Cumhuriyetin 98’inci yılı sadece yurtta, dış temsilciliklerde ve KKTC’de resmi törenlerle kutlanmadı, esas kutlamayı sivil insanlar yaptı.
Saadet’ten CHP’ye her parti cumhuriyet için özel klipler çekti, şirketler özel reklam filmleri yaptırdı, hem CHP’li hem AK Partili belediyeler özel bayram konserleri düzenlediler, Twitter ve Instagram’da coşkulu bayram sevinçleri yaşandı.
Tabii cumhuriyetin ortak bir değer olarak kutlanmasını bir ideolojik zafere çevirenler de oldu, “İslamcılar, Kürt milliyetçileri, liberaller ve sosyalistler dışında kimsenin sorunu kalmadı Cumhuriyet ile” diye şimdiden ülkenin yarısını rejim düşmanı, zillet ittifakı diye fişleyenler muhaliflerin bir kısmı bugünün meselelerine tepki olarak da tarihi gerçekleri yine epeyce kesip biçti, hamaset su gibi aktı.
Konjonktürel övgüler de bu yıl zirve “Atatürk ekonomik zorluklara rağmen karşılıksız para basmadı” diyen eski Genelkurmay Başkanı’na aitti. “İstese de basamazdı paşam, çünkü para basma imtiyazı 1935’e kadar özel Osmanlı Bankası’ndaydı, Merkez Bankası ilk parayı 1937’de basabilmişti” diyen tabii çıkmadı.
Bu dalda ikincilik ödülü ise, bugünkü iktidara laf etmek için Atatürk’ün nasıl da halkın içinde bir lider olduğuna Florya Deniz Köşkü’nden halkla birlikte denize girmesinin örnek gösterilmesine gitti.
Muhtemelen bunu söyleyenler az önce de Erdoğan’ın yazlık sarayını, saltanat merakı olarak eleştirmişti.
Atatürk’ün havlusunu alıp halk plajına gitmediğini, o zor şartlarda kendisine özel olarak Florya Deniz Köşkü’nü yaptırdığını, o köşkün o kadar da halka açık olmadığını, zaten Atatürk’ün de halkın içinde dolaşan popülist bir lider olmadığını anlatıp kimseyi üzmeye gerek yok.
Doğrusu bugün Türkiye’nin o kadar ciddi demokrasi, hukuk sorunları var ki oturup tarihin böyle ideolojik çarpıtılmasına cevap yazmak da insanın içinden gelmiyor.
Zaten artık ortada bu konuda makul bir tartışma ortamı da kalmadı.
Hala Cumhuriyet’in ilanı ile 600 yıllık saltanatın kaldırıldığını iddia edenlere, 1908 Devrimi’ni, saltanatın bir yıl önce İslamcı, liberal muhaliflerle dolu Meclis tarafından oy birliğiyle kaldırıldığı gibi temel tarih bilgilerini hatırlatmak, 1923 itibarıyla Türkiye’de Vahdettin’in oğulları ve halife de dahil saltanatçı kimsenin kalmadığını anlatmak artık zül geliyor.
29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in ilanı, Meclis hükümeti modeliyle ilgili siyasal krize karşı bulunmuş bir anayasa değişikliği formülüydü, buna karşı çıkanlar da saltanatçı oldukları için değil, hükümetin Meclis tarafından atanıp, Meclis tarafından denetlendiği Meclis hükümeti modeli yerine Cumhurbaşkanı’nın elini güçlendiren Cumhuriyet modeline geçilmesinin diktatörlüğe neden olacağını düşündükleri için karşı çıkıyorlardı.
O sırada ülkenin gazetelerinde bu krize çözüm olarak İngiliz, Fransız, Amerikan modelleri tartışılıyordu, yani kimse Cumhuriyet’i “camış” zannetmiyordu.
Bu yüzden Mustafa Kemal Paşa, en yakın silah arkadaşları bile Ankara dışındayken, “Yarın Cumhuriyet’i kuruyoruz” demiş, anayasa değişikliği Meclis’ten kılpayı oyla geçmişti.
Cumhuriyet ilan edilince, ölümüne kadar Atatürk’e sadık kalan Falih Rıfkı bile kafalardaki endişeleri şöyle anlatmıştı:
“Acaba, Çankaya ihtilal karargahı olmaktan çıkıp yeni bir saray havasının itici merasim soğukluğu içinde, yaklaşılmaz, görüşülmez, kaynaşılmaz bir diktatörlük saltanatkari uzleti mi olacaktı?…Hepimiz bir ucundan şüpheye tutulmuştuk. Mabeyni ve kurenası ( Saray ofisi) ile aramızdan ayrılıp giden cumhurreisinde, inkılapçıyı kaybetmekten korkuyorduk.”
Ama bugün ülke devasa demokrasi sorunları içindeyken, bazıları ilkokul öğretmenlerinden duydukları inkılap tarihi dersi bilgileri dışındaki tüm bu tarihi hakikatlere çocukluk hayallerine saldırılmış gibi tepki gösteriyorlar.
Muhafazakarların bir kısmı ise devleti ele geçirince artık Atatürk’ün de sahibi olduklarını düşünüp, yeni bir “Gazi Atatürk” yarattılar ve onunla gül gibi geçiniyorlar.
İktidara muhalif muhafazakarlar ise geç aydınlanma heyecanıyla “Atatürk’ün değerini şimdi anladık” açıklamaları yapıp, laiklerin gönüllerini hoş etmekle meşgul.
Olan da cumhuriyetin kuruluşu ile ilgili daha ilkesel eleştirileri olan liberaller ve sosyalistlere oluyor.
Onlardan gelen en küçük eleştiri, “Şimdi zamanı mı”, “yine mi bunlar”, “Bıkmadınız mı” “İslamcı yalakaları” gibi tepkilerle karşılaşıyor.
Bu tepkilerin anlaşılır tarafları yok değil.
Ülkenin gerçekleri iç bunaltıcı ve sıkıcı.
O yüzden iktidarın tarihi bugünkü ihtiyaçlara göre istediği gibi çarpıtmasına haklı olarak kızan muhalifler de tarihi gönüllerine göre yazıp çiziyor.
Geçmiş bugünden kaçanlar için bir hayal alemi olarak yeniden kuruluyor.
Ama işte geçmişin hayaletleri de peşimizi bir türlü bırakmıyor.
98. yıl kutlamalarının arasına haberler olarak sızıyor ve can sıkıyorlar.
İlk haber Agos’un Twitter hesabından son dakika olarak sevinçle verdiği bir haberdi:
“Türkiye Ermeni toplumundan Av. Berk Acar gerekli tüm sınavları geçerek kaymakam olmaya hak kazandı. Acar’ın önümüzdeki dönemde görev alması bekleniyor.”
98 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Ermeni, kaymakamlığa kabul edilmişti.
Bu güzel haberin Cumhuriyet’in 98. yıldönümüne denk gelmesi ise biraz talihsizlik oldu.
Çünkü, haberin kendisi bizzat cumhuriyet bayramı için edilen pek çok cumhuriyetçi sloganı tekzip etmekteydi.
Demek ki o kadar da laik, eşit vatandaşlığa dayalı, “Ne mutlu Türküm diyene” diyene bütün kapıların açıldığı kitabına uygun bir cumhuriyet tecrübemiz olmadı. Böyle defoları da vardı.
98 yıl dipdiri kalmış defolardı bunlar.
Kurucu Cumhuriyet devrinden kalma pek çok kurum, ilke tuz buz olmuşken, o günlerden miras devletin bu güvenlik önlemi sapa sağlam ayakta kalmıştı.
İkinci haber Siirt’ten geldi.
İYİ Parti lideri Meral Akşener’in Siirt Kurtalan’da dükkanını ziyaret ettiği Cemal Taşkesen, Akşener’e “Dilimiz inkar ediliyor, kimliğimiz inkar ediliyor, Kürdistan inkar ediliyor. Biz buna karşıyız. Şu an sizin bulunduğunuz yer Kürdistan’dır ama ne yazık ki Meclis’te bu Kürdistan inkâr ediliyor” demiş, Akşener de medeni bir dille onunla tartışmıştı.
Ankara’daki Meclis’e atıf yaptığına göre Taşkesen, bölünmeyi savunmamıştı, bölgenin tarihi ve coğrafi adının inkar edilmesini eleştirmişti.
Ama videonun AA tarafından Akşener aleyhine kullanılmak üzere servis edilmesinden hemen sonra gece kapısında polisleri buldu. “Terör örgütü propagandasından” gözaltına alındı.
Kürdistan demeyi polisin nasıl terör örgütü propagandasına soktuğu üzerinde fazla durmaya gerek yok, artık sadece bunu istemeleri yeterli.
Onlara bundan bir kaç yıl önce parti grup toplantısında, televizyonda Cumhurbaşkanı’nın da Kürdistan eyaletinden bahsettiğini hatırlatmak da sonucu değiştirmeyecek.
Çünkü, Kürdistan demenin tüyleri diken diken etmesinin dönemsel açılımlardan daha uzun bir tarihi var. Bu da kurucu travmalardan bize miras bir korku.
98 yıl önce Kürdistan mebuslarının da oylarıyla Cumhuriyet’in ilanının yıldönümüne denk gelmesi ise Cumhuriyet’in kurucu travmalarının hala bir insanı medeni biçimde kullandığı ifade hürriyeti yüzünden özgürlüğünden alıkoymaya yetebildiğinin ibretlik bir örneği oldu.
Ve son haber.
Bir sokak röportajında mülteci bir genç kızın etrafına toplanıp “Ben muz yiyemiyorum, onlar kilolarca muz alıyorlar, gidin ülkenize, biz asılız, siz misafirsiniz” diyerek yüklenen kalabalığa tepki olarak bu sözlerle dalga geçmek için muz yedikleri görüntüleri sosyal medya hesaplarından paylaşan 11 Suriyeli genç sınır dışı edilmek üzere İstanbul’un farklı ilçelerinden yaka paça gözaltına alındı.
Böylece yabancı sevmeyen halkımızın yüreği soğutuldu.
O sokak röportajında görünür olan zenofobi de Suriyelilerin Türkiye’ye gelmesiyle başlamadı.
Kan bağı yerine eşit anayasal vatandaşlığı savunması beklenen Cumhuriyet’in nesilleri okul müfredatından itibaren yabancıların tehlikeli olduğunu öğrendi, düşmanlık kültü ile yetişti, çok kültürlülük her zaman tehlikeli bulundu. Tabii Arapların bizi arkadan vurdukları ilkokul öğrencilerine bile belletildi.
Bir asır sonra bile küçük bir Suriyeli kızı sokak ortasında topluca linç etmekten çekinmeyen, buna tepki gösteren Suriyeli gençleri de yedikleri kaba tüküren nankörler olarak cezalandırmayı kendine hak gören bir toplum ve devlete rastlantısal olarak gelmedik.
Bunlar da pek cumhuriyetçi ideallere uygun gibi görünmüyor. Hatta tam olarak bunu cumhuriyetçilik zannedenler çoğunlukta.
Yani dalya demeye iki kala cumhuriyet kutlamaları sırasında tarihin tatsız yükleri yine kendisini hatırlattı ve yüzleri ekşitti.
Aslında bu bir imkan.
Cumhuriyet denince ortada sadece kutlanacak şeyler değil, üzerinde düşünülecek büyük travmalar, dersler çıkarılacak acılar ve hatalarla dolu bir tarihi tecrübe de var.
Artık CHP bile cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmakta bahsediyor. Bu aynı zamanda bir özeleştiri de…
Cumhuriyet’in ilk 100 yıllık tecrübesini bugüne tepki olarak bir kere daha efsaneleştirerek gerçekleri eğip bükmek, başarılarla başarısızlıkları serinkanlılıkla tasnif edememek sadece bu yüzleşmeyi imkansız kılar ve ikinci yüzyılda da bu hataların başka kılıklarda devamına neden olur.
Herhalde bütün bunları düzeltmek için bir yüzyıl daha beklemeyi kimse istemez…