Adalet olmadan hürriyet de demokrasi de olmaz

Veriler çok net bir hikâye anlatıyor: Hukukun üstünlüğü geriliyor; Demokrasi zayıflıyor; Özgürlükler daralıyor; Ekonomi kırılganlaşıyor, Toplum mutsuzlaşıyor. Bu bir ideolojik yorum değil, ölçülebilir bir nedensellik zinciri.

Türkiye’de özgürlüklerin, demokrasinin ve refahın neden aynı anda gerilediğini anlamak için soyut tartışmalara değil, verilere bakmak gerekli ve yeterli. Ortak payda açık: Hukukun üstünlüğü zayıfladıkça, diğer tüm alanlarda dünyayla makas açılıyor. 

Gelin hep birlikte dünyada kabul gören endekslere bakalım, grafiklere dökelim ve nereden nereye gelinmiş görelim. Endekslerin detayına, ne anlama geldiklerine merak edenler bakabilir, biz puanları dünya ortalamaları ile kıyaslayalım.

Başlangıç noktası: Hukukun üstünlüğü çökmeden diğerleri çökmez

Aşağıdaki ilk grafik, Dünya Adalet Projesi (World Justice Project)’nin Hukukun Üstünlüğü Endeksi üzerinden Türkiye’yi dünya ortalamasıyla karşılaştırıyor. Bu karşılaştırma bile tek başına çarpıcı; ancak altı çizilmeli: Bu grafik (ve diğerleri) “gelişmiş ülkeler” ile ülkemizin kıyası değil, dünya ortalaması ile kıyas.

Dünya ortalamasının içinde otoriter rejimler, kırılgan devletler ve düşük gelirli ülkeler de var.

Buna rağmen Türkiye, 2014–2015 kırılma noktasından sonra istikrarlı biçimde dünya ortalamasının altına düşüyor ve orada kalıyor. “Hukukun üstünlüğü”, “hukukla yönetmeye” evriliyor. Uzun süre zayıf hukukta kalmanın riski de kalıcılık veya kanıksanma.

Bu noktada önemli bir tespit yapılmalı: Hukukun üstünlüğü hukuktan uzaklaşma sonrası bir “sonuç endeksi” değil, bakacağımız diğer alanlar için neden endeksidir. Çünkü yargı bağımsızlığı, hukuki öngörülebilirlik ve keyfîliğin sınırlandırılması ortadan kalktığında, diğer tüm alanlar domino taşı gibi devrilir.

Demokrasi: Sandık var, Hukuk yoksa sonuç değişmiyor

İkinci grafikte Demokrasi Endeksi yer alıyor. Türkiye, 2012’de kendi zirvesini gördükten sonra, hukukun üstünlüğündeki gerilemeyle eş zamanlı bir düşüşe geçiyor.

Burada kritik olan şu: Demokrasi endeksindeki düşüş, seçimlerin ortadan kalkmasından değil; hukuki denge ve denetim mekanizmalarının aşınmasından kaynaklanıyor. Yargının yürütme karşısında zayıflaması, demokrasiyi “çoğunluk yönetimi”ne indirger.

Sonuçta ortaya çıkan tablo, demokrasi değil; seçimli ama denetimsiz bir iktidar yapısıdır.

Özgürlükler: Hukuk gidince ilk kaybedilenler

Hukukun üstünlüğündeki gerilemenin en hızlı ve en sert yansıması özgürlük alanlarında görülüyor.

Freedom House – Genel Özgürlükler

2016 sonrası dönemde Türkiye, yalnızca puan kaybetmiyor; kategori değiştirerek “özgür değil” sınıfına giriyor. Dünya ortalamasıyla aradaki makas 20 puanın üzerine çıkıyor.

Basın Özgürlüğü (RSF)

Basın özgürlüğü grafiği, hukukun üstünlüğü ile özgürlükler arasındaki ilişkiyi neredeyse birebir doğruluyor. Türkiye, “zor” kategorisinden “çok ciddi” kategoriye geçerken dünya ortalamasıyla fark kalıcı hâle geliyor.

Hukuk güvencesi olmayan gazeteci için ifade özgürlüğü teorik bir haktır. Basının sesi kısılınca her birimizin haber alma hakkı da kısıtlanıyor.

Akademik özgürlük: Hukukun susturduğu alan

Akademik Özgürlük Endeksi grafiği, belki de en acı olanı.

2016 sonrası yaşanan sert kırılma, münferit uygulamalarla açıklanamayacak kadar yapısal. Özgür olmayan bir akademi nasıl üretebilir? Akademi üretmezse hangi alanda ilerleme sağlanabilir?

Akademik özgürlük, ancak hukuki güvenlik ortamında var olabilir. Aksi hâlde üniversite, bilgi üreten bir kurum değil; idari hiyerarşinin uzantısına dönüşür.

Hukuk gidince ekonomi de toplumsal refah da gidiyor

Bu noktada sık yapılan bir hata var: “Özgürlükler ayrı, ekonomi ayrı.” Oysa veriler tam tersini söylüyor.

Enflasyon

Hukuki öngörülebilirliğin ortadan kalktığı, kurumların bağımsızlığını yitirdiği bir ortamda ekonomik kararlar rasyonel değil, siyasî hâle gelir. Sonuç: dünya krizinde bile Türkiye’nin aşırı ayrışması.

Yolsuzluk algısı

Yargının etkisizleştiği yerde yolsuzluk algısı artar. Artan sadece “algı” da değildir, yolsuzluk yaygınlaşır. Yolsuzluk, ahlaki bir bozulmadan çok, cezasızlık rejiminin doğal sonucudur.

Sefalet kaçınılmaz sonuçtur.

Hukuki güvenliğin gerilediği, enflasyonun ve yolsuzluğun arttığı yerde sefalet de artar. İktidar söylemi farklı olsa da rakamlar gerçeği açığa çıkarır.

Mutluluk mümkün mü?

Toplumsal refah yalnızca gelirle değil, adalet algısıyla da ilgilidir. Hukuka güvenmeyen toplum, kendini güvende hissetmez. Mutlu da olamaz.

Neden “dünya ortalaması” bile yeterince çarpıcı?

Bu yazıda kullanılan karşılaştırmaların tamamı dünya ortalamasıyla yapıldı. Eğer kıyas: OECD ülkeleriyle, AB üyeleriyle, Hukukun üstünlüğü seviyesi yüksek demokrasilerle yapılsaydı, makas çok daha dramatik olurdu.

Bu bilinçli bir tercih: Çünkü mesele “Batı ile kıyas” değil; asgari hukuk standardının altına düşülmesi.

Sonuç: Önce adalet, sonra diğerleri

Veriler çok net bir hikâye anlatıyor: Hukukun üstünlüğü geriliyor; Demokrasi zayıflıyor; Özgürlükler daralıyor; Ekonomi kırılganlaşıyor, Toplum mutsuzlaşıyor.

Bu bir ideolojik yorum değil, ölçülebilir bir nedensellik zinciri.

Bu nedenle “önce adalet” demek, romantik bir hukuk talebi değil; hürriyetin, demokrasinin ve refahın ön koşuludur. 

Önceki İçerikMSB: “SDG saldırıları Suriye’deki mutabakat sürecini olumsuz etkilemektedir. Türkiye’nin tavrı nettir”
Sonraki İçerikPapa Noel ayininde Gazze’yi andı: “İsa bir ahırda doğmuştu, böyle bir günde Gazze’deki çadırları nasıl düşünmeyelim?”