28 Şubat sürecinin devam ettiği 2002’de, dönemin Yargıtay Başkanı Sami Selçuk yargı yılının açılışında bu sürecin mağdurları olarak çok beğendiğimiz, satır satır okuduğumuz 146 sayfalık manifesto niteliğinde eleştirel bir konuşma yapmıştı. Selçuk konuşmasında, yargının toplumdaki işlevini vücuttaki kirli kanı temizleyen mekanizmaya benzetmişti. Yani yargı toplumun ürettiği bütün yolsuzluk, haksızlık ve diğer yanlışlıkları düzeltmek için adeta son çareydi. Buradaki bir bozukluk, kirliliğin kana karışıp organizma için hayati tehlikeye sebep olabilirdi. Bugün Türkiye yargısı işte bu korkulan duruma geldiğimize işaret ediyor.
23 Mart 2022’de, Kobani davasının eski hakimi B. Ç. ve Amasya Savcısı H. K.’nın gözaltına alınmasıyla yeniden gündeme gelen Atadedeler çetesi bize bir kez daha bunu gösteriyor. İçlerinde polislerin olduğu 370 kişiden oluşan bu grubun “Derin devletin ticari istihbarat ayağını yürütüyoruz” diyerek çalıştığı saptanmış. “Yurt içinde ve yurt dışında iş bulma, yurt dışına gönderme, devletle ilgili işleri yürütme” vaadi ile bu gruba girenler, kendilerini, sahte MİT kimliği taşıyan “örgüt lideri” Pınar Taşçı nedeniyle “oluşumun başındaki kişiyi MİT’çi biliyorduk, hakim ve savcıları orada görünce devlet adına hareket ediyorlar diye oluşuma üye olduk” diye savunmuşlar. Asıl ismi Salice Fedakar olan ve Pınar Taşçı’nın bu kadar insanı etrafında toplayabilmesi, “Devletle işlerini yürütmek” için insanların kendilerini bir gruba girmek zorunda hissetmesi, hakkındaki haklı-haksız bir isnattan kurtulmak için birilerine gizlice para vermeyi çözüm olarak görmesi alarm zilinin çalınmasıdır aslında.
Bu çeteye yönelik ilk operasyonların yapıldığı Ocak ayında Sabah ve Milliyet’te konu ile ilgili haberler çıkarken 22 Martta yapılan operasyondan hiç bahsedilmemesi ilginç. Kobani davasının şüpheli hale gelmesine yol açacak böyle bir haber tabii ki görmezden gelinmeliydi. Kobani dosyasında olay sırasında 14 yaşında ve Kulp’ta yani Diyarbakır’dan 140 km uzakta bir düğünde olan Mazlum İ.’nin yedi yıldır tutuklu olarak yargılanması gibi hukuk fecaatleri söz konusu iken Kobani yargılamalarının her türlü şüpheden azade olması gerekiyordu.
Aslında yargı ile ilgili çok daha vahim iddialar daha önce hem de iktidarın yakınında bulunanlar tarafından dile getirilmişti. AK Parti Merkez Karar ve Yürütme Kurulu üyesi ve eski milletvekili Şamil Tayyar’ın yargıda “FETÖ Borsası” oluşturulduğu iddiası, zaten bir şekilde bilinen durumun, iktidar partisindeki biri tarafından açıkça söylenmiş olması dolayısıyla önemliydi. Pek çok insan, “hakkınızda ‘FETÖ’ davası var, şu kadar ödeme yaparsanız sizi kurtarırız” diyen sahte polislerin kumpasına zaten düşmüştü ve sahte polislerin karıştığı bu olaylar ana akım medyada yer bulduğu için geniş kamuoyu tarafından da biliniyordu. Tabii böyle bir yalanın/düzeneğin işe yaraması ancak sıradan insanların bir iftira ile hayatının alt üst olması halinde mümkündür. Bu yalana dayanan tehdit o kadar pervasızca yapılmaktadır ki kamuoyunun gayet iyi bildiği yazar, üstelik hukukçu olan Taha Akyol ve oğlu bile 10.000 dolar dolandırılabilmişti. Sahte polislerin yaptıkları kamuoyuna açıkça yansırken bu borsayı oluşturmuş ve bir şekilde ifşa olup görevini bırakmak zorunda kalanların durumu geçiştirilmektedir. İstanbul’daki “FETÖ borsası” iddianamesinde savcı olan İsmet Bozkurt ve Lütfi Karabacak’ın, haklarında dava olan kişilere “kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” aldırmak için menfaat talep ettikleri daha 2019 yılında biliniyordu.
Sedat Peker’in ifşaatı ile bir kez daha ilgi alanımıza giren İzmir’deki “FETÖ borsası” da benzer niteliktedir. İzmir’deki “FETÖ borsası”, AK Parti İzmir İl Başkan Yardımcısı Ahmet Kurtulmuş’un da içinde olduğu bir grubun yargıç, polis ve mafya işbirliği ile nasıl bir “düzenek” kurdukları ve bu işin açığa çıkmasından sonra Kurtulmuş’un önce cezaevine girmesi sonra ev hapsi sırasında polis kıyafetli kişilerce evinde öldürülmesi ile zaten açığa çıkmıştı. Fakat bu konu yargının ve daha önemlisi en geniş yargı makamında olan milletin ilgi alanına halen girmemiş durumdadır.
Her ne kadar Yargıtay başkanı Türkiye’nin yargı sistemine eleştirel bakarken yargıçların deneyim eksikliğini temel konu olarak ileri sürmüş ise de yargıdaki sorun çok daha derin ve tehlikelidir. Sami Selçuk’un dediği gibi, toplumun sağlıklı olmasının ancak bütün kirli kanı temizleyen yargı ile olacağını hatırlayarak yargının sağlıklı işlemesini temin etmeliyiz. Toplum için esas beka sorunu budur. Yargının sağlıklı işlemesi bizde olduğu gibi eğer yetkililer eliyle olamıyorsa kamuoyunun konuyu gündeme getirmesi ve takipçi olması ile mümkündür.