Ana SayfaGÜNÜN YAZILARITürkiye ve Avustralya arasında bir rol bölüşümü

Türkiye ve Avustralya arasında bir rol bölüşümü

COP31’in Türkiye’de yapılacak olması, yüzeyde güçlü bir diplomatik kazanım gibi görünürken, müzakerelerin Avustralya tarafından yönlendirilmesi, küresel iklim siyasetinde gerçek gücün artık nerede toplanmaya başladığına dair daha derin bir soruyu gündeme taşıyor. Bu rol bölüşümü, modern diplomasinin artık nerede göründüğüyle değil, nerede yazıldığıyla ilgili daha büyük bir dönüşüme işaret ediyor.

Johannesburg’daki G20 zirvesinde üretilen görüntülerin büyük bölümü, küresel diplomasinin uzun süredir aşina olduğu koreografinin tekrarından ibaretti: dikkatle hesaplanmış tokalaşmalar, yarı resmî gülümsemeler, ölçülü bir beden dili ve kameraya doğru ayarlanmış bir bakış. Ancak bu fotoğrafların arasından biri, diğerlerinden daha uzun süre dolaşımda kaldı. Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’nin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile çekilmiş bir kareyi Instagram hesabında paylaşması, basit bir iletişim tercihi gibi görünmesine rağmen, içinde bulunulan dönemin diplomatik reflekslerine dair daha derin bir şey söylüyordu.

Bu fotoğraf, yalnızca iki liderin yan yana geldiği bir anı kaydetmiyor; aynı zamanda güç ilişkilerinin artık nasıl sergilendiğini de gösteriyordu. Sosyal medya, bu bağlamda, diplomatik temasın kendisinden neredeyse daha önemli hale gelmiş durumda. Görüşmenin kendisi kadar, görüşmenin nasıl çerçevelendiği, hangi estetik içinde sunulduğu ve kim tarafından dolaşıma sokulduğu da siyasetin bir parçası haline geliyor. Albanese’nin bu fotoğrafı özellikle kendi hesabından paylaşması, devletler arası bir temasın kişisel bir siyasi performans alanına taşındığını düşündürüyor.

Bu görsel performansın arka planında konuşulan konu ise oldukça somut: COP31 iklim zirvesinin Türkiye’de, Antalya’da yapılacak olması ve müzakere sürecinin Avustralya tarafından yönetilecek olması. Yüzeyde bu bir iş bölümü gibi duruyor. Daha yakından bakıldığında ise bu, küresel diplomasinin yeni bir mimari denemesine benziyor. Sahne bir ülkede kuruluyor, metin başka bir yerde yazılıyor.

Sahne Olarak Türkiye

Antalya’nın ev sahibi şehir olarak seçilmesi, yalnızca teknik ya da lojistik bir karar olmaktan ziyade, sembolik bir yerleşim gibi okunabilir. Türkiye uzun zamandır kendisini jeopolitik bir kesişim noktası olarak anlatmayı seviyor. Avrupa ile Orta Doğu arasında, Karadeniz ile Akdeniz’in kesişiminde konumlanan bu ülke, “köprü” metaforunu dış politikanın neredeyse kalıcı bir dekoru haline getirmiş durumda.

Ancak bir köprü olmak, her zaman merkez olmak anlamına gelmiyor. Bazen yalnızca geçişi mümkün kılan bir zemin oluyorsunuz, yönü belirleyen değil. COP31’in Antalya’da yapılacak olması, Türkiye’ye dikkat çekici bir görünürlük sağlıyor. Dünya liderleri, delegasyonlar, sivil toplum aktörleri, medya kuruluşları bu şehirde buluşacak. Protokol, organizasyon, güvenlik ve lojistik Türkiye’nin sorumluluğunda olacak. Bu, görsel ve sembolik açıdan güçlü bir pozisyon.

Fakat bu güç, daha çok vitrine benziyor. Vitrin iyi ayarlanırsa hayranlık üretir; küçük bir kırılmada ise tüm gözler oraya döner. Ev sahipliği artık mutlak kontrol anlamına gelmiyor. Daha çok temsil, teşhir ve performans alanı haline geliyor. Türkiye sahneyi kuruyor, ama oyunun kuralları o sahnede yazılmıyor.

Bu da klasik diplomasi anlayışında sessiz bir kaymaya işaret ediyor. Bir ülke masayı kurmaktan çok, salonu hazırlıyor. Gerçek pazarlık ise başka bir odada yapılıyor.

Metni Yazma Yetkisi

“Müzakerelerin yönetimi” ifadesi, teknik bir organizasyon sorumluluğu gibi durabilir. Oysa bu rol, diplomasi açısından son derece kritik bir iktidar alanına işaret eder. Bu rolü üstlenen aktör, sadece toplantıları yöneten bir moderatör değildir. Gündemi belirler, tartışmanın sınırlarını çizer ve nihai metnin dilini şekillendirir.

Hangi kavramın “bağlayıcı” olacağı, hangi ifadenin “tavsiye” seviyesinde kalacağı, hangi başlığın merkeze, hangisinin dipnotlara itileceği burada belirlenir. Bu nedenle “President of Negotiations” pozisyonu, görünmeyen ama güçlü bir siyasi kaldıraçtır.

Bu bağlamda masanın kurulduğu yer Türkiye değil, Avustralya oluyor. Canberra, ekranda görünmeyen bir güç merkezine dönüşüyor. Bayraklar, kürsüler, salonlar Antalya’da kuruluyor olabilir, ancak metinlerin tonunu belirleyen zihinsel altyapı Avustralya’da şekilleniyor. Kimin kelimesi metinde kalıcı hale gelirse, geleceğe dair çerçeveyi o inşa ediyor.

Albanese’nin özellikle “Pasifik çıkarları” vurgusu da bu oyunun bir parçası gibi okunabilir. Pasifik artık sadece iklim riski altındaki ada devletlerinin yaşadığı bir coğrafya değil; ABD ve Çin arasındaki rekabetin yoğunlaştığı, küçük devletlerin büyük stratejilerin parçası haline geldiği bir alan. Avustralya, bu alanı masa başından yönetmek istiyor.

Bu nedenle Instagram’da paylaşılan fotoğraf, yalnızca iki liderin yan yana gelişini göstermiyor. Aslında bir rol dağılımını daha kabul edilebilir, daha yumuşak bir estetikle sunuyor.

İki Ayrı İç Siyaset Gerilimi

Bu tablo, her iki ülkede de farklı türde iç siyasal gerilimler üretiyor. Avustralya açısından bakıldığında, ev sahipliği rolünün kaybedilmesi, kolay anlatılabilir bir başarı hikâyesinin ortadan kalkması anlamına geliyor. Adelaide gibi şehirlerin zirveye ev sahipliği yapma hayali, ekonomik ve sembolik beklentilerle beslenmişti. Şimdi bu beklenti yerini, seçmene anlatması daha zor bir soyut güce bırakıyor: müzakere masasına hâkim olma fikrine.

Sorun şu ki, görünmeyen güç kamuoyu için ikna edici bir siyasi sermaye üretmekte zorlanır. Seçmen bayrak görmek ister, şehir görmek ister, ekranlarda kendi ülkesinin vitrinde durmasını ister. Masanın nerede kurulduğu, metnin kim tarafından yazıldığı daha soyut kalır.

Türkiye açısından risk ise görünürlükten doğuyor. Sahne olmak, aynı zamanda hataya açık olmak demektir. En küçük lojistik sorun, güvenlik açığı, organizasyon aksaması orantısız biçimde büyütülebilir. Küresel medya, vitrini sadece parlamak için izlemez; çatlak aramak için de izler.

Bu karmaşık tabloya tekrar dönüp bakıldığında, Albanese’nin Erdoğan ile Instagram’da paylaştığı fotoğraf farklı bir yere oturuyor. Kontrollü bir yakınlık, özenle ayarlanmış bir kadraj ve bilinçli bir beden dili. Görünen sıcaklık, görünmeyen müzakere mimarisini daha kabul edilebilir kılan bir ambalaj gibi çalışıyor.

Sonuç Yerine Bir Durum

Bu gelişmeyi “kim kazandı” ve “kim kaybetti” gibi basit karşıtlıklar üzerinden okumak eksik kalır. Ortada bir zaferden çok, bir yerleşme, bir pozisyon alma hali var. Türkiye görünürlük alanında, Avustralya dil ve metin alanında yerini alıyor.

Bu tür zirveler artık tek merkezli güç gösterileri değil. Daha parçalı, daha dağınık, daha çok “görünmeyen emek” içeren bir diplomasi biçimi ortaya çıkıyor. Sahne ile masa arasındaki mesafe açılıyor. Sahnede ışıklar yanarken, masa karanlıkta daha rahat kuruluyor.

COP31 muhtemelen televizyon ekranlarında büyük konuşmalarla, gösterişli oturumlarla ve yoğun protestolarla hatırlanacak. Ancak asıl kalıcı etkiler, bu görsel dramaturjinin arkasında, kelimelerin tek tek seçildiği taslak metinlerde üretilecek. Dünya büyük cümleleri dinlerken, küçük kelimelerin nasıl ayıklandığını çoğu zaman fark etmeyecek.

Belki de bütün meselenin özü burada yatıyor: artık kimin konuştuğundan çok, kimin kelimeleri kalıcı hale getirdiği önemli. Sahne Antalya’da kuruluyor. Masa Canberra’da duruyor. Fotoğraf ise Instagram akışında yumuşakça kayıp gidiyor.

- Advertisment -