Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIAnayasa Mahkemesi’nin söylemek istediği: “Devlet tuzak kurmaz!”

Anayasa Mahkemesi’nin söylemek istediği: “Devlet tuzak kurmaz!”

Ben AYM’nin Şaşmaz kararını “Devlet tuzak kurmaz” ilkesiyle özetliyorum. Trafikte “yeşil görünümlü kırmızı ışık” olmayacağı gibi hukuk devletinde “legal görünümlü illegal yapı” diye bir kavram olmaz. Devlet de bir dönem “legal” olan yapıları sonradan “legal görünümlü illegal” ilan ederek vatandaşına tuzak kurmaz.

06 Ocak 2022 tarihli Resmî Gazetede Anayasa Mahkemesinin (AYM) Bilal Celalettin Şaşmaz başvurusu (B.No: 2019/20791) için ihlal kararı yayınlandı. Kararı ve karar sonrası tartışmaları değerlendirmeden önce biraz hafıza tazelemekte fayda var. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL ve sonrasında devam eden “FETÖ/PDY” üyeliği isnadıyla ihraçlarda ve yargılamalarda “kriter” olarak adlandırılan Bank Asya hesabı, sendika üyeliği, sohbetlere katılım, ByLock uygulaması kullanımı gibi hususları artık hepimiz biliyoruz. Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre 2016-2021 yılları arasında Cumhuriyet Başsavcılıklarında TCK 314 yani silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasıyla Cumhuriyet Başsavcılıklarında karara bağlanan soruşturma sayısının 1.768.530 olduğunu, 2022 yılı ve devam eden soruşturmaları da hesaba kattığımızda sayının 2,5 milyona yaklaştığını da biliyoruz.

2016-2021 yılları arasında terör örgütü üyeliği yargılamalarında ceza alan kişi sayısı ise 309.382. Tüm dünyada terör şüphesiyle aranan kişi sayısının 300 bin mertebesinde olduğu düşünüldüğünde ülkemizin başka hiçbir ülke tarafından kırılması mümkün olmayan bir rekora imza attığını söyleyebiliriz. Yargılamalarda ceza alıp, hükümleri kesinleşenler AYM’ye başvurabildiler. AYM kabul edilemezlik kararı verince de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru yapabildiler. AİHM’e başvurusu 17 Mart 2020 tarihinde ulaşan (bilinen) ilk dosya Kayseri ilinden Yüksek Yalçınkaya’nın (B.No: 15669/20) başvurusu oldu. Yalçınkaya Başvurusu hakkında 19 Şubat 2021’de Türk Hükümetine AİHM tarafından cevaplanması için sorular yöneltildi, teknik tabirle komünike edildi, kamuoyundaki tabiriyle de hükümet savunması istendi. AİHM’in soruları 08 Mart 2021 tarihinde İngilizce olarak AİHM sayfasında yayınlanınca hukuk çevrelerinde büyük bir tartışma başladı. AİHM bizlerin duruşmalarda sıklıkla vurguladığı hususları hükümete sorular şeklinde yöneltmişti.

Yalçınkaya’ya yöneltilen isnatlar (user id yani kullanıcı no ve içerik olmayan, ne demekse turuncu düzeyde kullanım olarak tarif edilen) ByLock kullanımı iddiası, Bank Asya’da 3.110 TL, örgüte müzahir olduğu iddia edilen dernek ve sendika üyeliği, isimsiz bir “bilgi veren”, KHK ile kamu görevinden çıkarılmış olma şeklinde özetlenebilir. AİHM bu iddialara karşı neler mi sordu?

Bence en önemli sorular Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) “Kanunsuz ceza olmaz” ilkesiyle (aynı zamanda madde başlığı) özetlenen 7. Maddesiyle ilgili sorulardı. AİHS 7. Madde ne mi diyor? “Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”

AİHM’in sorduğu sorulara gelelim:

Bahse konu zamandaki ilgili ulusal hükümler ve bunların ulusal mahkemeler tarafından yorumlanması göz önüne alındığında; terör örgütü üyeliğinden mahkumiyet, FETÖ/PDY’yi terör örgütü olarak ilan eden bir yargı kararının bulunmasına bağlı mıdır (bkz. Parmak ve Bakır/Turkey, No. 22429/07 ve 25195/07, § 71, 3 Aralık 2019 ve, karşılaştırma için, Kasymakhunov ve Saybatalov/Rusya, No. 26261/05 ve 26377/06, §§ 84 ve 90, 14 Mart 2013)?

Soruların devamı da var.

“Başvuranın silahlı örgüt üyeliğinden mahkumiyeti, Sözleşme’nin 7. maddesinin gerekleriyle bağdaşmakta mıdır?

Bilhassa;

a. Başvuranın mahkum edildiği ulusal yasal hükümler, uygulanmaları itibariyle öngörülebilir midir? Bu bağlamda, ulusal mahkemelerin FETÖ/PDY’yi bir terör örgütü olarak kabulleri, mahkumiyetin dayanağı olan eylemler zamanında başvuran tarafından makul şekilde öngörülebilir midir?

b. Ceza Kanunu’nun 314/2 maddesinde belirtilen terör örgütü üyeliği suçunun unsurları nelerdir ve bu unsurlar başvuranın davasında mevcut mudur? Ulusal mahkemeler, özellikle Sözleşme’nin 7. maddesinin gerekli kıldığı üzere, Yargıtay içtihatlarında ortaya konulduğu şekliyle suçun manevi unsurunun başvuranın davasında gerçekleştiğini layıkıyla belirlemiş midir (örneğin bkz. G.I.E.M. S.R.L. ve Diğerleri/İtalya [BD], No. 1828/06 ve Diğer 2 Başvuru, §§ 242 ve 246, 28 Haziran 2018)?

c. Söz konusu mahkumiyet başvuran tarafından ileri sürüldüğü şekliyle, cezai olarak suçlanabilecek herhangi bir davranış olmadan mı verilmiştir?

d. Başvuran o zamanlarda, ona atfedilen eylemlerin (yani Bylock kullanımı, Bank Asya’ya para yatırma ve yasal kabul edilen bir sendika ile derneğe üyelik), Ceza Kanunu’nun 314/2 maddesi uyarınca “silahlı örgüt üyeliği” suçunun delili olarak yorumlanacağını makul şekilde öngörebilir midir? Başvuruya konu olayda bu hükmün uygulanması, bahse konu suça ilişkin cezai sorumluluğun kapsamını hukukilik ilkesine aykırı şekilde genişletmiş midir? Her halükarda, ulusal mahkemelerin Ceza Kanunu’nun 314/2. maddesini başvuruya konu olayda uygulaması bu suçun özüyle tutarlı mıdır ve makul şekilde öngörülebilir midir (bkz. S.W./Birleşik Krallık, 22 Kasım 1995, § 36, A Serisi No. 335-B; Streletz, Kessler ve Krenz/Almanya[BD], No. 34044/96 ve Diğer 2 Başvuru, § 50, AİHM 2001-II; Jorgic/Almanya, No. 74613/01, § 109, AİHM 2007-III; Vasiliauskas/Litvanya[BD], Bo. 35343/05, § 155, AİHM 2015)?”

Sendika ve dernek üyeliğiyle ilgili de AİHS 11. Madde kapsamında yöneltilen soru şu şekilde:

“Diğer hususların yanı sıra bir sendika ve derneğe üyeliği temelinde başvurucunun terör örgütü üyeliğinden mahkum edilmesi, Sözleşme’nin 11. maddesi anlamında örgütlenme özgürlüğüne bir müdahale teşkil etmiş midir?”

Nasıl sorular ama? Cevap vermek aslında çok kolay ama “kitaba” yani hukuka uygun cevaplarla uygulama arasında dağlar kadar fark olduğunu açıklamaya gerek yok.  AİHM sadece soru yöneltmemiş, soruları yöneltirken parantez içinde atıf yaptığı önceki içtihatlarıyla bu soruların daha önce incelendiği ve içtihatlar oluşturulduğuna vurgu yapmış. Bence “bu içtihatlar burada duruyor, sizler de biliyorsunuz, neden hala AİHM önüne benzer dosyalar geliyor” diye kibarca sormuş.

Yalçınkaya başvurusu hakkında beklendiği şekilde AİHM Büyük Daire karar verecek. 17 farklı ülkeden 17 yargıçlı büyük dairenin paneli (halk arasında bilinen ismiyle duruşması) 18 Ocak 2023 tarihinde yapılacak. Avrupa Konseyi üyesi 46 ülke değil tüm dünya ülkemizdeki yargı uygulamasını yakından görecek. AİHM’in daha önceki içtihatlarıyla çelişmesi beklenmiyor. “Kriter” olarak adlandırılan hususların tamamı yargılamaların tamamıyla ilgili başvurularda değil ama haksız tutukluluk konulu başvurularda incelendi ve yüzlerce eski hakim-savcı dosyası ile birlikte son olarak Uluslararası Af Örgütü’nün Eski Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç (2) (Başvuru No:208/18) (https://hudoc.echr.coe.int/eng?i=003-7348547-10034706) kararı dahil “kriterlerin” tutuklama için makul şüphe oluşturmayacağına hükmetti. Tutuklama için makul şüphe oluşturmayan “kriterler” ceza vermek için de kesin delil niteliğinde olmayacaktır görüşünün hukukçular arasında yaygın olduğu ve AİHM’den benzer bir karar beklendiği söylenebilir.

AİHM Büyük Daire panelini beklerken bir sürprizle karşılaştık. 06 Ocak sabahı AYM’nin Şaşmaz kararıyla (https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20791 ) güne uyandık. Şaşmaz’a sendika üyeliği, başka yargılanan kişilerle HTS kayıtları ve sohbetlere katılım iddiaları sonucu yapılan yargılamada Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesince 13 Nisan 2017 tarihinde 6 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Gerekçeli karardaki bazı bölümler yargılamalardaki mantığın özeti niteliğinde:

“…Sanığın öğretmen olarak görev yaptığı Uşak ili, Yeşilkavak İlköğretim okulunda görev yaparken açığa alındığı, tanıkların anlatımlarına göre 17-25 Aralık 2013 tarihinden önce FETÖ/PDY yapılanmasının düzenlediği dini sohbetlere katıldığı, bu sohbetlerde zaman zaman Fetullah Gülen’in kitaplarının okunduğu, böylelikle bu yapılanmaya eleman kazandırma amacının güdüldüğü, tanık anlatımlarına göre sanığın bu sohbetlere katıldığı, 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra örgütle bağını devam ettirdiğini ortaya koyacak şekilde Aktif Eğitim Sendikasına üye olduğu, bu sendikanın özellikle hükümet ve FETÖ/PDY yapılanmasının karşı karşıya geldiği dershane krizi sonrasında örgüte mensup öğretmenlerin kamu oyunda baskı ve pazarlık gücünü artırmak amacıyla örgüt tarafından kullanıldığı, her ne kadar içerik ve görüşme zamanı tespit edilememiş ise de, HTS kayıtlarına göre sanığın mahkememizin 2016/204 esas sayılı dosyasında sanık olarak yargılanan imam seviyesinde olduğu iddia edilen [M.T.], [M.E.] ve [A.A.] ile görüşme kayıtlarının bulunduğu, tanık anlatımları, HTS kayıtlarından yola çıkılarak varılan sosyal çevresi, 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra devam eden Aktif Eğitim Sen üyeliği gözetilerek sanığın bu şekilde çeşitli eylem ve davranışlarıyla yüklenen FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği suçunu işlediği kabul edilmiş, sanığın dosya kapsamına ve oluşa aykırı yöndeki beyanlarına itibar edilmemiştir.

Sanıkta silah ele geçirilmemiş ise de FETÖ/PDY yapılanmasının hücre tipi yapılanma olduğu, bu yapının eğitim, mülkiye, adliye, TSK, emniyet, finans ve diğer yapılanmalarının farklı farklı olduğu, ancak üst yönetim konumunda bu örgütün tek elden idare edildiği, yeri geldiğinde 17-25 Aralık 2013, Mit Tırlarının Durdurulması hadisesi, 15 Temmuz 2016 tarihli Darbe Kalkışması gibi silahlı eylemleri gerçekleştirecek konumda olduğu, sosyal ve şahsi durumu, tahsil durumu itibariyle sanığın bu yapılanmada en üstte Fetullah Gülen olduğunu, yapılan çalışmaların onun önderliğinde yürütüldüğünü ve buraya katkı sağladığını bildiği, sanığın eğitim yapılanmasında aktif görev alıp örgütle bağını ortaya koyacak şekilde aktif ve fiili davranışlarda bulunmak suretiyle örgütün bütünü içerisinde üzerine düşen görevi yaparak yüklenen örgüt üyeliği suçunu işlediği kabul edilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”

Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararında yer alan altını çizdiğim bölümleri benzer dosyalardaki hemen her yargılama gerekçeli kararında görebiliriz. Sosyal ve şahsi durumu, tahsil durumu itibariyle Uşak ilinin Yeşilkavak İlköğretim Okulundaki öğretmenin bilmesi beklenen hususları kimler bilmeyebilirdi? Hatırlatmaya gerek var mı? Bu konudaki tartışmayı bir başka yazımıza atıfla şimdilik bırakalım; Yargıtayın Birol Erdem’le ilgili kararı hakkında hala devam eden tartışmalar ilgililerce malumdur (https://serbestiyet.com/featured/hatasiz-kul-olur-mu-olmaz-mi-yargitayin-birol-erdem-karari-uzerine-kopan-tartismalar-113333/).

AYM Şaşmaz kararında her zamanki sistematiğine uygun olarak İlgili Hukuk başlığı altında Ulusal Hukuku ve Yargıtay İçtihadını açıklıyor. Sonra Uluslararası Hukuk başlığı altında AİHM kararlarına yer veriyor. Burada bir başka sürprizle karşılaşıyoruz. AİHM’in Yasin Özdemir kararına da (B.No: 14606/18) değinilmiş. Yasin Özdemir de bir öğretmen ve 17-25 Aralık 2013 tarihi sonrasındaki paylaşımları nedeniyle yargılanmıştı. AYM Şaşmaz kararında AİHM’in Yasin Özdemir kararını çok iyi özetlemiş. Sadece özetin son, AYM Şaşmaz kararının 32. Paragrafını belirtmekte fayda var:

“32. Kararda ayrıca olaylar esnasında Fetullahçı yapılanmanın yürütmenin bazı organları tarafından tehlikeli olarak değerlendirilmesine karşın paylaşım tarihleri itibarıyla bu hareketin mensupları hakkında yasa dışı veya terörist bir örgüt üyesi oldukları gerekçesiyle verilen herhangi bir kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunmadığını, “paylaşımların bu hareketin eğitim veya dinî eğilimli bir topluluk mu yoksa devlet organlarına sızmayı hedefleyen bir terör örgütü mü olduğuna dair önemli tartışmaların olduğu bir dönemde yayımlandığını” belirterek başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalede ulusal hukukun öngörülebilir olmadığına karar vermiştir.”

AİHM Yasin Özdemir kararına yapılan atıftan sonra bir başka sürprizle karşılaşıyoruz. AYM Şaşmaz kararında Venedik Komisyonunun 15 Mart 2016 tarihli raporuna atıf yapıyor. Atıf yapılan 33. Paragraf şu şekilde:

“33. 15/3/2016 tarihli ve 831/2015 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 216., 299., 301. ve 314. Maddeleri Hakkında Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu Venedik Komisyonu Raporu‘na (rapor) göre silahlı bir örgüte üyelik suçundan mahkûmiyet kararının ikna edici delillerle ve her türlü makul şüpheden uzak biçimde verilmesi gerekmektedir (rapor, § 105). Raporda Yargıtay tarafından kabul edilen eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu dikkate alındığında kişinin silahlı örgütle organik bir bağı bulunduğu ve örgütün hiyerarşik yapısı içinde bilerek ve isteyerek hareket ettiğinin gösterilmesi gerektiği ilkesinin sıkı bir şekilde uygulanması tavsiye edilmiştir. Komisyon, bu ilkenin geniş biçimde yorumlanması hâlinde özellikle Sözleşme’nin 7. maddesinde öngörülen suç ve cezaların kanuniliği prensibiyle ilgili sorun oluşabileceğini belirtmiştir (rapor, § 106).”

Venedik Komisyonu da AİHM de Avrupa Konseyinin organları ve birbirleriyle çeliştiklerini görmüş değilim. Venedik Komisyonu darbe girişiminden önce TCK’nın sorunlu gördüğü meşhur maddelerinin geniş biçimde yorumlanmaması ve suç ve cezaların kanuniliği ilkesine riayet edilmesi konusunda uyarmış. Darbe girişiminden sonra da tavır değiştirmemiş.

Sonra AYM İnceleme ve Gerekçe bölümlerine geçiyor. Değerlendirme başlığı altında 42. Paragrafta bir de ne görelim? Meğer bizim Anayasamızda da suç ve cezaların kanuniliği, sendika hakkı ve özel hayata saygı hakkına yer veriliyormuş. Öyle AİHM kararlarına, Venedik Komisyonu raporlarına gerek yokmuş.

“42. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak;

– “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.”

– ”Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

”Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”

– “Sendika kurma hakkı” kenar başlıklı 51. maddesinin ilgili fıkraları ise şöyledir:

”Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.

Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.

Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir…”

Sonra AYM Yargıtay içtihatlarına da atıf yaparak önceki kararlarına değiniyor:

“47. Anayasa Mahkemesi, yukarıda yer verilen değerlendirmeleri ilk olarak PKK terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet kararı üzerine yapılan bir bireysel başvuru incelemesinde yapmıştır. Söz konusu incelemenin daha başında Anayasa Mahkemesi bir kimsenin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm edilmesi için “Kişinin örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, örgütün bir parçası olmayı istemesi ve örgütün hayatta kalmasına, amaçlarının gerçekleştirilmesine devamlı bir irade ile katkı sağlaması gerekir” şeklinde eldeki başvurunun çözümlenmesinde de anahtar olan bazı değerlendirmelerde bulunmuştur. Söz konusu karar ve onu takip eden kararlarda örgüte üye olmanın “fiilî bir katılma olduğu ve dolayısıyla üyeliğin suç olarak kabul edilmesinin ve cezalandırılmasının altında yatan sebebin, terör örgütü üyesi olan kişinin aslında bu şekilde terör örgütünün toplum için arz ettiği tehlikeye bilerek ve isteyerek katkı sağlaması olduğu, kişinin örgütün hiyerarşik yapısına bilerek ve isteyerek dâhil olduğunun yeterli bir gerekçe ile ispat edilmesi gerektiğini” ifade etmiştir (bkz. Metin Birdal, §§ 62, 67; İlhami Aksu, B. No: 2018/36918, 15/6/2022, § 32).”

“Birçok durumda yargılamalara konu eylemler FETÖ/PDY’nin hukuk alanında bir terör örgütü olarak kabul edilmesinden ve üçüncü kişiler için de bilinir hâle gelmesinden önce işlenmiştir” gerçeğini de 47. Paragrafta belirttikten sonar 52. Paragrafta Yargıtayın “ölçülerini” belirtiyor:

“52. Bu sebeple Yargıtay, FETÖ/PDY davalarında da örgüte sadece sempati duymayı ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemleri terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyet için yeterli görmemektedir. Yargıtaya göre FETÖ/PDY üyesinin (1) örgüte bilerek ve isteyerek katılması, (2) katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, (3) terör örgütünün bir parçası olmayı istemesi, (4) örgüte katılma iradesinin devamlılık arz etmesi, (5) saikinin suç işlemek olması şartı aranmalıdır (Yargıtay kararı için bkz. § 13).”

Sonuç olarak da “suç ve cezaların kanuniliği”, “özel hayata saygı” ve “sendika” hakkının ihlal edildiğine karar veren AYM, 6 yıl 3 ay hapis cezasının da bir karşılığı olmalı elbet diyerek, özür mahiyetinde 30.000 TL manevi tazminata hükmediyor. AYM’nin tek bir üyesinin 30.000 TL karşılığında tek bir hafta cezaevinde kalmayı kabul etmeyeceğine eminim ancak bu ayrı bir tartışma konusu.

AYM kararını 06 Ocak akşamı (https://www.youtube.com/watch?v=PYw6n5T7AA8 ) DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Milletvekili Mustafa Yeneroğlu ile de değerlendirdik. AYM kararına sevinelim mi diye sordum kendisine. “15 Temmuz’dan 6,5 yıl sonra Hukuk Fakültesi 1. Sınıfta öğretilen evrensel hukuk ilkelerinin kararda dile getirilmiş olmasına sevinemediğini ancak kararın olumlu olduğunu” belirtti. AYM kararının objektif etkisi dikkate alınacak mı hep birlikte göreceğiz. Objektif etkiyi tartıştığımız yazımızın da (https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/kararlarinin-objektif-etkisinin-onemine-dikkat-ceken-aym-aihm-kararlarinin-objektif-etkisini-ne-kadar-onemsiyor-110303/) okunmasını öneriyorum.

Ben AYM’nin Şaşmaz kararını “Devlet tuzak kurmaz” ilkesiyle özetliyorum. Trafikte “yeşil görünümlü kırmızı ışık” olmayacağı gibi hukuk devletinde “legal görünümlü illegal yapı” diye bir kavram olmaz. Devlet de bir dönem “legal” olan yapıları sonradan “legal görünümlü illegal” ilan ederek vatandaşına tuzak kurmaz.

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi başta olmak üzere terör örgütü üyeliğinden ceza verilmesi için örgütün amacı ve yöntemini bilme ve isteme şeklinde özetlenebilecek doğrudan kastın yargı makamlarınca ispatı şartının uygulanmasıyla birçok yargılamanın beraatla sonuçlanacağından eminiz.

Bazı meslektaşlarım AYM kararını AİHM’in Yalçınkaya dosyasının görüşülmesi öncesi vitrin bir karar olarak yorumluyorlar, zevahiri kurtarmak için bu kararlar veriliyor diyorlar. Ben farklı düşünüyorum ve umutluyum. Hukuk içinde normalleşmek gerekliliğinin yüksek yargı mercilerinde görev yapan meslek üstatları başta olmak üzere kürsüdeki meslektaşlarımca da görüldüğünü umuyorum. Fakat sormadan da edemiyorum:

1215 tarihli Magna Carta 45. Maddesinde “Krallığın yasalarını bilmeyen ve bu yasalara tümüyle uyacağına kanaat getirmediğimiz kişileri hakim, vali, şerif ya da sınırlı yetkili hakim olarak atamayacağız.”

Peki, ey kürsüdeki meslektaşlarım, biz ne yapıyoruz yıllardır Allah aşkına? Hangi kanunu uyguluyor, hangi kastı ispat ederek insanımızı mağdur ediyoruz? Kim kazanıyor? Tüm bir toplum kaybetmiyor mu? Sokrates de meşhur savunmasını kürsüdeki yargıçlara ve kendisini yargılayan iradeye karşı şu sözlerle bitiriyordu: “İnsanları öldürerek, susturarak yaşadığınız kötü hayatın kınanmasından kurtulacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu ne mümkün, ne de şerefli bir kaçış yolu. En kolay ve en asil yol başkalarını susturmak değil, kendinizi mümkün olduğunca iyileştirmektir.”

- Advertisment -