Türkiye dün, 2 yıl aradan sonra Merkez Bankası’nın ilk defa faiz yükseltmesine şahit olmuştu. Bu konuyla ilgili olarak dün Serbestiyet’te çıkan yazımın başlığının ikinci kısmı “Gerçeklerle yüzleşme; birinci perde” şeklindeydi. Devamı da geldi, BDDK bugün aldığı bir kararla döviz SWAP’ı türü işlemlerdeki kısıtlamaları gevşetti. BDDK daha önce döviz SWAP’ları için “bankaların özkaynaklarının yüzde 1’i” şeklinde bir üst limit getirmişti. BDDK bugünkü kararıyla bu limiti yüzde 10’a yükseltti. BDDK’nın bugünkü kararı, dövizin dış güçler tarafından yükseltildiği şeklindeki tezin de terkedildiği şeklinde yorumlanabilir.
SWAP, takas yani para takası anlamına geliyor. Finansal kuruluşlar nakit akışını düzenlemek, döviz/faiz varlıklarını ve yükümlülüklerini optimum bir biçimde dengelemek amacıyla para-döviz değiş-tokuşu yaparlar. Bir bankanın dövizi, öbürünün TL’si, diğerinin EUR’su çoktur; belli bir anlaşma formatıyla bankalar bunları aralarında takas ederler. Dış piyasalarda ve özellikle Londra para piyasasında TL yatırımları ve fonları olan finansal kuruluşlar vardır, bu kuruluşlar nakit akışlarıyla ilgili olarak TL’ye ihtiyaç duydukça, çok basitleştirerek söylüyorum, ellerindeki dövizi Türk bankalarına emanet verip karşılığında TL emanet alırlardı. 2018 senesinin Ağustos’una kadar Türk bankaları ve finansal kuruluşları özkaynaklarının yüzde 50’lik kısmına kadar SWAP yapabiliyorlardı. Ekonomi yönetimi o dönemde dövizde yaşanan hareketliliğin faturasını yabancılara kesti, Londra piyasasındaki spekülasyonların dövizi yükselttiğini düşündü. Yerli olsun, yabancı olsun, gerçekten de bu tür spekülatörlerin olduğunu biliyoruz. Fiyatların oynak olduğu anlarda her zaman spekülasyon olur; somut durumu detaylandıracak olursam, spekülatör elinde TL olmamasına rağmen dövizin gün içinde yükseleceği beklentisiyle sabahleyin dolar alır, piyasanın kapanma saatlerinde döviz yükselmişse satın aldığı dövizi daha yüksek kurdan geri satarak tahsil ettiği TL ile yükümlülüğünü yerine getirir. Eğer beklentisi gerçekleşmezse, ya elindeki dövizi zararına satar ya da SWAP yoluyla elindeki dövizi emanete verip karşılığında TL kredisi kullanır ve TL yükümlülüğünü yerine getirir. Ekonomi yönetimi, o dönemde yaşanan döviz hareketliliğinde yabancılar tarafından yürütülen bu tür spekülasyonların çok etkili olduğu düşüncesiyle, 15 Ağustos 2018’de bankaların SWAP işlemlerini özkaynaklarının yüzde 25’i ile sınırlandırdı. Amaç, yabancıların TL’ye erişimini zorlaştırarak spekülasyonlara girmelerini engellemekti. Ekonomi yönetimi o zamandan beridir dövizin “dış güçler” tarafından manipüle edildiği ve yükseltildiği görüşündedir. Nitekim, BDDK daha önce banka özkaynaklarının yüzde 50’sinden yüzde 25’e indirdiği SWAP imkânını 9 Şubat 2020 günü yüzde 10’a, 12 Nisan 2020 günü ise yüzde 1’e çekti. Böylelikle, yabancı spekülatörlerin TL’ye erişimi neredeyse mutlak şekilde engellenmiş oldu. Yurtdışında TL ile işlem yapan yabancı kuruluşlar TL’ye erişemeyince gecelik TL faizleri yüzde 1000 seviyelerini dahi aştı; bunlarla ilgili haberler gazetelerde çarşaf çarşaf çıktı. İktidar yandaşları “Türkiye’ye operasyon çekmeye çalışan yabancıları elini yaktık, artık kimse TL’ye ve Türk ekonomisine dokunamaz” diye kasım kasım kasıldılar. İsteyen, internetten ‘Londra borsası’, ‘TL’, ‘faiz’ gibi birkaç anahtar kelime ile arama yaparak bu tür yüzlerce yazıya ulaşabilir.
Bilen bilir, küçük çocuğunun kafasına konup duran sineğe sinirlenip silahla öldüren Temel’in fıkrası vardır. Sinekle beraber çocuk da ölünce Temel “bir sizden, bir bizden” der. Bu fıkra misali, ekonomi yönetiminin aldığı kararlar spekülatörleri engellemesine engelledi ama ciddi TL yatırımları olan büyük bazı kuruluş ve fonları da Türkiye’den uzaklaştırarak ekonomiye büyük zarar verdi. Bunun detaylarına girmeyeyim, ilgilenenler Kerim Rota’nın zamanında Para Analiz sitesinde yazdığı önemli yazıyı okuyabilirler.
Epey zamandır yabancıların TL’ye erişimi ve spekülasyonları engellenmiş durumdaydı. TL ile işlem yapan yabancıların çoğu TL’den çıktı. Hatta çoğu yabancı banka TL’yi işlem menülerinden, para borsasından dahi çıkardı. Aradan şu kadar zaman geçtikten sonra, işin içinde yabancılar yokken, büyük oranda yerlilerin döviz talebi sebebiyle dövizin yine arttığı görüldü. Büyük oranda yerlilerin yani TC vatandaşlarının talebiyle döviz rekor üstüne rekor kırdı. Ekonomi yönetimi BDDK’nın son kararıyla dövizin yükselmesinin bir “dış güç” operasyonu olduğu tezinden vazgeçmiş oldu. Dün “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” tezinden vazgeçen ekonomi yönetimi bugün de “dış güçler” iddiasını bir kenara bırakmış oldu.
Ufak ufak ve biraz mahcup edayla rasyonaliteye geri dönmek ekonomiye derman olur mu, çok sarsılmış olan güveni yeniden tesis etmeye yeter mi? Hiç zannetmiyorum. Siyasi ve ekonomik öngörülebilirlik artmadan alınan tedbirlerin pek faydası olacağı kanaatinde değilim. ‘Ekonomik öngörülebilirlik’ genel olarak siyasi otoritelerin ve özelde ekonomi yönetiminin politika tercihlerinin net, belirgin, şeffaf ve tutarlı olması; güven vermesi ve bu durumun süreklilik arz etmesiyle mümkün olur. Yazılı politika dokümanları tutarlı ve güvenilir bir gelecek perspektifi sunmuyorsa, bağımsız kurumların özerkliği zedelenmişse ve siyasi etkiye açık hale gelmişse, siyasi otorite keyfi şekilde tutarsızlıklar sergiliyor ve bu keyfi davranışların sonucu olarak hiç hesaba katılmayan durumlar ortaya çıkıyorsa ‘ekonomik öngörülebilirlik’ten bahsetmek mümkün olmaz. Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz hukukun darmadağın edilmesinin, kurumsal kapasitenin çok zayıflamasının, tek adam anlayışının, müzakere ve rıza-ikna süreçlerini dışlayan otoriter yönetim biçiminin doğal ve kaçınılmaz sonucudur. Bunlarla ilgili hiçbir düzelme alâmeti yok iken, mahcup ve dar kapsamlı bazı kararlar Türkiye’nin sorunlarını çözemez. Hele hele, bu sabah HDP’lilere yönelik olarak yapılan operasyon yakın gelecekte Türkiye’de siyasi ve ekonomik öngörülebilirlik alanında bir gelişme olacağını düşündürtmüyor. İktidar değişikliği işlerin düzeleceğinin garantisi değil; ancak iktidar değişmeden işlerin düzelme yoluna girebileceğini hiç zannetmiyorum.