Şampiyonanın açılış maçında İtalya tabiri caizse bize nefes aldırmadı. Maçın her anında milli takıma karşı üstünlük kurdular. Milli takımın son yıllarda alışageldiğimiz oyunundan eser yoktu. Bunun olmasına İtalya engel oldu. İtalya’nın hakemin düdüğü ile birlikte üzerimize gelmesi, bizi kendi kale sahamıza hapsetti. İlk yarıda bu İtalyan baskısını takım halinde defans yaparak atlatmaya çalıştık. Defansif anlamda bunda da başarılı olduk. İlk yarıdaki en önemli sorunumuz karşıladığımız atakları ileriye götürememek oldu.
Dönen topların hemen hepsini İtalyan oyuncular kaptı. Kazandığımız topları bile Hakan Çalhanoğlu, Yusuf Yazıcı gibi kaliteli ayaklara ulaştıramadık. Orta sahada oyunu kaybedince işimiz şansa kaldı. Özellikle günümüz futbolunda şans pek bir işe yaramıyor. Bu açıdan bakarsak ilk yarıda oyunu beraberlikle bitirmemiz bizim açımızdan şanstı, o da oldu. İtalya’nın defans göbeğinde yer alan Giorgio Chiellini ve Bonnici’nin ilk yarı boyunca bizim yarı sahamızda oynaması, sadece bu bile ahvalimizi anlatmaya yeter.
İlk yarıdaki kötü oyunumuza rağmen Chiellini’nin kornerden gelen kafa vuruşu dışında -ki Uğurcan muhteşem kurtardı- tehlike yaşamamamız milli takım için kötü oldu aslında. İkinci yarıda ‘çıkıp kendi oyunumuzu’ oynama isteği yaratan şey bu oldu. Hal böyle olunca sahanın her alanında baskı uygulayan ve bunu maç boyunca mükemmel yapan İtalya, daha rahat oynayacağı alanlar buldu. İleriye nadiren çıktığımız anlarda yaratılan boşlukları çok iyi değerlendiren İtalya çok rahat bir şekilde 3-0’ı buldu.
Maça genel anlamda bakınca biz mi kötü oynadık, İtalya mı çok iyi oynadı sorusunun cevabı kafamda net. Kabul etmek gerekir ki müzesinde üç dünya kupası olan İtalya, bizden çok daha üst seviyede bir futbol oynuyor. Bu şampiyonaya gelene kadar hiçbir maçta bu kadar mahkûm bir oyun sergilemeyen milli takımın dünkü hali sadece ‘kötü oyun’la açıklanamaz.
İtalya’yı da oynadığı oyun için alkışlamak gerekir. Eğer dün gece oynadığı mükemmel oyun nedeniyle rakibini alkışlama erdemini gösterebilirse, milli takım kalan maçlarda daha iyi bir performans sergileyebilir. Aksi halde potansiyel olarak zaten her zaman heybemizde olan hamaseti canlandırır, gerçeklerden koparız.
Hamaset, hamaset, hamaset…
Maçın 53. dakikasında Berardi’nin sert ortasını karşılamak isteyen Merih Demiral topu kalemize gönderdi. İlk gölü böyle yedik. Her defans oyuncusunun başına gelebilecek bir talihsizlik yaşadı Merih. O anda maçı anlatan Erdoğan Arıkan ve sonrasında Levent Özçelik hamasetin dibini buldu. Bir anda alışkanlıklarımız geri geldi. Merih’in kendi kalesine gol atmasını hafifletecek ya spiker, İzlanda maçında kale çizgisinden çıkardığı toptan hareket ederek genç oyuncuyu bir anda vatan savunmasındaki bir askere, sınırda düşmanla savaşan bir kahramana dönüştürdü. O andan sonra da film koptu zaten. Roma’da sahada oynayan oyuncularımız bir anda sınırda tanksavar, uçaksavar, piyade olarak canını ortaya koyan ‘kahraman askere’ dönüştürüldü maçı anlatan spikerler tarafından. İtalya artık oyun oynamakta olduğumuz bir rakip değil, vatanımıza saldıran bir düşmandı.
Oysa sahada oynayan çocuklar milli takımı şampiyonaya getirdi. Bundan sonra yenilerek ve kazanarak daha da iyi yerlere getirecekler. Başta Merih Demiral olmak üzere en iyi bildikleri işi yaparak ülkeyi sevindirecekler. Bırakın çocuklar en iyi bildikleri işi yapsın. Milli takıma uzun yıllar hizmet edecek Merih Demiral’ın sizin ‘asker’ benzetmelerine, askerlik üzerinden kahramanlaştırmanıza ihtiyacı yok. Kalesine attığı talihsiz golden sonra onu ‘hainlikle’ suçlarlar diye abartılı kahramanlık destanı yazmanıza da… Hainlik de kahramanlık da sonuç olarak aynı kantarın üzerinde tartılıyor. Öncelikle bu dili yok etmeli.
Sonuç olarak beklediğimden çok daha iyi bir İtalya ile karşılaştı milli takım. Haliyle kendi oyununu sahaya yansıtacak nefesi bulamadı. Kötü sayılacak bir başlangıç yapmış olsak da milli takımın kalan iki maçından en az 4 puan alıp gruptan çıkacağını düşünüyorum. Sadece hain ve kahraman yaratmadan maçları izlemek gerekiyor. Başaracaklar, başaramasalar da canları sağ olsun…