2015 yılında İtalyan enerji devi Eni, Mısır açıklarında dünyanın en büyük doğal gaz yataklarından birini bulduğunu açıkladı.
Sisi hükümetiyle anlaşmalı firmanın Mısır kıyılarından 150 kilometre açıklarındaki Zohr sahasında bulduğu rezerv yüzeyin 1450 metre altındaydı, 100 kilometrelik alana yayılmıştı ve 850 milyar metre küpe yakındı.
Bu, BAE ve Suudi Arabistan’a bağımlı hale gelmiş, hem siyaseten hem de ekonomik olarak zor durumdaki darbeci Sisi yönetimi için rüya gibi bir haberdi.
“Bu Mısır’a Allah’ın hediyesi” dendi, “Arap dünyasının lider ülkesi” nutukları atıldı.
Rezerv için büyük masraflar edildi, Amerikalılardan, Ruslara herkese projeden bir miktar dağıtıldı ve nihayet 2018 yılında Zohr havzasında üretime başlandı.
Üretime başlamak için düzenlenen görkemli törende kürsüye Sisi çıktı.
Ama eline geçen bu fırsatı bile halka ümit vermek için değil, korku salmak için, düşmanlarına çatmak için kullandı.
Zohr gaz sahası gibi projelerin ülkede güvenlik ve istikrar olmazsa mümkün olamayacağından meseleye giriş yaptı, “şeytanlar” dediği iç ve dış düşmanların ülkenin altını oymaya çalıştığını söyledi, sorumsuz yayıncılık yapan medyayı eleştirdi, 25 Ocak 2011’de Mübarek’i alaşağı eden devrim sonrası yaşanan kıtlıkları, gaz, petrol kuyruklarını hatırlatıp, “Bir daha bunu asla başaramayacaksınız, beni tanıyorsunuz, asla denemeyin” diyerek halkı tehdit etti, ülkenin istikrarını Mısır ordusuna ve kendi sağlığına bağladı, “Ülkenizde istikrarsızlığa neden olursanız, ülkeyi çökertirsiniz, emin olun ben sadece faniyim, birdenbire ölebilirim, Mısır’ın güvenliğinden tek sorumlu sizsiniz” diye ordusuna seslendi.
Muhtemelen bu berbat konuşmayı dinleyen ve ülkedeki mevcut durumdan memnun olmayan Mısırlılar, Akdeniz’deki en büyük gaz rezervinin ülke kıyılarında çıkmasına sevinememiştir.
Muhakkak ki Müslüman Kardeşler gibi yeraltına çekilmiş grupların mensupları, sempatizanları bu gazın Sisi’nin iktidarını uzatacağını düşünüp üzülmüşlerdir.
Tabii ki Türkiye Mısır değil. Demokratik seçimlerle iktidarların değiştiği, meşruiyet sorunu olmayan bir yönetime sahip, hala her şeye rağmen meselelerini konuşabilen, güçlü bir muhalefetin olduğu bir açık toplum Türkiye.
Ama Mısır kadar olmasa da kutuplaşmış bir toplumda yaşıyoruz.
Demokrasiden, hukuktan, özgürlüklerden uzaklaştıkça, toplumsal kesimler de birbirinden uzaklaşıyor, güvensizlikler artıyor.
Böyle bir ülkeden sevinçte-tasada bir örnek toplum performansı bekleyemezsiniz.
Sevinçte bir olabilmek için tasada da bir olabilmek gerekir.
Ama uzun süredir bu ülkede birilerinin tasası diğerlerinin sevinci olmuş durumda.
Bu ruh halinden insanları gaz bulundu diye bir anda çıkaramazsınız.
Dün zillet ittifakı kurmakla, terör örgütleriyle, dış güçlerle işbirliği yapmakla suçlanan muhalefeti, bugün “şimdi birlik olma”ya çağıramazsınız.
Neredeyse iç düşmanlar gibi “onlar” diye bahsedilen insanları, canınız öyle çektiğinde “biz” olamadıkları için suçlayamazsınız.
Demokrasi, tavizler, geri adımlar, uzlaşmalar üzerine kurulmuş iktidarı paylaşma rejimidir.
Doğalgaz müjdesinin açıklanacağı gün, adını bile pek çok kişinin ilk kez duyduğu, yanındaki pembe köşk çay bahçesinin müdavimleri dışında kimsenin cami olmasını talep etmediği, her duvarında mozaikler, freskler olan Kariye’yi bile müze olarak bırakmayıp, masadaki her şey benim, paylaşmayacağım mesajı veren bir iktidarın, sevinçlerin paylaşılmamasından şikayet etmeye pek hakkı kalmaz.
Demokrasilerde iki his insanların iktidarlara rızasını artırır; iktidarların geçici olması, muhalefetin iktidar üzerindeki etkisi. Ama uzayan ve otoriterleşen iktidarlar bu hissi yok eder. Kendilerine oy vermeyen ama rıza gösteren insanların oranı düşer. Muhalifler için geriye tek bir yol kalır; iktidarın gitmesini istemek. Türkiye’de 18 yıllık bir iktidar var, bu iktidar giderek sertleşiyor, parti-devlet haline geliyor. Muhalifler artık iktidarın kendilerini duymadığını düşünüyor. İktidarın ilk seçimde değişmesi her şeyin önüne geçiyor. Böyle bir demokraside, muhalifler iktidarın elini güçlendirecek, ömrünü uzatacak herhangi bir gelişmeden memnun olmazlar.
Yine de bütün bunlara rağmen vatanseverlik duyguları baskın geldi.
Üç tarafımız petrol, doğalgaz rezervleriyle çeviriliyken yıllarca bizde çıkmamasının yarattığı tarihsel milli yara depreşti.
Maaşlarını dolarla almayan ama dolarla birlikte doğalgaz faturalarının, elektrik faturalarının, benzin masraflarının yükseldiğinin farkında olan tecrübeli vatandaşlar, dolara verilmeyecek her metreküp doğalgaz haberiyle mutlu oldu.
Muhalefet partilerinin liderleri, muhalefetin önde gelen figürleri, İstanbul ve Ankara’nın belediye başkanları, muhalif gazeteciler Türkiye’nin hepimize ait denizlerinde bulunmuş bu gaz için sevinçlerini bildirdi ve hükümeti tebrik ettiler.
Ama bu mutluluk ve sevinç yetmedi.
Gazın bulunduğu açıklamasının hemen sonrasından itibaren muhaliflerin sevinmediği yazılmaya başlandı.
Neredeyse bazıları kimin sevinip sevinmediği hafiyeliği yapmaktan kendi sevincini bile yaşayamadı.
Televizyondaki tartışmalarda usulünden bir kaç teknik konuşma ve uzman görüşünün ardından konu beşinci dakikada “birilerinin” sevinmediğine, kendi ülkesinin başarısından rahatsızlık duyanlara getirildi.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik “Ülkemizin başarısıyla gururlanamayanlar ve milletimizin sevinciyle sevinemeyenler var. Onlara da ülkemizin başarısıyla gururlanma ve milletimizin sevinciyle sevinme duygusu “nasip” olmasını diliyoruz” dedi.
İktidara yakın gazeteler, “Muhalefette gaz sancısı”, “Sevinemediler”, “Hazımsızlar”, “Türkiye doğalgaz buldu, Biden’in dostları suspus oldu”, “Karadeniz’de gemileri battı” başlıklarıyla çıktı.
Peki neden bir ülkenin vatandaşları böyle bir haber karşısında yeterince sevinmez?
Bu sevince gölge düşüren pek çok etken vardı çünkü.
En başta “doğalgaz bulundu” hikayesi yalancı çoban hikayesine dönmüştü.
Son sekiz yılda her seçim öncesi Türkiye’nin farklı bölgelerinde bulunan doğal gaz miktarı 21 trilyon metre küpe ulaşmıştı. Bunun 20 trilyonu geçen yıl yerel seçimlerden önce Ahaber tarafından Tekirdağ’da bulunmuştu. Rakamlara bakılırsa Türkiye’nin dünyada Rusya, İran ve Katar’dan sonra dördüncü doğalgaz ülkesi olması gerekiyordu. İnsanlar doğal olarak habere kuşkuyla yaklaştılar.
Bütün dünyaya gaz satmasına rağmen cari açığı yüksek olan, ekonomisini doğrultamamış ülke örnekleri ortada dururken “Cari açığı gündemimizden çıkaracağız“ gibi abartılı açıklamalar bu gazla ekonomideki kötü gidişatın üstü örtülüyor izlenimi yarattı.
Doğalgaz müjdesinin açıklandığı tören, ekonomideki gidişatla ilgili halka “Siz dolarla mı maaş alıyorsunuz?”, “Milli ekonomiye geçtiğimiz için saldırı altındayız.” dışında bir açıklama yapmamış Hazine Bakanının eski Enerji Bakanı olarak PR faaliyetine döndü.
Aşırı ve gereksiz bir yerlilik ve millilik vurgusu, bir televizyon tartışmasında eski TPAO yöneticisi Fatih gemisinde sondaj için Fransız-Amerikan Schlumberger şirketinden hizmet alındığını açıklayınca, Türkiye’nin Karadeniz’de başka sahalarda yabancı enerji firmalarıyla birlikte sondaj faaliyetleri yaptığı bilgisiyle hamasi laflar olarak kaldı.
Doğalgazda Rusya, İran ve Azerbaycan’a bağımlıyken, kendi doğalgaz rezervlerimizi bulduğumuzda bunun neden “Doğu-Batı ekseninin Doğu lehine değişimi” anlamına geldiği, bu kadarlık doğalgaz rezervinden nasıl olup da “Doğu ve Batı ekseni değil Türkiye ekseni”ne varıldığı anlaşılamadı, ülkenin eksenini değiştirme merakı, ortada somut bir kazanım varken, afaki sloganlara devam edilmesi ağızlarda ekşi bir tat bıraktı.
Bunlardan biri yüzünden sevincine gölge düşenler, “Sevinemediler” diye sevinçle işaretlendiler.
Gazın çıkarma maliyetini sorgulayanlar, tek kuyunun yeterli olup olmadığını sorma cesaretini gösterenler ise doğrudan hazımsızlar listesine yazıldılar.
Çünkü artık iktidara yakın bazı kesimleri birlikte sevinmek değil, karşıt görüştekilerin kötülüğünü, hainliğini teşhir etmek heyecanlandırıyor.
İlk refleks kapsamak değil dışlamak, çekmek değil itmek.
Bunu ülkemiz için üzülerek, ah ederek değil, gizleyemedikleri büyük bir heyecanla yapıyorlar.
Neredeyse bazı insanların sevinememelerine seviniyor gibiler.
Belki de insanların sevinememesinin sebebi de tam olarak budur.