İlginç bir zaman diliminden geçiyoruz. 1 Ekim’den beri hemen hemen her gün konuşulan ve siyasetin bir numaralı gündemi haline dönüşen, adı konulmayan bir sürecin ne olduğunu veya bunca açıklamalara rağmen gerçekten de bir sürecin var olup olmadığını izliyoruz. Geçmiş süreçleri izleyenlerin ve bu konuda tecrübesi olanların da bildiği gibi ilk hamleler karşılıklı olarak atıldı. Atılan bu ilk hamleler kendi arasında ciddi zıtlıklar oluştursa da kimin ne dediğini öğrenmiş olduk. İktidar sayın Bahçeli eliyle PKK’ye silah bırakma çağrısı yaptı ve bu çağrının gerçekleşmesi halinde PKK lideri Öcalan’ın umut hakkından yararlanacağını söyledi ve bu konuda ısrarcı olduğunu belirterek bunun bir sahici tavır olduğunu hatırlattı. İktidarın büyük ortağı ve cumhurbaşkanı olan sayın Erdoğan’ın ise sürece desteği ve suskunluğu hâlâ devam etmesine rağmen, aksi bir tavır gösterilmedi.
Sürecin diğer tarafları olan Öcalan, Kandil ve DEM Partisi’nden de üstüste açıklamalar gelmeye başladı. Öcalan “önüm açılırsa üzerime düşeni yerine getiririm” dedi. Kandil “Öcalan irademizdir ve biz bu iradeye uyarız” dedi. DEM Parti “bu sürece desteğimiz tamdır” dedi. Ayrıyeten sürecin en önemli ayaklarından biri olan sayın Demirtaş da “sürece desteğim tam olacaktır” dedi. İktidar dışındaki bütün aktörler Abdullah Öcalan’ın müzakereci olacağı bir sürece desteklerini açıklarken, iktidar da muhatabın Öcalan ve DEM Partisi olduğunu tekraren ifade ettiler.
Anlaşılacağı üzere, herkesin ortaklaşa kabul gördüğü Öcalan’ın muhataplığı konusunda hiçbir pürüz görünmüyor. Bunun olabilmesi için de PKK’nin silahı bırakması şartı öne konulmuş vaziyette. Adı konulmamış bu süreçte ilk hamle böylece karşılıklı olarak deklare edilmiş durumda. Sırada iktidarın Öcalan’dan isteklerine geçecek olan ikinci hamleye gelmiş bulunmaktayız. Bunu da çok kısa bir sürede İmralı’ya gidecek olanlardan öğrenme şansımız olacak gibi görünüyor. Konuşulanlara göre önümüzdeki hafta İmralı’da yeni bir görüşme gerçekleşecek. İktidar cephesinde ise iki yönlü düşünülen bir stratejiden söz etmek mümkün. Aslında vaziyeti, özü itibariyle 7 Ekim saldırısından sonra oluşan bölgesel istikrarsızlık ve onun yaratacağı boşluğun İran üzerindeki etkisine bakarak öngörülmek istenen bir durum analizi olarak da okuyabiliriz.
Buradan ABD seçimlerinin sonuçlarına göre bekle gör politikasına gidildiği de net olarak görülüyor. Eğer seçimi Kamala Harris kazansaydı başka, Donald Trump kazandığı için başka bir davranış modeline geçme stratejisi de denilebilir buna.
Sonuç olarak seçimi Trump kazandı ve çok uzak olmayan bir zaman diliminde İran izole edilecek.
Sebebi de savaşın sürmesinde yatıyor. Savaş olmasaydı ve Trump kazansaydı böyle acele etmeye gerek duymayacaktı. Ancak savaşın varlığı, süresi ve olası sonuçları devletin hızlı davranmasını zorunlu kılıyor. ABD’nin İran’ı izole etme hamlesi Türkiye’nin Kürtlerle barışmasını dayatıyor.
Çok yakın bir zamanda Trump yönetiminin Türkiye’yi Kürtlerle bir şekilde yan yana getirme gayreti hiç de sürpriz olmayacaktır. Hatta başka da bir yolu görünmüyor. Hal böyleyken Öcalan’ın yeni mesajları ile ABD ve Türkiye trafiği yeni sürecin görünen yüzleri olacaktır. Bizi ve bölgeyi sıcak günler bekliyor.
Bu sıcak günler umuyor ve diliyorum ki kalıcı bir kardeşlik barışına yol açsın…