarımız var; ikamet izni için başvuruda bulunmuşlar, beş altı aydan bugüne kadar herhangi bir cevap gelmemiş. Kimisine cevabı ret gelmiş, adam diyor ki “Kendim gidiyorum, dosyamı hazırlıyorum, her şey tamam. Ama ikamet izni vermiyorlar. Sonra polis durduruyor ‘ikamet iznin yok’ diyor.
İkinci örnek: Özellikle tekstil sektöründe Merter ve Zeytinburnu, ayakkabı sektöründe Aykosan ve Aymakoop sanayi sitelerinde yoğunlaşan Suriyeli firma sahipleri var. Firma sahibi Suriyeli sığınmacı, geçici koruma kimliği İstanbul ya da (Antep, Kilis, Urfa gibi) başka bir ile bağlı. Ama adam yıllardır İstanbul’da çalışıyor, iş yeri var, şirketi var. Beş altı yıldır bir ay içinde aldığı çalışma iznini, 2023 Ocak ayından itibaren yaptığı yenileme başvurularına ret geldi. Bu konuyla ilgili bir haftadır görüştüğümüz Küçükçekmece ve Fatih’te muhasebe ofislerinin söylediğine göre; yıllardır işleyen, işçilerini sigortalı çalıştıran, vergilerini ödeyen, yıllardır herhangi bir idari ceza verilmemiş firmalar çalışma izinlerini yenilemek için başvurduğunda gerekçesiz, tamamen keyfi ret veriliyor. Başvuran şahıs diyor ki “İşte benim dosyam, beş yıldır İstanbul’da çalışıyorum. Şu da firmam, şurada iş yerim…” her şey yasal, dosyasını veriyor. Sonra kalkıp bu insanlara diyorsun ki “Senin İstanbul’da kalman yasa dışı!” şimdi sen bir insanı kendi elinle yasa dışı yaptın.
Suriyeli olup da çalışma izni başvurularına keyfi ret cevabı alanlarla ilgili bir sayı var mı?
Şimdi Türkiye’de, Suriyeli yatırımcıların üç mekânı var, İstanbul’da Esenyurt-İkitelli, ikincisi Mersin, üçüncüsü de Antep. Araştırma raporları İstanbul Ticaret odasına verildi. Kısa bir bilgi aktarayım rapordan: 2.486 yatırımcı, 712.906.005 TL sermaye vaadi ve %8,88 pay ile Suriyeliler, İstanbul’da 2022 yılında yatırım yapan yabancılar arasında -Lüksemburg’dan sonra- ikinci sırada; %20,71 paya sahip hizmet sektöründe Alman ve İranlı yatırımcıları yine Suriyeliler takip ediyor; yatırımcı sayısı 457 ve sermayeleri 146.819.705 TL.
Toplam Yabancı Sermaye içerisinde %19,90 pay alan perakende sektöründe ise 642 yatırımcı ve 197.299.800 TL sermaye ile Suriyeliler birinci sırada.
Son iki yılda şahsen tanıdığım yatırımcılardan ikisi Mısır’a gitti, dördü de Romanya’ya taşındı. Yatırımcıların çoğu kaçmaya başladı artık, çoğu Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Mısır’a taşınmaya başladı. Millet korkuyor, biraz önce bahsettik, düzensiz bir sistem var. Bu kadar yatırım yapan insanlar hem kendisi hem de işçileri için çalışma izni başvurusunda bulunuyor, işçilerin yarısına veriliyor yarısına verilmiyor. Suriyeli yatırımcıların Türkiye’den uzaklaşmasının ikinci sebebi artan ayrımcılık, ırkçılık atmosferi…
Göç İdaresi, İstanbul’da 39 ilçenin yabancıların ikametine kapatıldığı iddialarına karşılık yaptığı açıklamada, yalnızca on ilçe ve elli dört mahallenin ikamete kapandığını, diğer ilçelerdeki %20’ye kadar yoğunluk analizlerinin devam ettiğini söylüyor. Sizin gözlemleriniz ne yönde?
Bu mahalle kapatmalar, Mayıs 2022’de, Ankara Altındağ olaylarından sonra, kararlaştırılan seyreltme projesinin sonucu olarak ortaya çıktı. Peki bu neye sebep oldu? Misal bir Suriyeli aile, altı yıldır Küçükçekmece Mehmet Akif Mahallesi’nde ikamet ediyor. Mehmet Akif ve Atatürk Mahallesi arasında bir cadde var. Atatürk mahallesi yeni sığınmacılar için kapalı. Ev sahibi gelip diyor ki “Şu anki kiran 4.000 TL, ya 10.000 TL verin ya da çıkın” Ailenin 10.000 TL verme imkânı yok. Kira meselesinde herkes bu durumu yaşıyor, ben de yedi yıldır aynı ilçede yaşıyorum. Suriyeli aile, Mehmet Akif Mahallesi’nden Atatürk Mahallesi’ne taşınmak istiyor. Aslında Atatürk Mahallesi’ne gidiyor, adres kaydı açması engelleniyor. Nüfus müdürlüğüne gidiyor, memur diyor ki “Burası kapalı, seni kaydedemem” Suriyeli sığınmacı yeni gelenlere kapalı olduğunu hatırlatıp “ben altı yıldır bu ilçedeyim, sistemde kayıtlı görebilirsiniz” diyor. Memur ısrarla “Sana bu mahallede adres açamam,” diyor. Bu noktada bizi arayan sığınmacı arkadaşımıza diyoruz ki “Tamam, sen bir on dakika otur, tekrardan sıra al. Başka bir memurla görüş. Hocam diğer memurla işi çözülüyor. Ne yazık ki aynı noktaya, keyfi ve şahsi muameleye geliyoruz. Aslında en büyük sorunlardan biri bu.
Bence bu durum sadece Suriyeli sığınmacılarla alakalı değil. Normal vatandaş da bazı devlet kurumlarında aynı durumu yaşıyor. Aynı masada iki memur var, birisinin keyfi yerinde değil yapmıyor diğeri olur, diyor. Ama son dönemlerde devlet kurumlarında çalışan bazı memurlar da Suriyeli sığınmacıya yönelik dışlama, ayrımcılık atmosferine kapıldılar maalesef. Meselâ hatırlıyorum, iki ay önce Suriyeli bir aile, Beyazıt Yabancılar Şubesi’ne gitti; kadının kucağındaki iki yaşındaki çocuk ağlıyor. Sancısı mı var, hasta mı artık nedense… Memur kimliklerini dondurunca aile beni aradı “Sebep nedir, bir hata mı yaptınız, ceza mı var?” dedim. Yok, sırası geldiğinde kucağında çocuk niye ağlıyor diye oradaki muvazzaf memur sinirlenmiş, susturmasını istemiş ama çocuk susmuyor. Memur “Ben sizi kimliklerinizi iptal edeceğim. Gidin yeniden bir randevu alın. Benim yanıma sakın gelmeyin” diyor. Maalesef böyle keyfi muameleler son zamanlarda çok yaşanıyor.
Geçici koruma sistemi 2013-2014 yılında aslında inşa edildi. On yıl geçti ama gerçekten şu ana kadar açık ve net ve belli bir madde, kanun ortada yok. Yani sığınmacı toplumu olarak biz kendi haklarımızın ne olduğunu açık ve net olarak hâlâ bilmiyoruz, aynı şekilde memurları yetkileri nedir onlar da belli değil. Biz birçok STK’yla bu konuyu Göç Müdürlüğü’ne ilettik, dedik ki “Geçici koruma sisteminin kanuni maddelerini çıkartın, Arapça’ya çevirin ve Suriyeli sığınmacılara tanıtın. Deyin ki senin haklarını şunlardır.” Geçici koruma sistemi herkes için meçhul bir sistem. Yani bir sığınmacı yabancılar şubesine giderken ne yapabilir, ne talep edebilir? Bunları öğrenmesi çok önemli. On yıl geçti hâlâ ortada bir şey yok maalesef.
Peki Göç İdaresiyle ya da İçişleri Bakanıyla görüşme talebinde bulundunuz mu? Bir araya gelip yüz yüze konuşabiliyor musunuz?
Aslında biz Göç Müdürlüğü olsun, Göç Başkanlığı olsun, İçişleri Bakanlığı yetkilileri olsun sık sık görüşüyoruz ama o toplantıda konuşulan konular, iletilen talepler masaüstünde kalıyor maalesef.
Bugünlerde Türkiye’nin sınır kapılarından günde kaç Suriyeli sınır dışı ediliyor?
Hatay-Cilvegözü, Kilis-Öncüpınar, Akçakale (Telabyad da diyoruz) en yoğun ve önemli sınır kapılarımız. Yetkililerden gelen bilgiler ve bizim tespitlerimize göre günde beş yüz civarında Suriyeli sınır dışı ediliyor. Diğer sınır kapılarından gönderilenleri de katarsak en az beş yüz kişi gönderiliyor.
“Gönüllü geri gönderme”ler bu hızla devam ederse iş gücü sıkıntısı nedeniyle üretim ve hizmet sektörünün olumsuz etkileneceği söyleniyor, bu mümkün mü?
Evet, son günlerde bazı sanayi müdürlerinden ve iş verenlerden böyle sesler çıkmaya başladı. Suriyeli sığınmacılar gönderilirse çalışacak işçi kalmaz, üretim konusunda sıkıntı yaşarız, deniyor. Bazen hükümet ve bakanlar da benzer açıklamalar yapıyor. Keşke üretim sıkıntısından bahsetmeden önce bu insanların yıllardır çalıştıkları alanlarda yaşadığı haklarla ilgili sıkıntılarını konuşsaydık.
Geçen hafta İkitelli Demirciler Sanayi Sitesi’nde bir sanayi müdürüyle görüştüm, o da aynı şeyi söylüyor; “Taha hocam buradaki Suriyeli sığınmacılar ağır işlerle çalışıyor. Bizim gençler bu işlerde çalışmaz. Suriyeliler giderse buradaki işlerimiz durur.” Ben de ona “Yılmaz Bey, buradaki Suriyeli sığınmacı işçilerin kaçta kaçının sigortası yapılmış” diye sorunca %2 cevabını aldım. Niye yapmadınız? Neymiş sigorta yapılırsa ek masraf çıkacak, en az asgari ücret ödenecek, sigortası yatırılacak. Demek istiyorum ki biz bu insanların sınır dışı edilmesine değil, gidenlerin yerine ucuz işçi bulamayacağız diye ağlıyoruz.
Anlattıklarınızdan sığınmacı işçiler aleyhine kurulmuş bir sistem var anlamı çıkabilir…
Tamamen öyle. Üretim sıkıntısını konuşmadan önce; onu da geçtim, ortaya çıkacak üretim sıkıntısıyla birlikte o insanların alamadıkları haklarını da konuşsaydık keşke. Ben şöyle tahmin ediyorum, önümüzdeki günlerde bazı hükümet yetkilileri çıkıp yine Suriyeli işçilerin burada katkıları çok büyüktür açıklamaları yapabilir. Ama aynı hükümet istese bu insanların sigortalarının düzenli yatırılmasını ve diğer yan haklarının verilmesini sağlayamaz mı, sağlar. Peki neden yapmadı? Burada şöyle bir şey var; işverenlerin lobicilik ortamı var. Sanki hükümetle işverenler arasında şöyle bir gizli anlaşma var: Sessiz kalın, bunlar ucuz işçi alanında kalsınlar. Burada yine sömürülme noktasına geldik. Ben bu insanların haklarını sömürüyorum, gittiklerinde arkalarından ağlıyorum. İnsan için değil ama ucuz iş gücü alanı boş kaldı diye.
Hatta biz bir dönem bazı sendikalarla konuştuk, meselâ DİSK ile konuştuk. Seçimlerden sonra geri göndermelerin artacağını tahmin ediyorduk. Tam bir sene önce, geçen sene Temmuz ayında dedik ki “Arkadaşlar sizin yeni sistem oluşturmanız gerekiyor.” maalesef ne çalışma izni konusunda ne sosyal haklar konusunda bir şey yapıldı. Sonra deprem oldu, iki ay sonra Nisan’da yine görüştük DİSK’le ve KESK’le de görüşmemizde “Deprem bölgesinde yeniden imar projeleri çıkacak. Bu projeler en azından üç dört yıl, beş yıl sürecek. İnşaatlarda ağır işlerde çalışacak işçimiz yok. Peki, siz Suriyeli sığınmacılara ya da Pakistanlı ya da Afganlara, gelin yasal düzenleme yapın. Bizim 1961’ Türkiye’den Almanya’ya giden işçi sözleşmesi gibi bir şey yapın. Hem sığınmacıların burada kalmaları yasal olur hem de sen de bir devlet olarak bu insanlardan faydalanırsın. Hükümet olarak da kendi halkına, ‘Bunlar göçmen ama biz bunlardan faydalanıyoruz,” denir önerisini götürdük. Maalesef yine konuştuklarımız masada kaldı.
Cevabı tahmin etsem de sormadan geçemeyeceğim, sendikalı Suriyeli işçi var mı?
Çok az. Vatandaşlık alanlardan var ama geçici koruma kimlik statüsünde bulunanlar, yaşamlarının daha da zorlaşacağını düşünerek sendikaya girmekten korkuyorlar. Türkler bile sendikalaşmaktan çekinirken sendika konusu şimdilik uzak.
Depremden etkilenen illerdeki Suriyeli göçmenler şu anda ne yapıyorlar, ne durumdalar?
Mayıs ayında bir rapor yazdım. Depremden etkilenen hükümet tarafından ilan edilen on ilimiz var. Şimdi Göç Başkanlığının verilerine istinaden, bu illerde bir milyon yedi yüz bin Suriyeli sığınmacı vardı. Depremde Suriyeli sığınmacının kimisi ağır, kimisi hafif bir şekilde etkilendi. Antakya merkez, Kırıkhan, Nurdağı, İslâhiye, Maraş, buralar depremden sonra yerler bir oldu maalesef. Saydığım bölgelerde dört yüz bin civarı Suriyeli sığınmacı evsiz kaldı. Birçoğu İzmir, Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlere göç etmek zorunda kaldı. O dönemde Göç Başkanlığı tarafından bu insanlara yol izin belgesi verildi. Altmış gün sonra yenilendi. Bir altmış gün daha geçti ve yol izinlerinin üçüncü yenileme dönemine gelindiğinde, Göç Müdürlüklerine ya da Yabancılar Şubesine giden insanlar şöyle bir durumla karşı karşıya kaldı: “Evin ağır hasar görmüşse yol izni belgesi alabilirsin ama orta ya da hafif hasarlıysa yol izni belgesi vermeyeceğiz ve sizin burada kalmanız artık yasa dışı.”
Şimdi mesele şurada, depremden etkilenen bir Suriyeli sığınmacı aile ya da örnek Türk aile olsun, diyelim ki Antakya’da, Maraş’ta kirada yaşıyordu. Depremden sonra evini bıraktı İstanbul’a geldi. Sonra geri dönmek zorunda kaldı; evinde şu an depremden etkilenen ev sahibi yaşıyor. O bölgelerde şu an ev sıkıntısı var, Türk vatandaş bile kalacak yer bulamıyor.
Deprem sonrasında maalesef Ümit Özdağ’ın “Suriyeliler yağma yapıyor, hırsızlık yapıyor” söylemi de ayrımcı atmosfere güç verdi. Artık Suriyeli sığınmacıya kimse ev vermiyor. Yani şurası muhakkak, Suriyeli sığınmacı kendi ilçesine, mahallesine dönse de ev bulamayacak.
Yol izni belgesi yenilenmiyor, geriye dönse gidecek evi yok, peki bu aileler ne yapacak?
Bu ailenin adres kaydı ya dondurulacak ya iptal edilecek. Her iki türlü de geçici koruma kimliği zarar görecek ve o da iptal edilecek. Sonra ne mi olacak; diyelim ki yolda izde bir polis çevirirse adres kaydı dondurulduğundan direkt bulunduğu ildeki geri gönderme merkezine gönderilecek. Şu anda birçok insan bu sıkıntıyı yaşıyor. Korkuyorum ki Suriyeli sığınmacı depremzedeler, Göç Başkanlığı tarafından gönderilecek bir milyon sığınmacının bir parçası olabilir.
Yani insanlara yol izni belgesi verme, hayatlarını zorlaştır artık burada dayanmayacak hâle gelsin; ne mesken var, ne ev var, ne de bir şey var. Ne yapsın ya Avrupa’ya gidecek ya da Suriye’ye dönecek. Sonradan Göç Başkanı diyecek ki “gönüllü” döndüler.
Peki, siz de hem Suriyeli hem de Türkiyeli STK’larda çalışıyorsunuz; sayfalarca anlattığınız bu sorunlarla ilgili sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Net ve şeffaf bir şekilde konuşalım. Şimdilik Suriyeli toplumun Türkiye’ye geldiği ilk yıllardan itibaren sivil toplum kuruluşları, insanların ihtiyaçlarını karşılamak, gıda yardımları, giyim, tercüman, okula kaydetme konusunda gayet insani bir görev yaptı. Ama aradan on yıl geçti, maalesef bizim sivil toplum kuruluşlarının çoğu sığınmacılar konusunda hâlâ 2012-2013 yılındaki uygulamalarda kaldı. O yıllarda doğan çocuklar bugün on yaşında; on yaşında sığınmacı olarak gelen bir çocuk yirmi yaşında ve belki de baba oldu artık. Burada doğup Suriye’yi hiç bilmeyen çocuklar var. İhtiyaçlar, gereklilikler çok farklılaştı.
Geçen Suriyeli STK’larla görüştüğümde aramızda şöyle bir tartışma geçti: Deprem olduğunda Türkiye’de en azından sekiz yüz Suriyeli STK var, sekiz yüz STK’nın tümü gıda ve giyim yardımına yöneldi. Şunu ilettim “Bakın arkadaşlar bu insanların kayıp akrabaları var, vefat eden akrabaları var. Enkaz altından çıkartılan insanlar var… Bu insanların geçici koruma kimliği kayıp oldu, hâlâ daha DNA testi yapılamıyor, bunlarla ilgilenelim.”
Depremden önce de aynı durumu yaşıyorduk; 2021-2022 yılında herkes, STK’ların yüzde yüzü entegrasyon projesi alanında çalışıyor. O zaman da defalarca anlatmaya çalıştım: Artık bir ayrımcılık, ırkçılık atmosferi o kadar yüksek noktaya geldi ki, Suriyeli sığınmacıların hukuki ve kanuni destek projelerinin çalışılması gerekiyor. Tabii ki gıda paketi, maddi yardım, entegrasyon projeleri her zaman önemli ama şu noktada hukuki ve kamuoyu destek konusu da çok önemli.
Ayrıca Türkiye’de altı yedi adet Suriyeli, insan haklarında çalışan STK’lar var ama yıllardır Türkiye’de yaşayan Suriyeli sığınmacıların uğradığı hak ihlallerini gösteren bir rapor çıkmadı. Bir Suriyeli sığınmacı, diyelim ki işte ayrımcılık, ırkçılık vakasına maruz kaldığı zaman herkes geri duruyor. Tabii ki ben de şunların farkındayım; birincisi herkes Göç Başkanlığının ve hükümetin şemsiyesi altında çalıştığından, hükümete ilişirsek başımıza iş gelir, fon kesilir korkusuyla sessiz kalıyor. Ben bazen böyle heyecanlı konuşurum, maalesef mültecilerin durumu artık kara borsa oldu. Mülteciler adına çalışan yüzlerce STK ortaya çıktı. Buralarda çalışan insanların durumu düzeldi, evi arabası oldu. Mülteci de mülteci konumunda kaldı.
İkinci noktaya gelelim; sadece Türkiye’de değil bütün ülkelerin bazı yerlerinde söze dökülmeyen bir gizli politika var: Sığınmacıyı sığınmacı, mülteciyi mülteci, göçmeni göçmen konumunda tut. Üçüncüsü de geçen yıl Cumhurbaşkanı’nın yaptığı “Bir milyon Suriyeli sığınmacı kardeşimizi gönüllü olarak göndereceğiz” açıklamasından sonra şunu tespit ettim; STK’lardan bazıları -hepsi değil tabii ki- Suriyeli sığınmacı toplum meselelerinden elini çekmeye başladı. Şimdiki hedef şudur: Suriyeli sığınmacıya yardım etmeyin, yalnız bırakın, kendisini Türkiye’de yalnız hissetsin, buradan bıksın artık kendi kararıyla Suriye’nin kuzeyinde dönsün.
Bu tespitin gerçek bir vakıa olduğu ortada çünkü geçen seneler, 2018’den bu seneye kadar gerçekten biz bir STK’dan hukuki bir yardım istediğimiz zaman herkes bize destek veriyordu. Son bir yıl içerisinde diyelim ki bir sığınmacı ırkçılığa, ayrımcılığa maruz kaldı, aynı STK’lara gittiğimizde “Taha hocam kusura bakma, bir şey yapamayız ama yine de başvuruda bulunsun” diyor. Tamam, başvuruda bulunsun da adam sınır dışı edilecek.
Uluslararası kurumlardan Türkiye’deki Suriyeliler ve diğer mültecilerle ilgili destek alıyor musunuz?
Onlar raporlama yapıyorlar ama yetersiz kalıyor. Türkiye’deki insan hakları ihlallerinden çok mültecilerin Suriye’ye gönderilmemesiyle ilgili çalışıyor. Meselâ 16 Eylül 2022’de Birleşmiş Milletler komisyonunun Suriye raporunda şu sonuç çıktı: Suriye’nin tamamı şu an mültecilerin dönmesi için müsait değil çünkü bütün Suriye coğrafyasındaki şartlar hâlâ uygun değil. Ama şöyle düşünüyorum BM’nin bazı kanalları ve Türkiye hükümeti arasında da sanki bir anlaşma var. Şöyle: Biz Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların insan haklarından bahsedersek yarın Türk hükümeti, Suriyeli sığınmacıları yine tehdit malzemesi olarak Avrupa’ya karşısına çıkartabilir. Çünkü hatırlıyoruz ki iki yıl önce insanlar toplanıp sınır bölgesine bırakıldı. O nedenle maalesef hak kaybına uğrayan, ezilen sonunda kim oluyor; en zayıf halka Suriyeli sığınmacıdır.
Son olarak özetleyecek olursak, İçişleri Bakanlığı’ndan Göç İdaresinden Türkiye’den beklentiniz nedir? Ayrıca Türkiye halkından beklentinizi de sormak istiyorum.
İçişleri Bakanlığı ve Göç Başkanlığından talebimiz şudur; on yıldır düzenlenmeyen geçici koruma statüsünün düzenlenmesi; ikincisi 2016 yılında, Türkiye’de bulunan 1.000.000 Suriyeli sığınmacının Avrupa ülkesine yerleştirilmesi konusunda AB ile sözleşme imzalanıp iki tarafta yaşanan sorunlar yüzünden iptal edilen anlaşmanın tekrar hayata geçirilmesi. Bu gerçekleşirse hem Suriyeli sığınmacı toplumu hem Türkiye faydalanır.
Ortada böyle bir anlaşma, mevzuat varken BM’nin de kabul ettiği gibi hâlâ tehlikeli bölge sayılan Suriye’nin kuzeyine göndermek yerine Avrupa’ya gönderilmesi daha mantıklı. Şu an Suriye’nin kuzeyinde 7.000.000 insan var; işsizlik, güvensizlik, istikrarsızlık durum çok kötü.
Türk halkımızın da keşke siyasetten biraz uzak kalsa ve Suriyeli komşusuyla oturup konuşsa, buraya hangi şartlarda geldiğini anlamaya çalışsa. Sığınmacıları hedef alıp “niye gitmiyorsunuz, ne zaman defolacaksınız” diyen insanların ve siyasetçilerimizin bir gün de Suriyelileri buraya getiren sebebe itiraz ettiklerini görmedim.
Birleşmiş Milletler raporları açık ve mevcuttur: Suriye’de Esed rejimi, kendi halkını kimyasal silahla vurdu. Orada bir diktatör rejimi var ona rağmen maalesef, bizi hedef alan taraflar, keşke bir gün, bir defa Esed rejimini hedef alsalar. Şimdi Türk halkı şöyle sanıyor: İşte Suriyeli, Arap sığınmacılar Türkiye’ye geldi. Bize diyorlar ki -çok özür dilerim ama bu sözleri biz duyuyoruz- Türkiye’ye, İstanbul’a geldiniz. Burada deniz var, metro var, uçak var, araba var, parayı gördünüz artık Suriye’ye dönmezseniz.
Keşke Ukrayna’ya, Zelinski’ye verilen desteğin yüzde beşi Suriye’nin muhalif askerlerine verilseydi, Esed rejimi bir günde düşerdi. Esed rejimi düştüğü gün -aslında Birleşmiş Milletler’in maalesef yine uygulanmayan bir Astana kararı var; BM üyelerinin tamamı imzaladı ama uygulanmadı- Esed rejim giderse Türkiye’de yaşayan Suriyeli sığınmacıların yüzde yetmişi, sekseni geri döner. Türk vatandaşlığı alanlara da döner çünkü bir insan kendi köyünden, kendi evinden, kendi şehrinden çıktıktan sonra illaki bir gün geriye dönmeyi ister.
Açık ve net evlerimiz taş taş üstüne olsa çadırın içerisinde ama güvenli olsa yine döneriz. Bizi şu an engelleyen bir Esed rejimi var: Bizim Suriye’de düşmanımız, işgalci ülke değil. Bizim karşımıza bizim kendi askerimiz çıktı. Halk bir devrim yaptı ve halkı yalnız bıraktılar. “Emevi camisinde namaz kılacağız, korkmayın arkanızdayız” açıklamasından tut bizi yarı yolda bıraktılar. Halep’in doğusu Rusya’yla anlaşılıp Esed rejimine teslim edildi. En büyük göç dalgası o dönemde geldi.
Demek ki tekrar şu noktaya geldik: Suriye halkı maalesef yalnız bırakıldı ve acısı üzerinde bir siyasi meydan açıldı. İnsanlar denizlerde ölüyor, insanlar Türkiye’de ölüyor, sınırlarda ölüyor kimse sormuyor. Ama bizim Türk halkımız hâlâ diyor ki “Niye savaşmadınız?” Kiminle savaşacaksın, senin karşında kendi köylün, kardeşin, akraban var… Üzerinde Rus uçakları var, İran güçleri var, Esed rejim güçleri var. Kalaşnikofla mı karşı koyacaksın? Bir daha sormak istiyorum, Ukrayna halkına, askerine verilen destek Suriye halkına niye verilmedi? Niye Suriye halkı yalnız bırakıldı? Hama’da, Guta’da katliam yapıldı ama maalesef kimse bunları sormak, öğrenmek ve dinlemek istemiyor.