Oral Çalışlar’ın son kitabı, “68 İsyan Günleri” geçtiğimiz ay H2O yayınlarından çıktı.
300 sayfayı aşmayan hacmine rağmen kitap, Sosyalist Sol’un ve Türkiye’nin yakın tarihine ilişkin son derece önemli olaylara, ideoloji ve düşüncelere, örgütlere ve tarihi kişilere, sürecin aktörlerinden biri olan Oral Çalışlar’ın doğrudan tanıklığıyla ışık tutuyor.
Hayatının çok önemli bir dilimini yansıtan bu son kitabını Çalışlar, değerlendirme ve muhasebeler içeren bir hatıra olarak yazmış.
1968-1988 yılları arasında Türkiye’nin geçirdiği değişimi, merkezinde gençlik hareketinin ve sosyalist örgütlerin yer aldığı birçok politik meseleyi, belge niteliğine yakın anlatımla ele alıp değerlendirme konusu yapıyor.
Elbette kitabın asıl konusu, Aydınlık Grubu’nun doğuşu, lider ve yönetici kadro, kurulan partiler, örgütün iç dünyası ve yaşanan çatışmalar, benimsenen ideolojik ve politik düşünceler, diğer örgütlerle ilişkiler, bölünmeler ve birleşmeler…
Dünyayı sarsan 1968 gençlik olaylarının Türkiye’ye yansımasını ve dönemin iktidarlarının bu muhalif gençliğe karşı aldıkları tavır canlı bir dille anlatılıyor. TBMM’de 15 milletvekili olan TİP’in (tarihi Türkiye İşçi Partisi) giderek bu gençlik üzerindeki etkisini yitirmesi, silahlı eylem stratejilerine yönelen sol örgütlerin doğuşu ve 12 Mart 1971 Askeri Darbesi’ne gidiş günleri anekdotlar eşliğinde dile getiriliyor.
Gençliğin o dönemde önde gelen liderleri arasında yer alıp, daha sonra her biri farklı siyasal hareketlerin başına geçenlerle ilgili anlatılanlar da kitabın bir başka önemli boyutu.
Serbestiyet’te yayınlanan röportajı (Onur Erkan, 20 Kasım 2023) ve kendi kısa yazısında(22 Kasım 2023) Oral Çalışlar, kitabın nirengi konularına bir kez daha işaret ediyor.
Hakkaniyetli değerlendirme
Sosyalist camianın ayrıksı örgütü olarak tanınan Aydınlık Grubu’na dair genel medyada, siyasi grup mecralarında ve kişisel olarak yazılan çizilen belki çok şey var. Ancak, içeriden, ciddi ve belge ağırlığına sahip yayınların fazla olmadığı biliniyor. Bu bakımdan, 1968’in gençlik liderlerinden olup, kuruluşundan beri Aydınlık Grubu’nda yöneticilik yapan, günlük Aydınlık Gazetesi’ni yöneten Çalışlar’ın yazdıkları, dönemi ve bu geleneği araştıranlar, anlamak isteyenler, Solun tarihine ilgi duyanlar için okunmadan geçilemeyecek, belgesel kıvamında bir kitap.
Çalışlar, artık içinde yer almadığı Aydınlık Grubu hakkındaki değerlendirmelerinde oldukça nesnel ve hakkaniyetli davranıp, sorumluluk taşıdığı yıllara dair eleştiri ve özeleştirilerinde, son derece makul bir zeminde duruyor. Olan bitene ayna tutuyor, dönemin uluslararası gelenekten beslenen bu tipik örgüt modelini ve iç dünyasını birçok yönüyle okurun önüne seriyor. Aydınlık Grubu’nun ve sosyalist solun geçmişine ve hatalarına, örgüt merkezli duygu ve düşüncelere kendini kaptırmadan, ideolojik kalıplara takılmadan bakıyor. İnsani olanın, doğru olanın, zamana uygun olanın hakkını veriyor ve yanlış olanın adını koymaktan sakınmıyor.
Halkın Yolu, Aydınlık Grubu’na niye Katıldı?
Aydınlık Grubu 1970’lerin ikinci yarısında “Devrimcilerin Birliğini” savunuyor, okullarda ve mahallelerdeki ideolojik ve siyasi “işgallere” karşı çıkarak” ve silahlı çatışmalara tavır alıp dışında durmaya çalışıyordu. Uluslararası planda da Mao ve Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) ideolojik ve politik hattını savunuyordu. SSCB’ni(dönemin Rusya’sını) emperyalist olarak görüp, Türkiye’nin işgal tehdidi altında olduğunu ileri sürüyor ve onu baş düşman ilan ediyordu. Bütün bunlara güçlü bir yayın faaliyeti de eşlik ediyordu. Bu doğrultudaki faaliyetler aktivitelerin kimi sosyalist kesimler ciddi şekilde etkiliyordu.
Bunlardan biri olan, benim de içerisinde yer aldığım Halkın Yolu grubu (Militan Gençlik), Mahir Çayan’ın kurucularından olduğu THKP-C (Dev-Genç) grubundan kopmuştu. Örgütü halktan kopuk olarak nitelemiş, Kızıldere Olayı’nı bir macera olarak görüp, “İntihar Eylemi” olarak tanımlamıştı. “Şehir gerillası” olarak ifade edilen silahlı mücadele anlayışını tasvip etmiyordu. Militan ve atak bir yapılanması olmasına karşın, Türkiye’de o yıllarda yaşanmakta olan iç siyasal kamplaşmanın ve iç savaş boyutuna varan silahlı çatışmaların devrimcilere ağır bir yenilgi getireceğini ileri sürüyordu. Uluslararası planda ise Mao’nun ve Enver Hoca Arnavutluğu’nun görüşlerine yakınlık duyuyordu.
Bu nedenlerle, Aydınlık Grubu’nun “Devrimcilerin Birliği” çağrısına kayıtsız kalmamış ve 1 Mayıs 1977 Taksim Katliamı sonrasında, içindeki bazı itirazlara rağmen, 1 Mayıs 1978 itibariyle de Halkın Yolu Gazetesi’ni kapatıp, Aydınlık Grubu’na ve TİKP’ne (Türkiye İşçi Köylü Partisi) katılma kararı aldı.
Bunları anlatmamın sebebi, Halkın Yolu grubunun TİKP’ye katılmasının ardından yaşanan ve günler boyu süren, mahkeme benzeri “ Özeleştiri Toplantıları”nı aktarmak içindir. Bu son derece ilginç, ama o derecede de ibret verici olayı, daha önce Belgin Demirer’in röportajlar olarak hazırladığı “ÖDP Kendini Anlatıyor “ isimli kitapta açıklamıştım(Güncel Yayıncılık, 2. Baskı, 1996, s.23-26).
Özeleştiri Mahkemesi
Halkın Yolu grubu, Aydınlık Grubu’na kıyasla, kitle tabanı itibariyle biraz daha büyük bir gruptu. Katılma kararı alınınca, herhalde Aydınlık Grubu ”Şimdi bu kadar insanı bünyemizde fikren nasıl eriteceğiz ” diye, bir sorun yaşamış ve muhtelif yollar aramış olmalı. “Kendi ideolojik, politik ve kültürel kalıbına sokmak ” diye tanımlayabileceğimiz, farklı kimliği eritme yolu bulunmuş, İstanbul’da, günler boyu sürecek, bir nev’i “Özeleştiri Mahkemeleri” kurulmuş ve işe beklenebileceği gibi, Halkın Yolu’nun lider kadrosundan başlanmıştı.
Sahne şöyleydi: Salonun bir ucunda Aydınlık grubunun lideri Doğu Perinçek ve önde gelen yöneticilerinden iki kişi bir masada oturuyor. Salonun karşı tarafında ağırlığını bu grubun üyelerinin teşkil ettiği bir izleyici topluluğu bulunuyor. Özeleştiri verme sırası gelen Halkın Yolu yöneticisi adı duyurulunca masanın önüne geliyor ve masadaki liderin bir girizgahından sonra kendisine yöneltilen soruları cevaplamaya başlıyor.
Bırakın soruları, bu sahnenin kendisi bile çok korkunç ve aşağılayıcıydı. Masada tek ve yegane doğrunun temsilcileri, salonun öte tarafında onların üyeleri ve siz de önlerinde duruyor ve geçmiş dönemdeki politikalarınız nedeniyle, bir nev’i sanık gibi hesap veriyorsunuz. Lider ve kadro konumunda birçok insan bu uygulamanın muhatabı oldu.
Bu özeleştiri toplantıları birleşme, birbirine fikren ve fiziken güç katma, ortak mücadelede omuz omuza olmanın güvenini ve iklimini yaratma değil, katılanın kimliğini ve kişiliğini ezerek, aşağılayarak diğerinin hegemonik yapısı içerisinde eritip yok etme operasyonu gibiydi.
Sorulan sorulara ve yanıtlara gelince, çoğu suçlayıcı nitelikte olan sorulara verilen cevaplar tabii ki çoğu zaman umdukları gibi olmuyor ve masadaki heyet tarafından tatmin edici bulunmuyor ve tepkiyle karşılanıyordu. Konunun etrafında dolaşan yeni sorular geliyor ve özeleştiri verenden direnç anlamına gelen yanıtlar söz konusu olduğunda, masanın aşağılayıcı söylemleri, oturduğu yerden zıplayan izleyicilerin coşkulu ve hükümran itirazları birbirini izliyordu.
Özeleştirisi kabul edilmeyenler, tekrarı istenenler, ara verilenler, hatta “Biraz daha düşün de gel” denilenler oldu. İstanbul örgütünün üyeleri günlerce bu özeleştiri seanslarının sözü ve söylentileriyle yatıp kalktılar.
Katılma sürecinin bir aşamasında, özeleştirisi beğenilmeyenlerden bazıları, İstanbul’da üniversite eğitimi görmek için yıllar önce terk ettikleri taşranın öteki ucundaki memleketlerine, kitle çalışması yapmak üzere gönderildiler.
Bir yandan “Devrimcileri Birliği” çağrısında bulunup, diğer yandan farklı olanın ideolojik, politik ve kültürel kimliğini ezme, aşağılama ve yok etme, Sovyetik partiler ve ÇKP (Çin Komünist Partisi) gibi modeller dikkate alınınca şaşırtıcı değildi. Özeleştiri mahkemelerinin ise Stalin döneminin ünlü Moskova Duruşmaları’ndan esinlenmiş olması yüksek bir ihtimaldi.
Sevgili Oral Çalışlar’ın ‘68 İsyan Günleri’ kitabı bana bir kez daha bunları hatırlattı.