AKP MKYK üyesi avukat Mücahit Birinci, İmamoğlu davasında bir hesap hatası yapılmış olabileceğini, savcının da bunu fark ettiği için istinafa gitmiş olabileceğini söylemiş. Ne diyebiliriz? Ya böyle “herkesin gözünü diktiği” bir mahkemede, ay üzerinden hesaplanması gereken bir cezayı yıl üzerinden hesaplayacak kadar iş bilmez bir mahkeme heyeti var önümüzde. Veya “şimdilik araya şöyle bir kılçık sıkıştıralım, görelim bakalım ne tür tepkiler gelecek, ona göre istikametimizi belirleriz” hesapları yapan bir özne ve o öznenin enstrümanı olmuş bir yargı.
Seçin beğenin, hangisi memleketin hali hakkında ehven.
AKP İstanbul Milletvekili Ahmet Berat Çonkar da, hakaretin siyasi yasağa sebep olmasına mani olacak bir yasal düzenleme yapılabileceğini söylemiş. Kendi fikri olarak… Ne anlıyoruz? Kanunlara riayet etmemeyi bir alışkanlık haline getirmiş, mevcut meselede de kanunları hiçe sayan bir öznenin bir ferdi bize, kanundan mamul bir korunma zırhı tavsiye ediyor. Zırh mı? Zırh. Korur mu? Ne münasebet!
İktidarın tuhaflıkları mı, cinlikleri mi artık her neyse, bunlarla sınırlı değil. Pandemi dönemine ait ölüm istatistiklerini —bildiğiniz gibi— bizden saklıyorlar. İster istemez bir değer açıklamak zorunda kaldıkları durumda —mesela enflasyonu açıklarken— kendilerinin bile inanmadığı değerleri bize zorla yutturmaya çalışmalarından başka bir halden söz ediyorum. Rusya’dan, BAE’den, Suudi Arabistan’dan gelen paraların hangi şartlarla geldiğini bilmiyoruz mesela. Sormaya kalksanız, “TOGG’u durduramayacaksınız” cevabını almanız sürpriz olmaz. “Ne alaka” derseniz, mutlaka teröristsinizdir. Bazı durumda hangi örgüte mensup olduğunuzu kaydetmeyi unutmuş olabilirler ama hepsi o kadar.
Ahaliye hesap vermekten kaçınan otoriter bir iktidar değil bizimki, “hesap verme” nosyonuna bigâne orijinal bir buluş. Sadece ahaliden kopuk değil yani, gerçeklikle arasında muazzam bir mesafe var. Uzakta, gökyüzünde, öyle kendi kendine salınıp duruyor. Liraya güven sağlayamıyor mesela, “nasıl yaparım da sağlarım” gibi antika sorularla oyalanmıyor. Dolarını KKM’ye aktartıyor, sonra kuru baskılıyor. Yazı da gelse, tura da gelse kazanıyor, sen kaybediyorsun. Kaybetmemek için, en azından daha az, daha yavaş kaybetmek için kıpırdanacak olursan, elinde sopa köşe başında seni bekliyor. Mesela İMKB’de Bakan kaynaklı manipülasyon, filan. “Güven de neymiş, biz korkudan anlarız, korku her işi görür”.
İktidar balonunun uçsuz bucaksız göklerde böyle nazlı nazlı salınacak şekilde yükselmesi kolay olmadı, malumunuz. Her merhalede küpeşteden haklarımızın ve özgürlüklerimizin birinin daha atılması gerekti. O da işbu iktidar heyetinin kendi başlarına becerebilecekleri iş değildi. Şimdi bir yuvarlak masanın etrafında toplanmış zevat her gerektiğinde destek oldu. Destek olamadığında sessiz kaldı.
İmdi…
“Ah var ya, bir araya gelmemiz ne kadar müşkül bir işti ve biz bunu becerdik, bakın ikide bir bir araya gelebiliyoruz” diyen, altısını bir arada gördüğümüzde bütün dertlerimizden kurtulmamız gerektiğine inanmamız beklenen eşhas, birbirine girdi. Devam etmeden belirteyim, endişeye mahal yok, aralarına kara kedi girdiyse de bir masanın etrafında toplanmayı sürdürecekler. Atölyelerinde imal edebildikleri yegâne mal bu. O mal sizin karnını doyurmuyorsa… Sizin kusurunuz. Baksanıza etrafınıza, “ama bu altı kişinin bir araya gelmesi bile mucize” diye alkış tutan ne kadar çok kişi var. Onların karnı doyuyor da sizinki neden doymuyor? Ayıp, ayıp!
Neyse, malumunuz baba ile oğlun arasında kara kedi girdi. Baba, oğlanı baştan çıkarmaya kalkan masa arkadaşına da dolaylı yollardan sitemlerini iletti. Daha bir hafta önce, ahali olarak, iki akşam üst üste Saraçhane’de toplaşarak, “acaba bu ucube iktidar balonunu yere indirebilir miyiz” diye hayallendiydik. Bir hafta dolmadan, iktidar balonunun yükselmesi için küpeşteden ağırlık atılması her gerektiğinde üstüne düşeni yapanlar, bizim hayallerimizden mamul balonun birazcık yükselmesine katlanamadılar, iğneyi batırdılar. Haklılar tabii, balon var, baloncuk var.
Şunu demek istiyorum. Birçok kişi —mesela Demirtaş da— mevzuu, Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu arasındaki adaylık çekişmesi olarak okudu. Bence Kılıçdaroğlu’nu fena halde hafife alıyorlar. O, kendisi için rezerve ettiği bir koltuğa başkası yekindi diye böyle bir mesaiyi göze alabilecek biri değil. Onun bunca mesaiyi göze almasının ardındaki sebep çok daha ciddi. Kılıçdaroğlu İmamoğlu’na, koltuğuna göz koyduğu için kızmıyor, ahaliyi Saraçhane’de topladığından kızıyor.
Diyor ki yani, “kardeşim biz adayı filan, kendi aramızda, uslu uslu belirleyeceğiz, ne demeye bu işe ahaliyi karıştırıyorsunuz?” Balon beyefendilerin zümresine mensup birilerinin balonuysa yani, yükselmeli asumana, ahalinin balonuysa… Olmaz öyle şey.
Beni bilen bilir, İmamoğlu ve/veya Akşener’e muhabbet besleyen biri değilim. Bizi çok sevdiklerinden değil, başka çareleri kalmadığından bizim kata inip kendi şenliklerine ortak olmaya davet ettilerdi. Yani çaresizlikten siyaset yapmayı göze aldılardı. Kılıçdaroğlu’nun hazmedemediği bu. Haksız da sayılmaz. Ya ahali idrak ediverirse memlekette siyaset yapmak mümkünmüş! Düşünsenize o müstekbir, erişilmez CHP genel merkez binasının başına neler gelir.
Kılıçdaroğlu, koskoca Kılıçdaroğlu öyle küçük koltuk hesapları için kılını kıpırdatmaz, haddinizi bilin. Mesele bir sistem, bir tasavvur, bir anlayış meselesi.