Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISiyasi ehlileştirme aracı olarak “Meâl Yasakları” bumerang mı?

Siyasi ehlileştirme aracı olarak “Meâl Yasakları” bumerang mı?

Süreci yakından takip edenler biliyorlar ki aslında konu meallerdeki hatalar ya da aşırı yorumlar değil. Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Diyanet İşleri Başkanı olmasının ardından pek çok tarikat yapılanması harekete geçti, ellerindeki siyaset ve medya gücünü de kullanarak Görmez’in görevini bırakmasına yol açtılar. Bu süreçte “yenilikçi, sapkın, modernist, gelenek karşıtı” olarak gördükleri bir çok ilahiyatçı akademisyen hakkında sistematik yıpratma ve karalama kampanyaları düzenlediler. Mealler üzerinden daraltılan inanç özgürlüklerinin diğer alanlara da sıçraması bu yasayla mümkün hale getirildi.

Türkiye’de meallerin tarihi çok eskilere dayanır. Elimizde 14. Yüzyılın Ortalarında Yapılmış Satırarası Kur’an Tercümesi mevcut. Yine 1534’e tarihlenen başka bir Anonim Satıraltı Kur’an Tercümesi’ne Meal’e sahibiz.  

Tercümenin meale dönüşümü aslında modernleşme serüvenimiz ile yakından alakalı. Albay Cemil Said’in 1924’te yayınlanan çevirisi Kemalist dinde reform politikasının “Ulusal Din” tasarımının Kur’an’a yönelik projesi olarak algılanınca ve bu durum İslam Dünyasında Reşid Rıza gibi müfessirlerin büyük tepkisini çekince Elmalılı Hamdi Yazır yeni bir kavram ile orta yolu bulacaktı: Meâl.  Meâl Kur’an’ın tümüyle kendisi değil onun anlamını okuyucuya aktaran bir giriş kapısıydı. O sebeple de Kur’ân’ın yerine geçirilemezdi tepkilere mahal yoktu. Böylece ilim dünyası asıl metin, çeviri ve meâl arasındaki farklara ikna olmuş gibiydi. Mehmet Akif Ersoy meâli hazırlamaktan vazgeçmiş, projeyi tek başına sürdürmek zorund akalan Elmalılı da bir “resmî meal” bir de daha sonra (günümüzde) açığa çıkacak olan kişisel bir meâl hazırlayacaktı. Devletin inançlara yukarıdan aşağıya müdahalesine karşı bir çözüm arayışı olarak doğan “Meâl”ler Cumhuriyet döneminde de siyasal çatışmalardan kendini kurtaramayacaktı. 

Geleneksel/gelenekçi dini tarikat ve cemaat  yapıları uzun süre Meâl okunmasını müntesiplerine yasakladı. Çünkü meâller kişinin doğrudan vahyi anlamasına imkân tanıyordu. Oysa gelenekçi yapılar dinin dolayısıyla vahyin anlaşılmasını hiyerarşik bir disipline bağlıyorlardı. Sohbet merkezli örgürlenmelerinde Şeyh konuşur mürit buradan dini bilgiyi edinirdi. Allah ile kul arasında aracılık yapan Şeyhe gerek kalmadan doğrudan kitap üzerinden İslamî bilgilenme usulünün sadece Said-i Nursî’nin yöntemi olduğunu da hatırlatmak gerekir. Nursî de aslında ara bir çözüm bulmuştu. Yazdığı/ilhâmen yazdırıldığını söylediği Risale-i Nur Külliyatı’nın halkın tarikat hiyerarşilerinden ayrılarak doğrudan vahiyle buluşması için bir ara geçiş olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Tüm bu engelleme ya da ara geçiş formlarının karşısında ise daha kestirme bir yol olan meâllerin 70’li yıllarda popülerleşmesi İslamcılığın gelenekçi muhafazakarlığa karşı elde ettiği en büyük kırılma/kazanımı olacaktı.  80’lere gelindiğinde mealler üzerinden yaşanan mealcilik ve sünnetin niteliği tartışmaları zaman zaman aşırı yorumlara ve usulsüzlüklere kaysa da ilmî bir mutedilliğe de aslında yol açtı. Kalem, İktibas ve Haksöz dergileri çevresinde oluşan tartışmalar diğer İslamcı dergilerle çeşitlenen Kur’ân merkezli bir ilmî vasatı besledi. Bu yıllarda İngilizceden Muhammed Esed’in mealinin Türkçeye çevrilmesi Elmalılı çıtasını daha da yükseltti. Esed’in meali aslında meal işinin zorlu bir tefsir işçiliği olduğunu yüzeysel metin çevirilerinin “kalitesiz” ve “yanıltıcı” olabileceğini gösteriyor ve okuyucuyu “Tefsirî Meâl” ile daha derinlikli, çok boyutlu bir okumayla tanıştırıyordu.

Hatta öyle ki bu süreçten Kur’ân’ı anlama usulleri, Meal okuma kılavuzları, Kur’an’ı anlamanın anlamıçalışmaları yayınlanır oldu. Yani meâller aynı zamanda yardımcı yan bir disiplini de doğurmuş oldu.  

24 Aralık 1995’te Refah Partisi’nin genel seçimleri kazanmasıyla başlayan 28 Şubat 1997’de MGK kararlarıyla zirve yapan ve ancak 2009’da tümüyle son bulan “28 Şubat süreci”nde ise meâl yine bir devlet müdahalesi ile gündemdeydi. Siyaseti ve toplumu dizayn etmek için başörtüsü yasaklarını kullanan 28 Şubatçıların dini meşruiyet sağlamak için Yaşar Nuri Öztürk’ün “başörtüsüz meali”ni kullanmaları siyasetin meale bir başka müdahalesi olarak kayda geçti.

Türkiye’de meallerin tarihini ana hatlarıyla üç döneme ayırabiliriz:

1-İlk Dönem: Osmanlı Ulemasının tefsir geleneğinin uzantısı olarak kaleme aldıkları eserler

-Elmalılı Hamdi Yazır

-Hasan Basri Çantay

-Ömer Nasuhi Bilmen

– İsmail Hakkı İzmirli

2-Orta Dönem: Osmanlı geleneğinden bağımsızlaşan dil olarak güncel eserler

-Süleyman Ateş

-Ali Bulaç 

-Hayrettin Karaman-Heyet Diyanet Meali

3-Son Dönem: Bağımsız çalışmalar

-Muhammed Esed ve sonrası diğer mealler.

2000’lerin ikinci on yılındaki düşünce özgürlüğü ortamında inanç özgürlüğü de gelişmiş meal yayımında adeta bir patlama yaşanmıştı. Fethullah Gülen’in -o dönemki adlandırmasıyla- cemaat de önce Suat Yıldırım (2001) ardından Ali Ünal (2006) mealleriyle Dinler Arası Diyalog projesine entegre edilmiş bol Tevrat-İncil referanslı meallerini yayınladı.Kur’ân bireysel olarak anlaşılmaz bizim yapımıza bağlanıp bu hiyerarşi içinde liderimizin aracılığıyla Allah’a ulaşabilir dini de bizim belirlediğimiz kalıplar içerisindeki onay verdiğimiz kaynaklardan öğrenebilirsiniz diyen gelenekçi cemaat ve tarikatlar bile bu dönemde meâl yayınlamak zorunda kaldılar. İsmalağa Cemaatinden Menzil tarikatına bir çok gelenekçi yapılanmanın artık kendilerine resmî mealleri var. 

Meal patlaması elbette her kesimin kendi bakış açısına göre meal yapmasını beraberinde getiriyor ki ilk başta belirttiğimiz asıl metin-tercüme ve meal arasındaki farklar burada kendini gösteriyor. Bilişim çağında dijitalleşen bilgi akışının artık matbaalara ihtiyaç duymaması da artık her anlayışın daha rahat meâl yazmasına olanak sağlıyor. 

Diyanet İşleri Başkanlığı da bir çok kez hem kendisi meâl hazırladı hem de mealler üzerine belirttiğimiz yan disiplin (meallerin çeviri teknikleri, nitelikleri, çeviri farkları ve hataları vs.) çerçevesinde hem bir literatür oluştu hem de bir çok toplantı yapıldı.

Bu toplantıların en dikkat çekici olanları arasında 90’lı yıllarda Bilgi Vakfı’nın ve Fecr Yayınlarının düzenlediği Kur’ân Sempozyumları 2003’te Diyanet tarafından düzenlenen “Kur’an Mealleri Sempozyumu : eleştiriler ve öneriler” 2019’daki 29 Mayıs Üniversitesi Kur’ân Araştırmaları Merkezi (Kuramer) tarafından icra edilen “Kur’ân Meâlleri ve Metin-Merkezci Yorum Sempozyumu” o Muş’ta düzenlenen “Uluslararası Kur’ân Meâlleri – Sorunlar, Çözüm Önerileri” gibi bir çok toplantı anılabilir. 

Tüm bu birikim de bize gösterdi ki meâl aslında minyatür bir tefsirdir. Yazarın dünya görüşüne mezhebi meşrebi hem Arapça hem Türkçeye vukufiyetine göre de çeşitlilikler farklılıklar arz eder. O sebeple okur ya güvendiği, nitelikli bulduğu bir meali ya da birkaç meali karşılaştırmalı okumalı, aklına takılan hususlarda ise daha geniş bir araştırma yapmalıdır. Günümüz itibariyle bu imkanlar okur için çok kolaylaştırmıştır. Artık yapay zeka ve arama motorlarıyla bir mealdeki kelime ve kavramları detaylı biçimde irdeleyebiliyoruz. Ayrıca karşılaştırmalı okumalar için hem Hasenat gibi müstakil telefon uygulamaları mevcut http://www.hasenat.net/programlar-hasenat-kuran-arastirma.html Hem de https://www.kuranmeali.com/https://acikkuran.com/ https://www.kuranoloji.com/ gibi web portalları yayında. Bu sayfalarda gerek tarikatların ve nurcu grupların hazırladıkları farklı mealler gerekse Şii müellifler ya da tarihselci akademisyenlerin çalışmalarına yer veriliyor.  Ayrıca kendi müstakil usullerini geliştiren İslamoğlu, Bayındır ve Okuyan gibi hocaların mealleri olduğu gibi Selefi ekole mensup mealler de yayınlanıyor. 19’cu Edip Yüksel mealinin yanısıra  Kadıyani/Ahmedî Türkçe meal de kendi sitelerinde yayında. 

Peki ne oldu da Diyanet İşleri Başkanlığı 2023’te bazı mealleri yasaklama girişiminde bulundu. Öztürk Şubat 2023’te kamuoyuna yaptığı konuşmada yasaklanan Gazi Özdemir, Hakkı Yılmaz, İhsan Eliaçık ve Mustafa Çavdar’ın meallerinden sonra sırada yasaklama toplatma-imha kararı alınan 12 meal daha olduğunu söyledi. Sıradakilerin Muhammed Esed, Mustafa Öztürk, Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan ve Süleymaniye Vakfı/Abdülaziz Bayındır’ın mealleri olacağını iddia etmişti. 

Cevabı yine siyasetin mealler üzerinden dini yaşama müdahalesinde saklı. İktidar sahipleri kültürel iktidarı sağlayamadıklarını itiraf eden açıklamalar yapadursunlar en büyük açıkları da kendi çekirdek tabanları olarak gördükleri dindar kesimler arasında yaşanan çatlakları fark ediyor oluşları. Çekirdek tabandaki dini anlayışların gittikçe daha fazla gelenek merkezinden Kur’ân merkezli anlayışlara evrilmesi kontrol dışı bir kamuoyunun oluşumuna yol açıyor. Bu kamuoyunu oluşturan isimlerin başında da İhsan Eliaçık, Mustafa Öztürk gibi isimler geliyor. Bu figürlerin kitaplarını doğrudan yasaklamayacağı için Kur’ân mealleri üzerinden Kur’ân tahrif ediliyor o sebeple müdahale ediyoruz argümanı öne sürülüyor. Oysa süreci yakından takip edenler biliyorlar ki aslında konu meallerdeki hatalar ya da aşırı yorumlar değil. Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Diyanet İşleri Başkanı olmasının  ardından (Görev süresi 11 Kasım 2010 – 31 Temmuz 2017) pek çok tarikat yapılanması harekete geçti. Bürokraside kadrolaşan bu yapılar İlahiyatlara, Diyanet bürokrasisine nüfuz ederek ellerindeki siyaset ve medya gücünü de kullanarak Görmez’in görevini bırakmasına yol açtılar. Bu süreçte “yenilikçi, sapkın, modernist, gelenek karşıtı” olarak gördükleri bir çok ilahiyatçı akademisyen hakkında sistematik yıpratma ve karalama kampanyaları düzenlediler. 

Şimdi gelinen noktada ise 2023’teki siyasi müdahale yargıya taşınınca konu askıda kalmıştı ama TBMM’ye taşınıp yasalaşınca artık yeniden gündemimize sakıncalı görülen meallerin toplatılarak imha edilmesi, internet erişiminin engellenmesi gündeme geldi.

Prof. Dr. Mustafa Öztürk yasayı protesto etmek için mealini kendisinin yakacağını açıkladı. Prof. Dr. Mehmet Azimli de Öztürk’ün mealine bakanlığın yeni baskı için bandrol vermediğini duyurdu.  Mazlumder ve Hak İnisiyatifi gibi insan hakları kuruluşları yasanın insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik bir darbe olduğunu vurgulayan basın açıklamaları yaptılar. 

Mesele gerçekten de mealler içindeki teknik çeviri hataları ya da bazı meal yazarlarının aşırı yorumları olsaydı yukarıda belirttiğimiz (sempozyum ve yayınlar gibi) ilmî metotların arttırılması ile bu sorunlara makul çözümler getirilebilirdi. 

Ayrıca hatırlatalım Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’na bağlı Kur’an-ı Kerim ve Meal Komisyonu var.  Konu bir komisyondan bir kurula genişletilip yıllardır mealler üzerinde çalışmalar yapan akademi dışı araştırmacı ve üniversitelerde görev yapan akademisyenlerle genişletilebilir ve güçlendirilebilir. Kurul her yıl raporlar yayınlayarak kurumun onay verdiği, tavsiye ettiği ve etmediği şeklinde kategorilerle bir meal endeksi yayınlayabilir. Dileyen de bu endekse uyarak istediği meali alıp okuyabilir. 

Ancak yukarıda da belirttiğim üzere tarih boyunca olduğu gibi bugün de Mealler üzerinden yapılan tartışma bilimsel akademik bir niyet ve çaba değil siyasi bir mühendislik stratejisini içeriyor.  Muhalif tavırlarıyla tanınan ve iktidar çevrelerinde nüfuzu olan gelenekçi çevrelerin “sapkın” olarak mimlediği, dinî rakip olarak görülen cemaatlerin ya da şahsiyetlerin baskı altına alınması açıkça insan haklarına, ifade ve inanç özgürlüğüne aykırı bir tutum. 

Kendi gibi düşünmeyen insanların da hakları ve özgürlükleri olduğunu, güç elinde diye bu hakları ve özgürlükleri baskılamanın ilkesel olarak yanlış olduğunu savunan ise maalesef ki çok az dindar bulunuyor.  

Kime göre neye göre?

Tabi burada şunu da hatırlatmak gerekiyor insanlık tarihi ve kıssalar bize öğretmektedir ki hiçbir anlayış ilel ebed payidar değildir. Yarın öbür gün bu yasalar o yasaları çıkartanların da kapısını çalabilir.  Çünkü her kesimin kendine göre bir “sapkını” var. Başka bir sorun da Diyanet’in konumlanış sorunu. Kurum inanç grupları arasında bir hakem mi yoksa inanç gruplarından bir kısmının çöreklendiği bir taraf mı olacak? Örneğin Devletin resmî ideolojisini gerekçe göstererek Diyanet’ten bağımsız Cuma namazı kılan gruplar var. Kurumun fıkhi fetvalarına itibar etmeyen ve kendi fetva kurulları olan cemaatler mevcut. 

Gözden kaçan bir detay var kanun maddesinde şu ifadeler de yer alıyor:  “Din İşleri Yüksek Kurulu, ilgili birim, kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak namaz vakitleri ile dini gün ve geceleri tespit ve ilan edecek, bunun için gerekli çalışmaları yürütecek”. Süleymaniye Vakfı ile Diyanet arasında yıllardır süren bir İmsak Vakti tartışması var. Kuruma böyle bir yasal baskı gücü verdiğinizde hakemliğin ötesinde taraf olan Diyanet her ilmi ihtilafta devlet sopasını mı kullanacak? Namazın vaktini ancak ben belirlerim benim dışımda kimse fıkhi içtihad ya da yöntem geliştiremez demek bu. Mealler üzerinden daraltılan inanç özgürlüklerinin diğer alanlara da sıçraması bu yasayla mümkün hale getirildi. Yani yetki alanı sadece meallerdeki içerikler, çeviri hataları ya da “aşırı-yorumlar” değil. Diyanet’in belirlediği fıkhi alanın da dışına çıkamazsınız demek bu. 

Hem dijitalleşen bilişim çağında üretken yapay zekanın her gün gösterdiği atılımları konuştuğumuz bir zamanda kitap toplatmanın, imha etmenin web sitelerine erişim yasağı getirmenin Kuzey Kore gibi kapalı ülkelerde dahi bir karşılığının olmadığını bilmiyor olamaz yetkililer. Yasaklanan şeyin içeriği ne olursa olsun cazibe odağı olacağını da.

- Advertisment -