Ana SayfaManşetEldiven ve striptiz

Eldiven ve striptiz

Sonra… Yavaş yavaş… Müziğin ritmine uyarak… Sağ elindeki abiye, uzun, siyah, ipek eldiveni çıkarıyor. Ama -o devrin erkek mübalağasında- nasıl çıkarmak… O eldivenin çıkması, kadına dair tahayyüllerin ortalama bir roman ebadındaki giriş bölümü.

“Erkekler Gilda ile yatağa giriyor ama benimle, Rita ile uyanıyorlar.”

Beş kez evlenen Rita Hayworth, evlilikleriyle de sınırlı olmayan ayrılıklarını böyle özetliyor. Anlaşılan sabah bocalıyor erkekler; beylik rüyalarından uyandıklarında koltuğunun altında o ünlü, -her arzularına- gönüllü film karakteri Gilda değil, bir insan var.

Aslında Rita da edindiği adı… Gerçek ismi Margarita Carmen Cansino. 12 yaşında okulu bırakan, uzun süre babasının tecavüzüne, şiddetine, her türlü sömürüsüne uğrayan, ABD sınırındaki Tijuana’nın köhne barlarında zorla dans ettirilen bir çocuk. Her adına bir hikâye yazarsın da… İç dünyası, isimlerinden de kalabalık.

Sınırdaki cehennemden 18 yaşında kaçmayı başarması da onu kurtarmıyor. O yaşında evlendiği, kendinden 23 yaş büyük Eddie (Edward) Judson da cinsel istismarın, ağır şiddetin Los Angeles şubesi. Internetten –birlikte- fotoğraflarına bakın, fazla izah gerekmez. 

İkinci evliliğine ise 25 yaşında ego anıtlarından Orson Welles’le savruluyor. Alkol, uyuşturucu, manşetlerden inmeyen skandallarla beş yıl süren evliliği noktalanıyor.

Üçüncü evliliğinde Prens Ali (Ağa) Han’ın kapaması… Skandalları toplum önünde meşru yaşamak için o günlerde de evlilik gerek. Ali (Ağa) Han’la evliliği imam nikâhı filan da değil. Altın kafeste üç-dört yıl süren hapishane hayatını, büyük mücadelelerle, “aşırı şiddet” gerekçesiyle sonlandırıyor.

Ardından bir şarkıcı, sonra bir yapımcıyla kısa süreli iki evlilik daha geliyor. Hemen tümünde erkeğin arızalı izdivaç tipolojisinin farklı nüshaları, 60-70 yıllık tarihi var. O döngüye öyle ya da böyle sürüklenmesi, aslında onu suçun “ortağı” ya da “hafifletici nedeni” kılmıyor. Erkekliğiyle pek öne çıkmasa da, faşizmin eril manifestosunun ârî başlıklarından Hitler’in de bahaneleri var.

Herkesin Gilda’sı…

Maksadımı –her zamanki gibi- biraz aşan bu uzun girişten sonra “Gilda”nın, Hayworth’a “aşk tanrıçası” unvanını kazandıran 1946 yapımı siyah-beyaz filmin adı olduğunu hatırlatacağım. Ama filmdeki adı, kendi isminin de önüne geçiyor o günlerde. O lakapla anılıyor. Sadece o mu… Dönemin genç kızlarının az biraz onu andıranları, gür, kızıl saçlı olanları da artık Gilda. Öyle ki, Özdemir Asaf’ın meşhur Lavinia şiirindeki gizli sevdası Mevhibe (Meziyet) Beyat’ın lakabı da aynı.

Yeşilçam’ın kulaklarını çınlatan konusu, kurgusuyla Gilda, dönem ortalamaların epey altında bir film. Yönetmeni Charles Vidor da zaten gişeyi ancak devrin starlarıyla bulan familyadan. Film de yıldızını sadece Hayworth’dan alıyor. O ünlü striptiz sahnesi ise sinema tarihinin efsanesi. (¹)  

İtalyan Filmciler Birliği Cinecitta’ya göre beyazperdenin en iyi striptiz sahnesi Haywort’un Gilda’daki performansı… En kötüsü ise Demi Moore’un “Ahlaksız Teklif”, “Taciz”in ardından başrolüne soyunduğu “Striptease” filmi. Demek ki bir şeyi filminin, hatta partinin, iktidarının adına bile yerleştirdiğinde, gişeni kurtarsa da icraatını kurtarmıyor.

En nezih striptiz

Striptiz deyince, aklınıza anadan üryan görüntüler gelmesin. Hatırlatayım… Film, 1946’da gösteriliyor. Sezen Cumhur Önal’ın o sahneyi 30-35 yıl önce Müzik Yelpazesi’nin jeneriğine alması da, “Bu ne kepazelik!”cayırtısı yaratmıyor mesela.  Yani öyle nezih bir striptiz ki, aile çay bahçesinde gösterebilirsin. 

Gilda, önden tek yırtmaçlı, straplez, askısız siyah elbisesiyle sahnede. “Kötü kız” ya… “Her felâketi, her günahı benden bilin, beni suçlayın” mealinde Put The Blame On Mame şarkısını söylüyor. 

Sonra… Yavaş yavaş… Müziğin ritmine uyarak… Sağ elindeki abiye, uzun, siyah, ipek eldiveni çıkarıyor. Ama -o devrin erkek mübalağasında- nasıl çıkarmak… O eldivenin çıkması, kadına dair tahayyüllerin ortalama bir roman ebadındaki giriş bölümü sanki. Rita’nın dansı o anda “ellerin dansı”na dönüşüyor ve finalde diğer eldivenini de çıkararak, “çırılçıplak” kalıyor. O efsanevi –giyinik- striptiz bundan ibaret. Ama Hayworth, Gilda ve Salome filmindeki danslarıyla da baştan çıkartan kadın, “femme fatale” unvanını o yıllarda kimseye bırakmıyor.


Eller günahkâr…

Sonraki açık-saçık-seçik dönemlerin “daha ileri” striptiz örnekleri de uzunca bir zaman, önce eldivenlerin çıkarılmasıyla başlıyor. “Eller günahkâr” zira. Eller konuşkan…  
Çırılçıplak kalan eller, giysilerin diğer kısımlarına yöneliyor. Omuzdan bir askı düşürüyor, sonra diğerini… Erkek “iz”ciler o haddinden de yavaş… bedenin bir bölümüne yönelen ama sonra geri çekilen… ardından yine “vazifesi”ne devam eden “eller”i takip ediyor.  

Batı’da “Daha daha” diyorlar, kadının daha çok, sonsuza, ciğerine kadar soyunması için. Bizde, bilhassa askerde, hatta Can Yücel’in şiirine de yansıyan hapishanelerde ise uygun adım, uygun alkış tempo tutarak “Aç, Aç, Aç…”

Hayworth’ın hayatı sonraki yıllarda sarsıntılı evliliklerin, alkolizmin ağır etkileriyle geçiyor. Öyle geçiyor zaman. Hep geçer… Altmışlı yaşlar, Hayworth’ı Alzheimer’la karşılıyor. Vahim rahatsızlıklarının uzun süre alkolden kaynaklandığı düşünülüyor. Bazı kötülüklerin anasının, tüm kötülüklerin anasıyla ilişkisi, nihayetinde.   

Alzheimer da yeterince bilinmiyormuş o günlerde. Hani AIDS’e 80’lerde Rock Hudson ile vakıf olduysa dünya… Alzheimer’ın “kocama-bunama”dan farklı bir dert olduğunu da, anca bir başka ünlüyle, Rita’yla öğrenebilirdi elbet.

Savaşın klasik pin-up’ı

Tom Waits 14 Mayıs 1987’de 69 yaşında ölen Hayworth’ı, “Invitation To The Blues” şarkısına alıyor: “Sen kendini Cagney gibi hissediyorsun, o Rita Hayworth’a benziyor. /Bekâr olup olmadığını merak ediyorsun, oysa o çapkınlığı seven bir tek tabanca.”

Çapkınlığı da var Rita’nın, “tek tabanca”… İyi ki varmış. Erkeklere silahını öyle çekiyor belki. Erkek ordusu ise İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasının adının “Rita” olup olmamasını tartışıyor. Savaş sürerken 11 Ağustos 1941’de Hayworth’un siyah beyaz fotoğrafını yayınlıyor Life Dergisi: “Rita kendi evinde, kendi yatağında”…   Fotoğraf askerlerin “duvara, dolaba, çadıra iğnelenen” klasik pin-up’ı oluyor.

Stephen King’in “Rita Hayworth ve Shawshank Redemption” novellasından uyarlanan filmde de görüyoruz onun posterini. Muhtemelen masum olmasına rağmen ömür boyu hapse mahkûm edilen banker Andy Dufresne, yatağının başucundaki duvara Rita Hayworth’ın büyük boy posterini asıyor. Yazımın fotoğrafına da aldığım o poster aslında hapishaneden kaçmak için kazdığı tüneli gizliyor. Öyle posterlerin ardında hangi kaçışlar, nasıl duygular, ne hayatlar gizli kimbilir.

ŞEYTANIN KIZI’NDAN “FADİME FATALE”E…

ABD’de 1946 yılında gösterime giren Gilda, iki yıl sonra Türkiye’de “Şeytanın Kızı Gilda” adıyla sinemalara rahatça giriyor. Ancak o netâmeli film Yeşilçam’ın “uyarlama”ları arasına, 1976’da yerleşiyor. Toplumun değer yargılarına, ahlâkî filtrelerine, örf, adet, gelenek, bilumum hassasiyetlerine ters düşmeyecek filmler çekmeyi yeğleyen Devlet Sanatçısı Osman Seden için Gilda’nın zamanı 30 yıl sonra geliyor herhalde. Seden aynı dönemdeki seks filmleri furyasında, “Şeytanın Kızı”nı bile imana getirip “aile salonu” açıyor.

Filme adını veren Gilda karakteri, Yeşilçam uyarlamasında Türkan (Şoray)… Lâkin araya erkeği de katmak için olsa gerek, filmin adı “Türkan” değil “Devlerin Aşkı”na dönüştürülüyor.

Repliklere cımbızla müdahale

Uyarlamada bence yine Kadir İnanır’ın nezdinde erkeği ve onun temsil ettiği cümle milli değerleri korumak adına, filmin orijinalindeki replikler de ayıklanıyor. Gilda’nın eski sevgilisi Johnny’ye ayar verdiği o ünlü “Johnny hatırlanması çok zor bir isim, unutulması da çok kolay” repliği ve benzerleri de Devlerin Aşkı’nda yok.

Olanlar da erkeği hırpalamayan bir hassaslıkla Türkçe’ye çevriliyor. “Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da” meselesi, erkek lehine dengelenmiş. Sanki birisi rolleri dağıtırken o nostaljik “güzellik mi, çirkinlik mi” oyunundaki gibi, “Türkan sen güzel ol, küstahlığı Kadir yapsın” diyor. Zira kızlar -yüz yıl uyuyan- güzel prenses, yakışıklılıktan nasibini almayan erkekler bile Çirkin Kral’dır bu ülkenin her şeye kulp uyduran, kırk küp kırkının da kulpu kırık küp ekranmasallarında… (Kızmayın, duygularımı paylaşıyorum. Bir sinema yazısında Yeşilçam filmlerini –gişeye oynayan o çatının da istediği gibi-  aklınla değil ancak duygularınla anabilirsin)

Konuşan erkek bebek

Filmde İnanır’ın kaşları sürekli çatık, sürekli celâlli, kelime haznesinde sadece “Sevmiyorum seni, sevmiyorum, nefret ediyorum senden, defol, defol”un kayıtlı olduğu “konuşan erkek bebek” formatında gezdirilmesi de bence ondan.

Hayworth’ın canlandırdığı 1946’nın “aşırılıkları” düzeyindeki “femme fatale” karakter ise,  “O Türkan yok mu, o Türkan /yine öptürmedi dudaktan”la “fadime fatale”e çekiliyor. 

Gilda’daki “giyinik striptiz” sahnesi bile, mevzu Devlerin Aşkı olduğu için hafif(meşrep) kalıyor anlaşılan. Onun yerine Türkan o gece onun için kapatılan boş gece kulübünün sahnesinde salına salına Sezen Aksu’dan “Benim de gözüm açıldı, her yanıma kısmet saçıldı”yı söylüyor. Ama yiğidi öldür hakkını yeme. Kadir İnanır’ın Glenn Ford’dan daha iyi yumruk salladığı açık.

Rita rüzgârı, şiire de esiyor elbette. Şairi olarak Aydın Gün ismi/mahlası dolaşsa da internette, “Naciye’nin şarkısı” şiirinin sahibi halen muamma:  

“Boşuna uğraşıp durma öyle Naciye /Rita Hayworth’a benzeyeceğim diye /O boy aynalarında süsler kendini /Sen pencere camlarında Naciye /Kokuların en alası onda kokar /En belâlısı sende /Onu ağırlığınca altın çeken han oğlu sever /Seni ağırlığınca dert çeken (…) gâvurun kızı Naciye…”

“Kadının Adı Yok”dan öte, kadının “adı”nın, ona dair yakıştırmaların çok olmasından hareketle de öfkelenmeli meseleye. “Adım çık(arıl)mış dokuza, inmez sekize” de var bu tarihi engebede…

(¹) Hayworth’la ilgili efsaneler öyle çok, öyle komple (tepeden tırnağa) ki, marka kokteyllerdenMargarita’nın da ona, gerçek ismine ithafen ortaya çıktığını savunanlar var. O rivayet pek “desteksiz atma” da sayılmaz. Zira kokteylin 1938’de Tijuana’da bir barda geliştirildiğini söylüyor, internette ilk göze çarpan kaynaklar. Tijuana’nın o yılları, Margarita Carmen Cansino’nun yani nam-ı diğer Rita’nın barlarda dans ettiği/ettirildiği zamanlar. 

Uzatmayayım, sonuçta alkolden söz ediyoruz.  İçerken hangi hikâye uyarsa, ona kadeh kaldırır yahut surat indirirsiniz. Yeni bir hikâye de uydurmak serbest tabi. Ben o kokteylin 800 yıl önce kralların yetkilerini ilk kez sınırlayan “Marga Carta” belgesinin imzalanması şerefine kaldırılan kadehlerde olduğunu düşünüyorum mesela. (Magna Carta mıydı yoksa? Böyle şeyleri kralına sormalı, kul unutsa onlar unutmaz)

- Advertisment -